Şüpheli alacak karşılığı; Vergi Usul Kanunu’nun (VUK), Tahsil olanağı tamamen ortadan kalkmamakla birlikte hasılatı vergi matrahına dahi olması dolayısıyla mükellefi daha ağır vergi yükü altında bırakacak alacakların pasifte karşılık ayrılması suretiyle gider yazılmasına olanak sağlayan bir müessesesidir. Bu şekilde giderleştirilmiş bulunan şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kar-zarar hesabına intikal ettirilmektedir.
Alacaklıların bu müesseseden yararlanarak tahsil güçlüğü içerisindeki alacaklarını giderleştirebilmeleri için gerekli koşullar VUK’un 323. maddesinde sayılmıştır. Sayılan koşullar içerisinde ağırlıklı olarak önem taşıyan koşul, borçlu aleyhine dava açılması veya icra takibi yapılmasıdır. Ancak bu koşulun, işyeri afet nedeniyle mücbir sebep ilan edilen yerlerde olan ve deprem dolayısıyla işyerleri yıkılmış veya hasar almış borçlular hakkında uygulanmasının hakkaniyete uygun düşmeyeceğini dikkate alan Yasa Koyucu, bu koşulları hafifletmek amacıyla, 7440 sayılı Kanun’un 10/25. maddesi ile afet bölgelerinden alacağı olanların şüpheli alacak karşılığı ayırabilmeleri için özel ve kolaylaştırılmış koşullar öngörmüştür.
Bu afete özel düzenleme; Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca mücbir sebep hali ilan edilen yerlerde gelir ve kurumlar vergisi yönünden mükellefiyet kaydı bulunan kişilerden veya gelir vergisi mükellefiyeti bulunmayan ancak yerleşim yeri bu yerlerde olan gerçek kişilerden ya da kuruluş ve faaliyet yeri bu yerlerde bulunan kurumlar vergisi mükellefiyeti olmayan teşekküllerden alacağı bulunan mükellefler için geçerlidir. Bu düzenlemeden yararlanabilme açısından alacaklının bulunduğu yerin bir önemi bulunmamaktadır.
Yaşanan afete bağlı olarak ihdas edilen bu düzenlemeye istinaden şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için; alacağın ticari veya zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesiyle ilgili olması ve borçlunun faaliyette bulunduğu yerde meydana gelen deprem tarihinden önce doğmuş bulunması gerekmektedir. Bu alacağın varlığının ve doğum tarihinin fatura, sözleşme, müstahsil makbuzu, gider pusulası gibi belgeler ile tevsiki ve bulunması halinde sipariş mektubu, irsaliye, alacak senedi, çek gibi belgelerle de teyidi gerekmektedir.
Şüpheli alacak karşılığına konu edilecek alacağın ilgili hesap dönemi kayıtlarına bir gelir unsuru olarak girmiş, bir başka ifade ile hasılat kaydedilmiş ve katma değer vergisi beyannamesinde beyan edilmiş olması gerekmekle birlikte, ileride yapılacak mal veya hizmet alımları için sipariş avansı niteliğinde yapılan ödemelerden, diğer bir ifade ile ticareti yapılan mal veya hizmetin maliyetiyle ilgili olan verilen sipariş avanslarından kaynaklı alacaklar için doğal olarak bu şartların aranması söz konusu olmayacaktır.
Yukarıdaki koşullarla uyumlu ve tahsil edilemeyen alacağı bulunan alacaklıların şüpheli alacak karşılığı ayırabilmeleri için borçlu hakkında dava veya icra takibi yapmalarına gerek bulunmamaktadır. Bu zorunluluk söz konusu düzenleme ile kaldırılmıştır. Bunun yerine açılacak bir tespit davasında borçlunun mal varlığının en az üçte birini kaybettiğine yönelik olarak tespit kararı verilmiş olması koşulu getirilmiştir.
Tespit davaları, hasımsız olarak görülen davalardandır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesinde düzenlenen bu dava tipinin açılabilmesi için davayı açanın hukuki bir menfaatinin bulunması gerekmektedir. Bu menfaat, hem borçlu, hem alacaklı açısından mevcuttur. Dolayısıyla, bu davanın borçlu mükellefin afet bölgesindeki yetkili ve görevli mahkemeye müracaatıyla açılması ve alınacak kararın bütün alacaklılarına gönderilmesi şeklinde bir uygulama yapılması mümkündür. Bu davayı alacaklılar da açabilirler. Alacaklının şüpheli alacak karşılığı ayırabilme olanağı, alacağının matrahtan çıkartılabilmesinin ancak bu suretle mümkün olabilmesi, alacaklının hukuki menfaatini ifade etmektedir.
Mahkeme burada tespiti atayacağı bilirkişiler aracılığı ile yapacağı incelemeye göre verecektir. Bu konuda elbette ki il/ilçe idare kurulu raporları, itfaiye veya polis tutanakları da değerlendirilecektir. Borçlunun malvarlığında meydana gelen zarar derecesinin tespiti sırasında sigortadan alınan tazminat, zararı azaltan bir unsur olarak dikkate alınacaktır.
VUK’un 323. maddesine göre, 8.900 Lirayı aşmayan alacaklarda, şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için alacağın dava veya icra aşamasına taşınmış olması koşul olmayıp, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunması yeterli görülmüştür. Afet bölgesinden olan ve söz konusu düzenleme kapsamına giren 8 bin 900 lirayı geçmeyen alacaklarda ise depremden zarar gören borçluya yazılan taahhütlü mektubun geri dönmüş olması, posta memurunun şerhini gösteren zarfın gerektiğinde ibraz edilmek üzere zamanaşımı süresince saklanması koşulu ile şüpheli alacak karşılığı ayırma konusunda yeterli görülmüştür. Bu konuda borçluya ayrıca ikinci bir yazı gönderilmesine gerek bulunmamaktadır. Posta memurunun borçlunun adresinin yıkılmış olduğu, bu sebeple borçlunun bulunarak tebligatın yapılamadığı sebebiyle tebligatın iade edildiği şeklindeki şerhi, borçlunun mal varlığını kaybettiğine dair karine olarak kabul edilmiştir. Öte yandan borçlunun ikamet ve işyeri mahallinin kullanılamaz durumda olduğunun başkaca yollarla tespiti halinde, 8 bin 900 lirayı aşmayan alacaklar için tebligat yoluna gidilmesi dahi gerekmemektedir.