AB zirvesinde Türkiye’nin üzerine ‘Demokles’in kılıcını’ yerleştirdiler

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Avrupa Birliği o çok beklenen zirve toplantısını yaptı, Türkiye ile ilgili kararını da toplantı sonunda yayınlanan bildiri ile kamuoyuna açıkladı. Bildirinin Ankara’daki mevcut hükümette bir rahatlama yarattığı kesin; Çünkü sonuç bildirisinde Türkiye’ye yönelik ek bir yaptırım kararı çıkmadı. Ancak bu rahatlama sadece “şimdilik” geçerli. AB, Türkiye’ye karşı yaptırım silahını kullanarak uyguladığı baskı politikasını sürdürme kararı aldı.

Bildiriye de bunu açıklayan süslü kelimeler koymayı ihmal etmediler elbette;

Türkiye’ye yaklaşım için “phased, proportionate, reversible”- (kademeli, ölçülü, geri dönüşü mümkün) ifadesini kullandı. Buradaki “kademeli”, Türkiye’nin tavrına göre şekillenecek AB tarafından uygulanacak “havuç” ya da “sopa” politikalarını, “ölçülü” Türkiye’nin attığı kadar AB’nin de adım atmasını, “geri dönüşü mümkün” ise, yine Türkiye’nin politikalarına göre ileri ya da geri, “ince ayar” çekilebilecek AB tepkisine işaret ediyor.

Tüm bu diplomatik ifadelerin açıklaması şu; AB, Ankara’nın tam da tepesine - deyim yerindeyse - “Demokles’in kılıcını” yerleştirmiş duruma; AK Parti hükümeti – en çok da Doğu Akdeniz ve Ege politikalarında - birazcık kıpırdamaya başladığı anda o kılıç üzerine “yaptırım” olarak inecek.

AB bildirisinde neler var?

Gazetecilik tarihin müsveddesini yazmak, tarihçilere notlar bırakmaktır. Bu açıdan, bildiride öne çıkan unsurları tek tek yazmakta fayda var.

Öncelikle, AB mart zirve bildirisinin Türkiye bölümünün, bir önceki, Aralık 2020 zirvesindeki bildiriden farkları;

● 2020 Aralık zirve bildirisinde “Türkiye ile pozitif ajanda mümkün” denilerek, AB Komisyonu’na olası işbirliği alanları ve sıkıntılı konuları içeren bir rapor hazırlama görevi verilmiş, herhangi bir tavır alınmamıştı. Mart zirve bildirisinde ise Türkiye’nin başta Oruç Reis olmak üzere tüm araştırma gemilerini geri çekmesi, Yunanistan’la da istikşafi görüşmelere başlaması nedeniyle, olumlu anlamda bazı somut açılımlar var.

● Aralık zirvesinde olmayıp da Mart zirvesinde olan somut açılımlardan biri, AB’nin Türkiye ile olan yüksek düzeyli istişareleri iklim değişikliği, mülteciler ve terörle mücadele gibi konularda başlatma kararı alması (bu yüksek düzeyli istişarelerde de AB belli ki “kademeli” gitmeyi tercih etmiş; Çünkü daha önce siyasi ve ekonomik diyalog adı altında çok daha geniş kapsamlı yüksek düzeyli siyasi istişare mekanizması vardı. Şimdi konular sınırlanmış)

● AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptığı bir başka somut açılım, Türkiye’deki mülteciler konusunda halihazırda var olan AB programlarının sürdürülmesi için yeni mali kaynak aktarma niyeti. Bu konuda AB Komisyonu’ndan bir rapor hazırlanması istenmiş durumda. (Brüksel’deki kaynaklar bu mali yardımın yine birkaç senelik bir dönem için verilecek 4-5 milyar Euro’yu bulabileceğini kaydediyorlar. Tabi yine Türk hükümet organları üzerinden değil, uluslararası kuruluşlar üzerinden dağıtalacak bu para )

● Gümrük Birliği’nin genişletilmesi konusunda AB Liderleri, Komisyon’dan bir çalışma yapmasını da istediler bu zirvede; Komisyon’un hazırlayacağı çalışmaya göre, haziran ayındaki AB zirvesinde, Türkiye ile Gümrük Birliği’nin genişletilmesi ve modernleştirilmesi için müzakerelere “başlayıp başlamama” kararı verilecek.

Olumsuz unsurlar

AB’nin ortaya koyduğu bu “şartlarla dolu” pozitif ajandaya karşı, zirve sonuç bildirisinde çok olumsuz unsurlar da mevcut;

● En önemlisi; Bildiride Türkiye’nin tam üyelik sürecinden hiç bahsedilmiyor. Türkiye adeta “komşu ülke” konumunda ele alınıyor.

● Zirve bildirisinde Türkiye’de son dönemde hızla geri giden insan hakları ve demokratikleşme konularına “şöyle bir değinilmiş” durumda; Tıpkı AB ile üyelik konusunda hiçbir ilgisi olmayan Rusya, Gürcistan ya da herhangi bir üçüncü ülkeden bahseder gibi bahsedilmiş geri giden Türkiye demokrasisinden.

● Bildiride “tuzaklar” da var; Türkiye ile AB arasında mevcut olan ve çalışan Gümrük Birliği’nin “operasyonel anlamda gözden geçirilmesi” de kayıtlara geçirilmiş durumda. Bu diplomatik ifadenin altında Türkiye’nin Kıbrıs Rum Yönetimi ile olan ilişkileri gizli. AB ile yapılan Gümrük Birliği müzakereleri sırasında Kıbrıs hep mesele olmuş, ancak Rum Kesimi’nin AB’ye üye olmasından önce işlerlik kazandığı için Türkiye ile doğrudan sorun haline getirilmemişti.

Kıbrıslı Rumlar üye olduktan sonra, Türkiye’den resmi tanınma elde edebilmek için Gümrük Birliği’ni de kullanmaya kalkmışlar, Türk liman ve havaalanlarının Kıbrıs Rum bandralı gemi ve uçaklara, Türkiye pazarının Kıbrıs Rum etiketli mallara da açılması gerektiğini vurgulamışlar, ancak bu istekler AB içinde destek bulmamıştı. Belli ki, Rumlar şimdilerde Avrupalı ortaklarından bu desteği sağlamaya başlamışlar ki, bu madde zirve sonuç bildirisine girmiş durumda.

Ankara’nın “yaptırım” lafını duyduğunda araştırma gemilerini geri çekmiş olması, gemilerin yılbaşından bu yana sadece Antalya Körfezi ya da hiçbir anlaşmazlığın bulunmadığı Karadeniz’de kullanılması, belli ki AB cenahında “taviz tavizi doğurur” atmosferi yaratmış.

Bildirinin her yerinden bu okunuyor.

Bu arada şu soruyu da sormak gerekir elbette;

AK Parti hükümeti bir dönem Türk kamuoyunun en büyük gündem maddesi yapılan Mavi Vatan’dan hemen hemen hiç bahsetmezken, nerelerde o Mavi Vatan savunucuları? Neden hiç sesleri çıkmaz oldu?

Tüm yazılarını göster