Abi ne yazsam etikete, alıyor insanlar

Şeref OĞUZ ÖNERİ - YORUM

Şu sıralar çok fazla çarşı pazar dolaşıyorum. Kent, ilçe, köy hatta yayla marketlerinde enflasyonun izini sürüyorum. Gördüğüm şudur; Temmuz’la birlikte etiketler kıpır kıpır. Yukarı doğru ralli var, durdurabilene aşk olsun. İşin ilginci; insanlar bir yandan söyleniyor, diğer yandan alışverişe devam.          

Talat Sait Halman’ın “Eski Mısır’dan Şiirler” kitabı geldi aklıma. Bundan 6 bin yıl öncesine dair şiirlere bakınca, korku, kaygı, beklenti, sevinç, aşk, ekonomiye dair tüm kavramlar, bugünküyle neredeyse aynı duygularla işlenmiş. Hele biri var ki; günümüzü anlatıyor; Carpe Diem… Yani, günü yakala…           

ETİKETE SÖYLENİYOR AMA YÖNETENE SÖYLEMİYORUZ

Aslında enflasyon yüzünden her birimiz carpe diem olduk. Günü yakalıyoruz denebilir. Hatta tarihte daha yakına gelelim ve Nesimi’ye kulak verelim; “Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına / Bugün buldum bugün yerim, Hakk kerimdir yarına…” Sanki bugünü tasvir ediyor, anlatıyor.       

Eline lira geçen, bir an önce ondan kurtulma telaşıyla, etiketlere aldırmaksızın; mala hizmete yöneliyor. “Fiyatlar daha da artacak” algı tuzağında herkes…

Hele ki yeme içme sektöründe, neredeyse günlük ayarlanıyor fiyatlar. Buna rağmen masalar hala dolu, mekânlar hala iş yapıyor.          

İKİ SORU İKİ CEVAP

Zamma rağmen neden almaya devam ediyoruz?

Zorunlu harcamaları anlarım. Ancak 7 gün içinde paça çorbasını 35 liradan önce 40’a sonra 60’a ve bugün 80 liraya çıkarmasına rağmen müşterilerin hala gelmeye devam ediyor oluşunu anlamam. Müşteri alışkanlıkları üzerinden enflasyon pusu mu bu? Esnafı suçlamıyorum. Eline enflasyon külfetini devretme fırsatı geçen herkes, bunu anında etikete yansıtıyor ve biz de alıveriyoruz.          

Peki ya paralar suyunu çekerse?

Henüz çekmedi… Nasıl bir kayıt dışılıksa bu, hala harcayacak paramız var ve “eller cüzdana, bu bir soygundur” kabilinden etiket değiştirene ödeme yapıyoruz. Burada birincil etken, tüm ekonominin üçte ikisine eriştiğini düşündüğüm kayıt dışılık ve ikincisi de seçim ekonomisiyle ortalığa saçılan trilyonu aşkın kaynak… Daha durun; Aralık ayını görün siz. Seçimden önce son çeşme

not

ENFLASYON OKURYAZARLIĞI

Hani “eğitim şart” diyoruz ya… Ekonomi bize farklı tür okuryazarlıklar sağladı… Özal’dan önce “döviz, faiz” gibi terimleri, bankacıların sadece “kambiyo” servisinde çalışanlar bilirdi. Sonra 80’li yıllarda yüksek enflasyonla birlikte her birimiz “homos ekonomicus” olduk.       

Derken finans girdi hayatımıza ve bu defa “finansal okuryazarlık eğitimleri” moda haline geldi. Repo, future, türev, bileşik faiz, bono, tahvil, kripto filan öğreniverdik. Şimdi bu vadide adeta master yaparcasına finansal okuryazarlıktan piyasa kurnazlığına geçişi talim ediyoruz.          

Şimdi vardığımız noktada enflasyon okuryazarlığını gündeme getirdik. Misal bütçemizi nasıl yönetiriz? 50 kuruş daha ucuz diye hangi semtteki ekmek kuyruğuna gireriz? Restoranda yemek yerine evde kaça mal ederiz? En hesaplı bilet nereden alınır? Bir tişörtü azami kaç yıl kullanırız?           

Nesimi’nin dörtlüğünü yarım bırakmıştık; tamamlayalım ; “Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına / Rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem...” Kısaca demem odur ki enflasyon okuryazarlığı, bizleri gelecek kaygısıyla şartlandırıp, varımıza yoğumuza göz dikenlere karşı bilinç geliştirmektir. Muhtaç olduğumuz kaynak; 2001 krizi sonrası yaşadıklarımızı hatırlamak olacaktır.

Tüm yazılarını göster