Adnan Bali; felsefesi olan bir yönetici

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Türkiye İş Bankası’nın genel müdürlüğünü yapan çok sayıda yönetici tanıdım: Cahit Kocaömer, Burhan Karagöz, Selahattin Karahan, Ünal Korukçu, Ersin Özince ve Adnan Bali.

Şişecam’dan emekli olduğum dönemde Adnan Bali genel müdür değildi. Emekli olunca Ersin Özince döneminde başlayan “İş’le Buluşmalar Toplantıları”na DÜNYA gazetesi adına katıldım. Özince’den sonra Adnan Bali ve ekibiyle toplantıları sürdürdük; ülkemizin değişik yerlerini dolaştık.

Babamın öğrettiği, “topraklara ve kurumlara küsülmez” ilkesi düşüncelerime her dönemde yön verdi: Kurumları yönetenlerle çalışan insanlar arasında sorunların olmasını olağan karşılıyordum; ama kurumla ilişkilerde sorun yaratmanın değerini de anlamını da kavrayamıyordum.

İnsanların kişilik değerlerini işe girerken anlamak zordur. Kişilik değerleri daha çok işten ayrılırken ortaya çıkar; kişiliklerimizin karakteristik özellikleri düz aynalarına yansır. İnsanlar, işinden ayrıldıktan sonra da eski kurumuna başı dik gidebilmelidir.

Kişi ve kurum ilişkilerindeki dengeleri gözettiğini gözlemlediğim Adnan Bali, ülkemizde yaygın olmayan, dünya genelinde de “başkanlar” düzeyinde bile azalan, “ayrılış örneği” sergileyerek “rol modeli” oldu.

Görevden ayrılırken ölçün

Adnan Bali’de gözlediğim önemli özelliklerinden biri de “felsefesi” olan bir yönetici olmasıydı. Nusret Hızır’ın, “Felsefesiz iş yapılır mı, elbet ki yapılır... Ama tam, temiz ve doğru iş yapılmaz”ilkesini içselleştirmişti. Görevden ayrılırken de, İş Bankası’nın ilkelerle yönetilen bir kurum olarak hiçbir şeyin kişilere, keyfi kararlara bağlı olmadığını belirtiyordu. Kurumda 15 yıl üst yöneticilik yaptığının da altını çiziyor ve “Bu ülkede ziyadesiyle yeterlidir, hatta biraz da fazladır. Sadece kurala uymak değil felsefesi itibariyle de inandığım bu çerçevede hareket ediyorum” diyordu.

Çok sayıda üst yöneticiyle çalıştım. Çalıştıklarım on katından fazlasını da yakından izledim; gözlemler yaptım. Gelişmekte olan ülkelerde birçok üst yöneticinin umarsız hastalığı, kendini milat kabul eden bir anlayışa kolayca kapılmasıdır. Kolaycılık, üst yöneticileri “kurum hafızası oluşturmaya” yönelik çabalardan uzaklaştırır; şişirilmiş bir egonun seline kapılmasına yol açar. Her şeyi kendi dönemlerinde başlatır; kendi dönemlerinde bitirirler.

Adnan Bali, yönettiği kurumun en değerli binalarından birinin kendi döneminde “İktisadi Bağımsızlık Müzesi” haline getirilmesini önemsiyor; açıklamasında: “ Geriye bıraktığımda en müsterih olduğum hadiselerin başında gelmektedir” diyordu. Cumhuriyet yönetiminin “iktisadi bağımsızlık” şiarının temel kurumlarından biri olan İş Bankası yöneticileri olarak Ersin Özince’nin de Adnan Bali’nin de bağımsızlık konusuna özen gösterdiklerinin herkes gibi tanığıyım.

Bali’nin hayata bakışındaki içtenliği anlamak isteyenlere bir anımsatma yapalım: İslahiye’de 61 yıl cezaevi olarak kullanılmış bir mekanı, annesi adına Sabiha Aziz Bali Kütüphanesi olarak halka açmasına önayak olmasına uzatsınlar zihin alıcılarını... O anne ki Adnan Bali’nin çocukluğunda o küçük kasabada kitaplık olmadığı için evindeki kitapları ilçenin bütün çocuklarına açan Cumhuriyet’in aydınlık kadınlarından biridir.

Adnan Bali’nin ayırt edici özelliklerinden biri de okuma merakı, özellikle de sanat ve edebiyatla olan yakın ilgisidir. Bu özelliği anlatılanları teknik yönüyle olduğu kadar sezgi boyutuyla da anlamasına yol açar. İzninizle bir gözlemimi paylaşayım: “İş’le Buluşmalar Toplantılarında” son konuşmayı yapma benim görevimdi. Toplantılarda, elimden geldiği kadar, dünya genelindeki eğilimlerin ülkemizi ve ülkemiz kurumlarına olası etkileri üzerinde dururdum. Son konuşma olması nedeniyle, yorulmuş olan katılımcıları rahatlatmak gerekiyordu. Anlatımlarıma halkın akıl birikiminde yer edinmiş özlü sözlerle bezenmiş, ama içerikten ödün vermeyen popüler ögeler de eklerdim.

Her insan gibi benim de önemsediğim mesajlarım olurdu. Adnan Bali, verdiğim mesajların ince ayrıntılarını yakalar; uygun bir dille katıldığını da katılmadıklarını da paylaşırdı. Bu özellik i iz bırakan yöneticilerin ortak yönleridir.

İş dünyasıyla ilgili açıklamalarını izlediğim bir yöneticiydi Bali. Piyasa üst göstergeleri alabildiğine tartışılırken, geleceği biçimlendiren dipteki dalgaların çok az tartışılmasını sürekli gündeme taşıyan az sayıdaki yönetici arasında yer alıyordu.

Analitik yetkinliğe yatırım yapardı

John D. Kelleher ve Brendan Tierney’in “Veri Bilmi” kitabını yeni bitirdim. Can yayınları Onur Öztürk’un çevirisini yaptığı kitabı okuyucusuna armağan ediyor. Kitap, son yıllarda üzerinde özenle çalıştığım “analitik yetkinliklerin geliştirilmesine yatırım yapmanın” önemini çok net anlatan içeriğe sahip. Adnan Bali’de tanıştığımızın ilk gününden bugüne gördüğüm ayırt edici özellik, analitik yetkinliği geliştirmeye sürekli yatırım yapmasıydı. Eli kalem tutan insandır; umut ediyorum ki yılların birikimlerini kitaplara dönüştürür; hepimize yeniden okuma ve değerlendirme imkanı yaratır.

Adnan Bali’nin bir yönetici olarak önemli bir özelliğini paylaşarak bu yazıyı bitirmek isterim: Bilmediğini dillendirmeyen, dillendirdiğinin arkasında duran bir yöneticiydi. İlkeli tutumu O’na ölçülü ve dengeli bir insan olma özelliğini kazandırmıştı. Bilgiyle beslenmiş anlatım ustalığı, ölçülü ve dengeli kişiliği “güven” kaynağıydı.

Adan Bali, bütün mevkilerden ve makamlardan ayrıldıktan sonra, sokakta dolaşırken, birlikte iş yaptığı ve etkileşim içinde bulunduğu insanların gözlerine, gözlerini kırpmadan bakabilecek bir yönetici olarak görevini yaptı diye düşünüyorum. Tam yerinde ve zamanında da “elveda” demesini bildi. Yeni yaşamında sağlık, mutluluk diliyorum; birikimlerini yazarak bizleri okumaktan mahrum etmeyeceğini umuyorum.

Tüm yazılarını göster