Çok acayip günlerden geçiyoruz; Türkiye bir NATO ülkesi. Coğrafi konumu dünyanın neredeyse tüm sıkıntılı meselelerinin kesişme noktasında. Ama ABD’de Başkan Joe Biden’ın göreve başlamasının üzerinden iki ay geçmesine rağmen, hala Washington ile Ankara arasında en tepe noktada doğrudan temas kurulmuş değil. Önümüzde 24 Nisan var; Ermeniler’in 1915 olaylarının yıldönümü olarak kayıtlara geçirdikleri bu günde, Biden’ın nasıl bir tavır alacağı Ankara-Washington ilişkilerini de derinden etkilemeye aday. Eğer Biden seçim kampanyasında söz verdiğini yapar da, açıklamasında “soykırım” sözcüğünü kullanırsa, Beyaz Saray’dan Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı’na daha uzun süre herhangi bir telefon beklemek hayal olur.
Afganistan zirvesine ev sahipliği meselesi
Aslında belki de Washington’dan üst düzey telefon gelmemesi Ankara açısından daha olumlu; Çünkü Biden’ın kabinesindeki iki kilit bakandan gelen iki telefon Türkiye’nin zaten çıkmaza girmiş dış politikasına çok gereksiz iki yeni yük getirdi.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın mevkidaşı Çavuşoğlu’nu araması sonucunda, Afganistan’da hükümet ile Taliban güçleri arasındaki zirve toplantısına ev sahipliği “ihalesi” Türkiye’nin üzerine kaldı. Ancak ev sahipliği temasları başlamış, hatta İstanbul’da yapılacak zirveye tarih bile konmuştu ki, Biden yönetiminden açıklama geldi; ABD Afganistan’daki tüm askeri güçlerini 11 Eylül’de çekeceğini (tarih de son derece manidar) açıkladı. Hemen arkasından Afganistan’daki savaşın ikinci büyük ortağı İngiltere’den de geri çekilme açıklaması gecikmedi. Bir de Taliban tarafı, Ankara’nın tüm beklentilerinin aksine, İstanbul’daki zirveye katılmak konusunda ayak sürüyünce, Afganistan barışına ev sahipliği “tuzak” kıvamına dönüşmeye başladı. ABD ve İngiltere’nin geri çekildiği bir ortamda, sorunda bu kadar etkin görev almak, zamanla Ankara’yı bu ülkeye daha fazla angaje eder mi, işte asıl soru bu.
Ukrayna’ya angajman arttıkça, Moskova’dan tepki geliyor
ABD’yle yapılan ikinci üst düzey telefon ABD Savunma Bakanı ile mevkidaşı Hulusi Akar arasında gerçekleşti. İşin ilginç tarafı, Austin-Akar telefon görüşmesinin ardından Ankara ve Washington tarafından yayımlanan iki ayrı açıklamanın birbirinden son derece farklı olmasıydı; Austin adına Washington’un yayınladığı bildiride iki bakanın Ukrayna meselesini de ele aldıklarına vurgu yapılırken, Akar adına Ankara’nın açıklamasında Ukrayna’nın adı bile geçmedi.
Belli ki AK Parti hükümeti, Ukrayna konusunda “ABD’den yana taraf” görünüp Moskova’yı karşısına almak istemiyor. Ancak hem Akar’ın bu dikkatine, hem de Türkiye’de Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’yi ağırlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullandığı çok temkinli dile rağmen Moskova yatışmış görünmüyor. Bir yandan Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un açık açık Türkiye’nin Ukrayna’ya sattığı SİHA’ları eleştirmesi, diğer yandan Türkiye-Rusya arasındaki uçak seferlerinin, tam da turizm sezonu başlayacakken Moskova’nın kararıyla kısıtlanması Ukrayna politikasının Ankara’ya “getirileri” gibi duruyor.
Halkbank davası sıkıntısı
Bunlar Washington’dan gelen üst düzey telefonların ardından yaşanan sıkıntılar. Bir de eğer Biden’dan beklenen ama bir türlü gelmeyen telefon konuşmasında konuşulacağı kesin gibi olan Halkbank davası meselesi var; Ankara’nın davayı düşürmek için yaptığı son hamle, ABD’deki “Yabancı Egemenlerin Dokunulmazlık Yasası” çerçevesinde temyiz mahkemesine başvurmak olmuştu. Temyiz mahkemesi pazartesi günü duruşmayı telekonferans yoluyla gerçekleştirdi. Halkbank avukatları, bankanın Türkiye’de “vergi toplamakta kullanıldığını” söyleyerek, bu durumun Halkbank için “devlet dokunulmazlığı” yarattığı tezini ortaya koydular. Ancak yargıçlardan biri buna karşı çıkarak, vergi toplamada kullanılan aracın –şeker dükkanı ile de vergi toplanabilir diye örnek verdi yargıç dokunulmazlık sahibi olamayacağını ima etti. Sonuçta Halkbank’ın “ticari bir banka” olduğu vurgusu yapıldı.
Yargıçlardan avukatlara ikinci soru ise “Halkbank ile Türk devleti aynı düzlemde mi görülmeli” oldu. Avukatların “evet” demesi üzerine ise yargıçlar bu kez, “Halkbank çalışanları diplomatik dokunulmazlıktan yararlanıyor mu” sorusunu sordular. Bu sorunun yanıtı ise ABD’de görülmüş olan Hakan Atilla davasında zaten ortaya çıkmıştı; Atilla ABD’de tutuklandığında Halkbank Genel Müdür Yardımcısı olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti kendisi hakkında hiç “diplomatik dokunulmazlık” iddiasında bulunmadı.
Temyiz davasına bakan yargıçlar kısa süre içinde –belki bu yazı yayınlandığında bile olmuş olabilir- kararlarını açıklayacaklar. Ancak duruşmanın gidişi pek olumlu durmuyor. Eğer Temyiz Mahkemesi Halkbank’ın “dava düşürülsün” talebini reddederse, asıl yargılama 3 Mayıs’ta –belki pandemi nedeniyle tarih biraz ertelenebilir- başlayacak.
Duruşmaların başlamasıyla Halkbank aleyhine açıklanmış olan iddianamede adı doğrudan geçen ya da ima edilen Türk yetkililerin isimlerinin tekrar tekrar, üstelik aleyhlerinde çok sıkıntılı iddialarla gündeme gelmesi muhtemel. Türk devletinin temyiz mahkemesine davayı “dokunulmazlık” üzerinden açması bu açıdan ilginç. Belli ki bu “dokunulmazlık” konusu Halkbank davası ilerledikçe yeniden gündeme gelecek. Takvim sıkışık. Ankara’da beklentilerin aksine kabine değişikliğinin hala yapılmamış olması acaba bu “dokunulmazlık” konusuyla mı ilgili?
Hep beraber göreceğiz…