AB üye adaylığından, Rusya/Çin kategorisine

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri hep inişli çıkışlı oldu. Ancak Türkiye’nin AB’ye üyelik başvurusu yaptığı günden bu yana, hiç bu kadar gergin olmamıştı.

1987’de resmi adaylık başvurusu ile başlayan AB üyelik serüveninde Türkiye, 1999 yılında “üye adayı ülke” sıfatını kazandı. İlişkilerin tepe nokta yaptığı tarih ise, AK Parti hükümetinin iktidardaki ilk yıllarına denk gelen 2005 oldu; Bu tarihte Türkiye ile resmen üyelik müzakereleri başladı.

Üye adaylığından, "ortak” olmaya doğru geri gidiş

Ancak bu tepe noktadan sonra üyelik serüveninde geri gidiş başladı. O kadar ki, AB’ye resmen üye adayı olan Türkiye, geçtiğimiz iki yılda sadece “ekonomik ortak” olarak nitelendirilir hale geldi.

Şimdilerde ise durum daha vahim; “Ortaklık” bile sıkıntıda. AB, Türkiye’ye resmen yaptırım uygulaması aşamasında.

AB nezdinde Rusya/ Çin kategorisine doğru...

AB liderleri “Türkiye’ye yaptırım” konusunu “bugün mü uygulasak, uyarıp mart ayına mı bıraksak” başlığı altında tartışadursun, Avrupa Parlamentosu bir adım daha ileri gitti bile;

AP’den geçen son kararda, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin resmen sonlandırılması çağrısı var. Parlamentodan büyük çoğunlukla geçen karar, Avrupa’daki Türkiye bakışını da gösteriyor; AB vatandaşları artık Türkiye’yi ne “tam üye”, ne “ortak” olarak görmüyor. AB’de Türkiye’ye biçilen yeni kimlik Rusya ve Çin gibi “sorunlu-hasım ülke” kategorisine doğru hızla ilerliyor.

İlişkilerin bu aşamaya gelmesinde Türkiye’nin AK Parti hükümetinin ilk yıllarında reform üzerine reform yaptığı hukukun üstünlüğü, demokratikleşme, insan hakları, dini özgürlükler alanlarında son dönemde iyice ivme kazanan geri gidişin payı büyük.

Ancak elbette bu geri gidiş sadece Türkiye’ye bağlı değil; Türkiye’deki kadar, Avrupa’da da yükselişte olan popülizmin payı da Türk-AB ilişkilerindeki geri gidişin en büyük nedenlerinden;

AB ülkelerinde popülist liderlerin kitleleri etrafında toplayabilmek için aradıkları “rakip/hasım” Türkiye’de vücut bulmuş görünüyor.

Fransa Akdeniz'de maraza çıkarıp Türkiye'yi Afrika'dan dışlıyor

Bunun en somut örneği Fransa; Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye ile gerginlik politikasının üç farklı yönü var;

• Macron öncelikle ülkesinde hızla düşen popülaritesini arttırmak için Türkiye ile gerginlikten medet umuyor, bir ölçüde başarıyor da.

• İkinci unsur Fransa Cumhurbaşkanı’nın Doğu Akdeniz gerginliğini bahane ederek, bunu ateşleyerek Türkiye’yi Afrika’dan uzak tutmaya çalışması; İşin kötüsü bu da işliyor. Son dönemde Libya’da sahada askeriyle, güvenlikçisiyle, iha/sihalarıyla var olan Türkiye’nin, ülkenin geleceğinin belirlendiği görüşme masalarından dışlanması, Fransa’nın politikalarının uluslararası alanda kabul gördüğünü de ortaya koyuyor.

• Üçüncü unsur ise diplomasi yerine militarizmin öne çıkarıldığı politikalarla, dünyanın önde gelen silah satıcılarından Fransa’nın çıkar sağlaması oluyor; Yunanistan’in Fransız Rafael uçaklarına talip olması, aynı uçaklardan Birleşik Arap emirliklerine de satılması buzdağının sadece görünen kısmı.

En büyük kazanç Rum/Yunan hanesine

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hırpalanmasının en büyük kazancı ise, Kıbrıslı Rum/Yunan hanesine yazılıyor. Atina ve Güney Kıbrıs önderliğinde Doğu Akdeniz’de Türkiye açısından tarihinde hiç görmediği kadar büyük koalisyon oluşmuş durumda.

Libya’yla deniz egemenlik sınır anlaşması önce Akdeniz’in batısına, ardından da Afrika’ya el atmak üzere yola çıkan Türkiye ise şimdilerde en yaşamsal davasında, Doğu Akdeniz ve Ege’de ciddi sıkıntı yaşıyor. AK Parti hükümetinin Doğu Akdeniz’den, Libya’ya, Suriye’den Karabağ’a kadar her yönde izlediği militarist politikaları, yarattığı milliyetçi dalga ile şimdilik iktidar cephesine küçük bir soluk aldırmış gibi görünebilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde kişisel olarak yüklendiği Macron’a, sosyal medya üzerinden “okul arkadaşım Emmanuel Macron’a dostça bir tavsiye; ilerle, bekleme yapma, devam et” diye mesaj atan Türk diplomatın Paris’e Büyükelçi olarak atanması gibi sembolik jestler de milliyetçi duyguları besleyebilir. Hatta buna, son dönemde ülkedeki insansız hava aracı üretimine ve yurtdışına satışında yaşanan ivme de eklenebilir. Ancak hepsi bu kadar.

Şu unutulmamalı;

Ne içerde artan milliyetçi duygular, ne de tek bir sektörün, tek bir malzemesinin satışı Türkiye’nin sıkışan ekonomisini düze çıkarabilir. AB üyesi ülkelerin zaten tek tek sessizce başlattıkları silah ambargosunun üzerine bir de resmi AB ekonomik yaptırım kararı alınırsa, Türkiye’nin o pek hevesle beklediği yabancı yatırımlar da, ülke ekonomisinin düzeltilmesi de zora girer.

Eskilerin bu konuda çok güzel bir sözü vardır;

Şimdi şapkayı önüne koyup düşünme zamanı...

Tüm yazılarını göster