ABD’de sancılı Başkan değişim süreci devam ederken, Ortadoğu da iyiden iyiye karışık.
Özellikle Fırat’ın doğusu, Suriye ve Kuzey Irak çok hareketli.
Kuzey Irak’ta Mehmetçiğin yürüttüğü Pençe Kaplan harekatı ile PKK terör örgütü Türkiye-Irak sınırına yaklaşamaz duruma geldi. TSK, Irak-Türkiye-İran sınırının kesiştiği Bradost bölgesini tamamen kontrol altına almış durumda.
Hemen güneyde, PKK terör örgütünün ana üssü konumundaki Kandil ise Peşmerge kuşatması altında.
Trump döneminde ABD’nin Irak’ta Bağdat yönetiminin denetimindeki alanlardan çekilip, Kuzey Irak’ta üslendiği bu dönemde, Peşmerge’nin PKK’yla karşı karşıya gelmesi elbette tesadüf değil.
Washington’dan gelen tüm işaretler, ABD yönetiminin PKK terör örgütünün Irak’ta enterne edilmesi -sonra belki de tamamen ortadan kaldırılması- konusunda yeşil ışık yaktığını ortaya koyuyor.
Washington yönetiminin tam iki sene önce PKK’nın en tanınan teröristlerinin başına ödül koyması da, şimdilerde Peşmerge’nin PKK’yı Kandil’den çıkamaz hale getirmesi de bu oyun planının bir parçası.
Ancak elbette PKK terör örgütünün Irak’ta enterne edilmesi/ yok edilmesinin bir de “bedeli” var; ABD’nin beklentisi, Fırat’ın doğusundaki, PKK ile ilişkili PYD-YPG yönetiminin de Ankara tarafından -hadi tanınma demeyelim- görmezden gelinmesi.
ABD’de Başkan değişse de, yeni gelecek Başkan Joe Biden’ın da bugüne kadar verdiği mesajlar, bu politikada değişiklik öngörülmediğine işaret ediyor.
Trump’ın “Suriye’deki Amerikan askerlerini tamamen çekme” talimatının Amerikan bürokrasisine takıldığı malum. Jim Jeffrey de giderayak yaptığı açıklamalarda, Suriye’nin kuzeyinde halihazırda mevcut ABD askeri sayısını “gizlediklerini” açık açık anlattı. “Başkan ne derse desin”, ya da “Başkan kim olursa olsun”, ABD’nin bölge politikasının pek de değişmeyeceğinin en büyük kanıtı bürokrasideki bu direniş, bu ayak oyunları.
İşin ilginç yanı, Rusya’nın da Fırat’ın doğusundaki PYD-YPG oluşumunu en az ABD kadar “meşru” görmesi.
ABD ile Rusya’nın bu oluşuma bakışına yönelik tek fark, Moskova’nın PYD-YPG’yi Esad yönetimi ile barıştırıp, bu bölgeye Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde bir “statü” sağlama isteği.
ABD ise PYD-YPG kontrolündeki toprak parçasını, gerektiğinde Rusya’ya, gerektiğinde Şam yönetiminde, gerektiğinde İran’a ve hatta Türkiye’ye karşı “kullanışlı bir üs” haline getirmeyi amaçlıyor.
ABD’nin Suriye’nin mevcut toprak bütünlüğü konusunda Rusya gibi bir hassasiyeti olmadığı da ortada; yoksa Trump’ın Dışişleri Bakanı Pompeo giderayak çıktığı ziyaret turunda, resmen Suriye toprağı olan ancak bir oldu-bitti ile İsrail’e bağlanmaya çalışılan Golan tepelerini ziyaret etmek istediğini dile getirir miydi?
Bizzat ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jim Jeffrey’ın son açıklamalarıyla ortaya koyulan, kabaca “Irak’ta PKK bitirilsin, ama Suriye’de PYD-YPG’ye yaşam hakkı tanınsın” olarak özetlenebilecek politikasının uygulanabilmesi için Ankara’nın tavrı önemli.
Son dönemde iç politikada yaşanan tartışmaları bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Mesela mafya bağlantılı bir ismin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu açıkça tehdit etmesi;
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu mafya bağlantılı isme yine kamuoyu önünde çok samimi ifadelerle sahip çıkması…
Tüm bu yaşananların tam da bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “demokrasi, hukuk ve ekonomide reform seferberliği” başlatılacağını açıklamasından hemen sonra gelmesi acaba tesadüf mü?
Kamuoyu önünde mafya bağlantılı kişi üzerinden yürüyen tartışma ilk bakışta CHP ve iktidardaki Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP arasında gibi görünüyor.
Ancak bu tartışma aslında MHP lideri Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği “demokratik reformun” çatısı altında yeni bir açılım sürecinin başlatılmaması için AK Parti’ye ve özellikle Erdoğan’a bir uyarı mesajı mı? Erdoğan’a, ABD tarafından Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de “pişirilmekte olan” politikaya “prim verme” uyarısı mı? Kısacası, bir “açılım çatlağı” yaşanmadan ön alma çabası mı?
Ankara’da siyasi oyun hiç bitmez…