Türk-Amerikan ilişkileri zor bir dönemden geçiyor. Suriye’de ABD, YPG/PYD adlı kuruluşa destek vermekte, bunun başkalarının katılmakta nazlandığı İŞİD ile mücadele için başvurulan geçici bir eylem olduğunda ısrar etmektedir. Ayrıca, başka kimsenin ciddiye almadığı bir fikir ileri sürerek, Suriye Demokratik Güçleri’nin temel direğini oluşturan YPG/PYD’nin Türkiye’de terör eylemleri yürüten PKK ile hiçbir ilgisi olmadığını ifade etmektedir. PYD ile uyum sağlamak maksadıyla, ABD, bu kuruluşa mensup güçlerin Fırat’ın Batısından çekileceği, Doğusundaki güçlerin ise Türk sınırının otuz kilometre gerisine alınacağına ilişkin sözlerinde de durmamıştır. Türkiye’nin böyle bir sonucu elde etmek için askeri güç kullanmasına, bunun İŞİD’le mücadeleye zarar vereceği gerekçesiyle ısrarla karşı çıkmaktadır. Bunlara ilaveten, örneğin Ukrayna’da olduğu gibi, bir bölgenin etnik yapısının zor kullanılarak değiştirilmesine şiddetle karşı çıkan ABD, PYD’nin kendi kontrol ettiği bölgelerdeki Arap nüfusu bölge dışına sürmesi karşısında sadece gözlerini kapamaktadır.
Türkiye’nin Batısına bakıldığında, Amerikalıların uzun yıllar izledikleri ve NATO’nun güney kanadındaki dayanışmanın temel direği olan Yunanistan ve Türkiye arasında askeri güç dengesinin korunması ilkesini de terk ettikleri görülmektedir. Kendi iddialarına göre, ittifakın Rusya karşısındaki savunma kabiliyetini güçlendirmektedirler. Şu anda askeri imkanlarını Ukrayna’ya yoğunlaştırmış olan ve çatışmaların askeri gücünün sınırlarını teşhir ettiği bir ortamda, Rusya’nın NATO’nun güvenliğini tehdit ettiğine dair fazla emare yoktur. ABD’nin Türk Boğazlarını kullanmadan Rusya’yı Karadeniz bölgesinde durdurmak istediği şeklindeki ikinci iddia, kapsamlı askeri desteğin Bulgaristan ve Romanya’ya yöneltilmesini gerektirirken, böyle bir olay gerçekleşmemesi karşısında anlamsızlaşmaktadır. Amerikan açıklamalarının inandırıcılığını zayıflatan bir diğer olay da, Yunanistan’a verilen silahların ülkenin kuzeyinde değil, uluslararası anlaşmalara göre konuşlandırılmaları yasak olan Türk sahiline yakın adalara yerleştirmesidir. Amerikalılar sık sık uluslararsı anlaşmaların kutsallığından dem vururken, ne hikmetse Yunanistan’ın anlaşmaları ihlal etmesinden rahatsızlık duymamaktadırlar.
Yaşadıkları bütün güçlüklere rağmen, her iki ülkenin hükümeti de ilişkilerin kopmaması fakat yönetilmesinin karşılıklı çıkarlara uygun olduğu hususu üzerinde anlaşmaktadırlar. Örnek vermek gerekirse, tarafl ar Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze sistemleri almaya karar vermesinden sonra F-35 uçaklarının üretim programından çıkarılması ve bu uçakların Türkiye’ye satılmasının durdurulmasının yarattığı şiddetli gerilimi aşabilmişlerdir. Şimdilik bu füzeler kullanılır duruma getirilmemiş, yenileri de sipariş edilmemiştir. Bunun karşılığında, Amerikan hükümeti de, isteksizce de olsa, Türkiye’ye yeni F-16 uçaklarının satılmasını ve mevcut uçakların da elden geçirilerek yenileştirilmesini kabul etmiştir. Benzer şekilde, Türkiye ABD’nin YPG/PYD’ye verdiği destekten yüksek sesle şikayet ederken, bu işbirliğini engelleyecek adımlar atmaktan uzak durmuştur. Karşılıklı olduğu şüphe götürmeyen bu ihtiyatlılığın altında yatan nedenleri saptamak pek de zor olmasa gerektir. Her ne kadar ABD ile ilişkilerinden memnuniyet duymasa da, Türkiye Rusya ile ilişkilerini dengelemek bakımından ABD’nin başını çektiği NATO ile ilişkilerini sürdürmek istemektedir. ABD ise, Türkiye’nin çekilmesi halinde gerek Karadeniz gerek Doğu Akdeniz bölgelerine ilişkin Batı savunma planlarında doğacak güvenlik boşluğunu dolduracak başka bir aktör görememektedir.
Sürdürülmesi zaten kolay olmayan ilişkilerde şimdi de yürütmenin yanında yasamanın da dış siyaset yapımı ve uygulamasına karışmasından kaynaklanan ABD’ye özgü yeni bir zorluk ortaya çıkmıştır. Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığını yürüten Menendez adlı bir senatör sık sık, Türkiye’nin bu silahları ancak ABD’nin uygun bulduğu amaçlar için kullanmasına izin verebileceği anlamına gelen, özetle bir dizi sınırlamayı öngören ve kabulü mümkün olmayan şart ileri sürmektedir. Senatör hazretlerinin sert Türk karşıtlığının nereden kaynaklandığı tartışmaya açıktır. Seçim bölgesinde siyasette etkin Rum kökenli bir nüfus yaşamaktadır. Kendisi kısa süre önce, Senatörün icraatinden yarar sağlayan çevrelerden aldığı pahalı hediyelerle gündeme gelen ve Türk düşmanı olduğu anlaşılan Ermeni kökenli bir hanımla evlenmiştir. Türkiye’nin, iyi düşünüldüğünde tartışılabilecek bazı dış siyaset adımları dolayısıyla ABD Kongresinde hiç dostunun kalmamış olması da, Senatörün tutumuna katkıda bulunan bir diğer neden olarak akla gelmektedir. Başkan Biden, Bay Menendez’in düşüncelerine itibar etmeyebilir. Ancak Senato’da Demokratların üstünlüğünün pamuk ipliğine bağlı olması, Temsilciler Meclisindeki çoğunluğun ise Cumhuriyetçi olması karşısında nasıl davranacağını kestirmek güçtür. Şurası kesindir ki, Türkiye’ye F-16 verilmemesi zaten zedelenmiş ikili ilişkiye telafisi imkansız bir darbe vuracaktır. Türk-Amerikan ilişkileri tehlikeli bölgede seyretmeye devam ediyor.