Demokrasi Zirvesi fikri, demokratik değerlerin paylaşılmasını Amerikan dış siyasetinin temel direği yapmayı arzulayan Joe Biden tarafından, demokratik yönetime değer vermeyen Trump’a cevaben geliştirildi. Toplantının demokratik kurumların güçlendirilmesini, insan haklarının korunmasını ve yolsuzluklara karşı mücadele edilmesini amaçladığı beyan ediliyor. Eğer toplantının amacı gerçekten bunlar ise, o zaman toplantıya demokrasi ile yönetilen, veya hiç olmazsa, eksikliklerini gidermek istedikleri demokrasilere sahip olan ülkelerin davet edilmesi beklenir. Fakat karşımızdaki durum tamamen böyle görünmüyor. Amerikan dış siyasetinin gerekleri uyarınca istisnalar yapılmış, “bir miktar demokrasiye sahip” olduğu değerlendirilebilecek ülkeler davet edilmezken, “pek de demokratik değil” diye nitelenebilecek ülkeler dışarda bırakılmamıştır. Yapılan tercihleri ABD’nin ulusal çıkarını nasıl tanımladığı şekillendirmiştir. Böylece, konferansa davet edilmek Amerikan dış siyasetinin bir aracı olmuş; ABD’nin kimi beğendiği ya da görmezden gelemeyeceğinin veya kimden memnun olmadığının ya da vazgeçebileceğinin göstergesine dönüşmüştür.
ABD Türkiye’yi bu çevrimiçi konferansa bu yıl da davet etmemeye karar verdi. Türkiye’nin tedricen liberal demokrasiden uzaklaştığı ve ülkelerin demokrasi performansını ölçen kuruluşlar tarafından artık “demokrasi” diye nitelendirilmediği bilinen bir gerçek. Yine de, ülkeyi kimin yöneteceğinin ve rejimin meşrulaştırılmasının seçimler yoluyla gerçekleştirildiği unutulmamalıdır. Türkiye’den fazla farkı olmayan bazı ülkelerin toplantıya çağrılmış bulunması, bizi Türkiye’nin bilinçli olarak toplantıya davet edilmediği sonucuna götürüyor. Bu dışlanma, ülkemizin artık Rusya ve Çin’e karşı oluşturulmak istenen güvenlik camiasının vazgeçilmez bir üyesi olarak görülmediğine işaret ediyor olabilir. Uzun vadede bundan belki de memnuniyet bile duymamız söz konusu olacaktır ama şimdilik biraz can sıkıcı bir durum.
ABD demokrasiyi yaygınlaştırılmaya çalışırken, liberal demokrasilerin en yerleşik oldukları ülkelerde bile bir dizi sorunla karşılaştığını görmezden geliyor. Birçok ülkede demokrasi mutabakatı, yani toplumun sorunlarını rekabetçi siyaset süreçleri sonucu çözmesi geleneği, sarsıntı geçiriyor. Daha ziyade sağcı radikalizmde ifadesini bulan popülizm, demokratik toplumların işleyişine yön veren mutabakatın temellerini zayıflatıyor. Bu olgunun en son örneği, hükümet politikalarının dinci radikallerin etkisine girdiği ve kendisini yolsuzluk ithamlarına karşı korumak isteyen başbakanın bu durumdan yararlanarak yargının bağımsızlığını daraltıp, hükümet politikalarına daha duyarlı hale getirmeyi tasarladığı İsrail. Yargının bağımsızlığını azaltmak, herhalde liberal demokrasinin dengeleme-denetleme ilkesiyle uyum içinde değildir ama belki de amaç budur: Radikaller, yargının kendilerini frenlemesini istemiyorlar. Israil toplumu bu konuda bölünmüş bir görünüm veriyor. Netanyahu, yaygın protesto eylemleri karşısında yasa değişimini şimdilik durdurdu ama projesinden vazgeçmiş değil. Acaba İsrail demokrasisi bu demokrasi karşıtı krizden yara almadan çıkabilecek midir? Tahminde bulunmak için henüz erken.
Tek örnek İsrail değil. Brezilya’da seçim sonrasında iktidarı kaybeden taraf, sonuçların manipüle edildiğini ileri sürerek iktidarda kalmak istemiş, orduyu da müdahaleye davet etmiştir. Başarılı olmadı ama başarılı olabilirdi de. Fakat Amerikalı dostlarımız sanıyorum daha muhteşem örneği gözden kaçırıyorlar. Trump döneminde ABD, ülkede yerleşik olmasıyla maruf demokratik mutabakatın çökme tehlikesini barındıran bir deneyim yaşadı. Daha seçimler bile yapılmadan Trump yandaşları seçimin rakipler tarafından “çalınacağını” ileri sürdüler. Trump seçimi kaybedince taraftarları, ellerinde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen, Biden’in kazandığı ilan edilince, aslında seçimi Trump’ın kazandığını iddia ettiler. “Uydurulmuş gerçeklerle” hareket eden karma karışık fakat radikal sağ örgütlerin oluşturduğu bir kalabalık, Seçmenler Koleji mensupları oylarını kullanırken, Capitol Hill Binası’nı basarak teslim almayı denedi. Girişim başarısızlıkla sonuçlandı ama bütün bu olayları “tezgahlayan” Trump şu sıralarda başkanlığa geri dönme gayretinde; bir kısım yandaşı da eyaletlerdeki seçim kurullarını ele geçirerek sonuçları manipüle edecek konumlar elde etmeye çalışıyorlar.
Yerleşik demokrasilerde demokrasi mutabakatının çökmesi, liberal demokrasilerin yaşaması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması açışından herhalde zaten hiçbir zaman yerleşik demokrasi sıfatını kazanmamış bir takım ülkelerin demokratik performansının zaaflar sergilemesinden daha ciddi bir sorundur. Eğer ABD dünyada siyasi demokrasi ile yönetilen ülkelerin sayısını arttırmayı samimiyetle istiyorsa, önce yerleşik demokrasilerin karşılaştığı güçlüklerin aşılmasıyla ilgilenmesi, sonra demokrasinin diğer ülkelerde yerleşme şansını iyileştirmeye eğilmesi uygun düşer. Bu arada, demokratik yönetişimi yaygınlaştırma çabalarının Amerikan dış politika ihtiyaçlarına alet edilerek bozulmamasına da itina edilmelidir. Dolayısıyla, Amerika beğeniyor gerekçesiyle demokrasi olduğu tartışmalı bazı ülkeler Demokrasi Zirvesi’ne davet edilirken, Amerika’nın beğenmediği daha demokratik bazı ülkelerin çağrılmamasından vazgeçilmelidir. Amerika’nın demokrasiyi yaygınlaştırma çabaları samimi ise, bunların Amerikan çıkarları gerekçesiyle yozlaştırılmaması lazımdır.