Yabancı finans kuruluşlarının ve ratingcilerin raporlarında ve açıklamalarında Türkiye’ye yönelik çok olumlu değerlendirmeler var. Ama rakamlara bakıyorsunuz ne portföy yatırımlarında ne de doğrudan yabancı sermaye girişlerinde bu yorumları destekleyen güçlü bir hareket göremiyoruz.
Hafta başında Türkiye ekonomisine ilişkin CNBC-e'ye değerlendirmelerde bulunan OECD, Türkiye’nin geleneksel makroekonomik politikalara dönüşünün yatırımcıların Türkiye ekonomisine olan güvenini artırdığını söylemiş. Önceki gün CNBC-e Londra Temsi Temsilcisi Berfu Güven'e konuşan Bank of America Merrill Lynch Türkiye Ekonomisti Zümrüt İmamoğlu ise Merkez Bankası'nın rezervlerinin güçlü olduğunun altını çizerek, kur şoku beklemediğini söylemiş. Yine Berfu’nun hafta içinde konuştuğu yabancı banka yetkililerinden Deutsche Bank Global Makro Başkan Yardımcısı Ozan Tarman ise Türkiye'nin yabancı yatırımcılar açısından olumlu fiyatlandığını, ancak enflasyon düşüşünün ve ekonomik kredibilitenin önem taşıdığını ifade etmişti.
Deutsche Bank bir başka raporunda da enflasyon beklentilerindeki iyileşmelerin tahvil piyasasına olumlu yansıyacağını ve tahvil getirilerinin bu iyileşmeleri takip ederek önemli bir düşüş göstereceğini ve faiz indirimlerinin ardından yerel tahvil piyasasında daha cazip fırsatlar sunulacağını belirtmiş. Yatırımcılara özellikle 2-5 yıl vadeli tahvillere yönelmelerini tavsiye etmiş.
Ortada bir de Fed faiz indirim etkisi var. Mesela Tarman, Fed’in faiz indiriminin Türkiye’ye nefes aldırabileceğini de belirtmişti. Sadece Fed değil diğer gelişmiş ülke merkez bankaları da faiz indirim sürecine bir şekilde girdiler.
Bunlar olumlu değerlendirmeler ama bu tip olumlu açıklamalara rağmen tahvil ve hisse senetlerinde çok güçlü bir giriş henüz göremedik. Bu yılın ilk sekiz ayında yurtdışında yerleşikler nette 2,5 milyar dolarlık hisse satmışlar. Yani Türk hisselerine olan yabancı ilgisinde artış olmadığı gibi bir zayıflama yaşanmış. Tahvilde ise 11,5 milyar dolarlık alış yapmışlar. Yani Türk lirası tahvillere de öyle aman aman bir yatırımcı ilgisi henüz yok.
Raporlar bize yabancıların iyimser olduklarını gösteriyor ama açıklanan alım-satım tutarları bize yabancıların oldukça “ihtiyatlı” bir iyimserlik içinde olduklarını gösteriyor.
“Bekle-gör” modundaki yabancıların beklediği en önemli gelişme faizin ve enflasyonun seyri olacak. Faiz indirimlerinin başlamasıyla yabancıların girişlerinde hızlanma göreceğiz. Ama bu indirimlerin öncesinde enflasyondaki düşüşün kalıcı ve sürekli olduğunun görülmesi gerekiyor.
Ekonomistlerin ve piyasa oyuncularının bakışlarındaki farklılığı da açıklamalardan görebiliyoruz. Piyasa oyuncuları daha kısa vadeli bir bakışla faiz indirimlerinin başlaması ile yabancı girişlerinin hızlanacağını söylüyorlar. Daha önceki örneklerde de görüldüğü gibi enflasyondaki gerilmeye paralel faizlerin inmeye başlaması yabancı yatırımcıyı “fırsatı kaçırmamak” için alıma yöneltiyor. Çünkü yabancı bir daha aynı faizi bulamayacağını biliyor. Türkiye’ye girecek olan yabancı için önemli olan iki faktör faizin nominal seviyesi ve kurda bir sürpriz olmamasıdır. Yerli yatırımcının baktığı faizin reel seviyesi onun için çok önemli değildir.
Ancak ekonomistler daha orta ve uzun vadeli bir bakışla ülkeye bakıyorlar.
Mesela OECD açıklamasında sıkı para politikası koşullarının sürdürülmesi gerektiği belirtilirken, Türkiye ekonomisine yönelik iki riske dikkat çekilmiş. Bu riskler “erken bir politika gevşemesi” ve “Merkez Bankası’nın güvenilirliğinde olası bir sarsılma” olarak sıralanmış. Ve orta ve uzun vadeli bakışla, yapısal reformların mevcut makroekonomik çerçeveyi istikrara kavuşturabileceğini ve uzun vadeli büyüme potansiyelini artırabileceğini belirtmiş.
Kısacası; ratingcisinden OECD’sine, bankacısından stratejistine kadar neredeyse tüm yabancılar aşağı yukarı aynı pozitif değerlendirmeleri yapıyorlar. Heterodoks politikalardan geleneksele dönüş olumlu karşıladıklarını söylüyorlar ancak bu politikaların sürdürülebileceği konusunda hala ikna olamamışlar. Bundan dolayıdır ki; ancak istikrarlı ve güvenilir politikaların devamı halinde portföy yatırımlarının doğrudan yatırımlara dönüşebileceği ve uluslararası sermaye akışlarının da hızlanabileceği belirtiyorlar.