Avrupa Birliği’nin Dış Politika Yüksek Temsilcisi, bir önceki AB zirvesinde kendisine verilen görevi yaptı; Türkiye konusunda ayrıntılı bir rapor hazırladı. AB Temsilcisinin 17 sayfalık raporu, Türkiye’nin iç politika, dış politika ve ekonomideki mevcut durumuna, AB ile ilişkilerine ayna tutar nitelikte. Ve maalesef bu aynada görünenler hiç parlak değil.
Öncelikle dış politika;
AB raporunda Türkiye’nin Rusya, Venezuela, Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ politikalarına eleştiriler var.
En sert eleştiri Suriye konusunda; Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde destek verdiği silahlı milislerin sivillere yönelik insan hakları ihlalleri, bölgede yapılan demografik değişikliklerden özellikle bahsediliyor raporda.
Karabağ konusunda ise Türkiye’nin AB ile birlikte hareket etmemesi eleştirilirken, Ermenistan ile sınırın açılması beklentisi ifade ediliyor.
Türkiye’nin izlediği Doğu Akdeniz ve Ege politikasında son üç ay içinde yaptığı değişikliklerden ise AB raporunda övgüyle söz edilmiş; Oruç Reis’in geri çekilmesi, Ankara’nın Atina’yla diyaloğa girmesi, Kıbrıs’ta müzakerelerin başlayacak olması hep övgü hanesinde yer alıyor.
Raporda, Türkiye’nin Rum Kesimi’ni tanımamasının Türk-AB ilişkilerinde ekonomiden güvenliğe, suçla mücadeleden, adalet alanında işbirliğine kadar pek çok alanda ciddi sıkıntıya yol açtığı ifade ediliyor. Rumlar’ın OECD üyeliğinin Türkiye tarafından bloke edilmesi eleştiriliyor. Kısacası, yine bilindik mesaj tekrarlanıyor raporda Kıbrıs konusunda; Türkiye eğer Rumlar’ı tanımazsa, üyelik ilişkileri de ileri gitmez.
Türk iç politikası konusunda ise AB raporu tam bir “geri gidişten” söz ediyor;
Bu geri gidiş için milat 2016 darbe girişimi olarak alınmış raporda; Bu tarihten sonra hukukun üstünlüğü, insan hakları, yargı bağımsızlığının sürekli geri gittiğine, yönetim yetkisinin tek merkezde toplandığına vurgu yapılıyor. 2018 referandumu ile gelen rejim değişikliğiyle “denge- denetim” mekanizmasının olumsuz etkilendiğini vurgulayan rapor, hükümetin tüm devleti ve kamu kurumlarını yeniden yapılandırdığını, kurumların özerkliklerinin büyük ölçüde zarar gördüğünü ifade ediyor. Parlamentonun rolünün ise ciddi oranda azaldığı tespiti yer alıyor raporda.
Raporda dikkat çeken bir başka eleştiri ise hükümet yetkililerinin AB üye ülkelere karşı kullandıkları “agresif söylem”.
Ekonomik ilişkiler başlığında da durum çok parlak değil;
● AB hibe ve yardımları konusunda;
AB’nin Türkiye için ayırdığı üyelik öncesi yardımın insan hakları ve özgürlükler alanındaki geri gidiş ve Doğu Akdeniz krizi nedeniyle sürekli kesildiği, sonuçta 2014-2021 için öngörülen bütçenin ancak üçte birinin kullandırıldığına vurgu var. 2021-2027 bütçesinde de durumun pek farklı olmayacağı öngörülüyor.
AB yardımlarının kullanılacağı alanların da yine demokrasi ve insan hakları alanları olacağının ifade edildiği raporda, yardımların ve hibelerin hükümet organlarından çok, özel sektör ve sivil topluma yönlendirilmekte olduğu notu da var.
Bu çerçevede Avrupa Yatırım Bankası ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın Türkiye’deki operasyonlarının da özel sektör odaklı yürütüldüğü vurgulanıyor.
● İkili ekonomik ilişkiler konusunda;
2020 ticaret hacminin 132.5 milyar Euro olduğunun vurgulandığı raporda, Türkiye’nin ihracatının yüzde 41’inin, ithalatının ise yüzde 30’unun AB’yle olduğu, AB’nin (2018 rakamına göre) 58.5 milyar dolarlık yatırımla, halen Türkiye’deki en büyük dış yatırımcı olduğu bilgisi paylaşılıyor.
Ancak Türkiye’nin Gümrük Birliği içinde olmasına rağmen, Gümrük Birliği kurallarına sistemik şekilde aykırı hareket ettiği de yazılı raporda;
Buna örnek olarak ise Türkiye’nin 3. Ülkeler için (3. Ülke malları AB üzerinden alınacak bile olsa) koyduğu ek gümrük vergileri, AB firmalarının Türk pazarına girmelerinin zorlaştırılması (izleme önlemleri, hassas bilgilerin paylaşılmasının istenmesi, aşırı test ve sertifikasyon gibi) gösteriliyor. Raporda, Gümrük Birliği anlaşmasına aykırı şekilde, Türkiye’nin üçüncü ülkelerle farklı ticaret anlaşmaları yapması da eleştiriliyor.
Gümrük Birliği Anlaşmasının genişletilmesinin hem Türkiye, hem AB’ye yararlı olacağı görüşünün de yer aldığı raporda, AB liderlerinden Gümrük Birliği genişletilmesini müzakere etmek için Komisyona yetki vermeleri isteniyor. Enerji ve ulaştırma konusundaki işbirliklerinin ise yine Türkiye’nin Kıbrıslı Rumlar’ı tanımaması nedeniyle yürümediği vurgulanıyor raporda.
Raporun sonunda ise komisyonun önerileri sıralanmış;
Tam bir “havuç-sopa” ilişkisi öngörülüyor raporda Türkiye’ye için;
“Havuç” kısmında, 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıyı barındıran Türkiye’ye ek yardımlar yapılması önerisi var.
“Sopa” kısmında ise “alınacak önlemler geri dönüşü olabilecek, odaklı ve ölçülü olmalı” notuyla birlikte, Türkiye’nin başta Doğu Akdeniz olmak üzere, AB ile işbirliği yapmaması başvurulabilecek yaptırımlar listelenmiş;
● Aralık ayındaki AB zirvesinde koyulan yaptırımlara ek listeler hazırlanabilir;
● Gerekirse yaptırım listelerine kurumlar da dahil edilebilir;
● AB-Türkiye ekonomik işbirliğinde, Avrupa Yatırım Bankası ve diğer mali kurumların operasyonlarında ekstra kısıtlamalara gidilebilir;
● Türkiye’nin turizm gibi stratejik ekonomik sektörleri hedef alınabilir; üye ülkelerin Türkiye için negatif seyahat önerileri yayınlamaları sağlanabilir;
● Enerji ve ilgili sektörlerde, bazı mal ya da teknolojilerin ithalat ve ihracatına yasak getirilebilir.
Kısacası AB, bazen “ödül”, bazen “eleştiri”, bazen “yaptırım” kullanarak Türkiye'yi "bir kol boyu uzakta" tutmakta kararlı.
İşin ilginci, rapordaki satır aralarından Ankara'nın da buna razı olduğu sonucu çıkması...