AB ile kavga...

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

İktisat “bilimini” (hala şüpheli) fizik gibi pozitif bilim haline getirmek için çok uğraş verildi. Özellikle neo-klasik iktisatçılar bu konuda öncüllük yaptılar. Fark etmedikleri olgu bunu yaparken kendilerinin de ideolojik davrandıkları idi. İktisat teorisini iktisatçılar yapar. Ancak iktisatçı olguları takip eder, iktisat politikalarını da politikacılar uygular. Bundan dolayı en iyi iktisat politikasını hükümete sunduğunuz da bile istenilen amaca erişebilme garantisi yoktur.

Bunun ana nedeni de siyasetçilerin iktisat politikalarını uygularken sadece iktisadi kaygılarla hareket etmemesi. Siyasetçinin ana amacı tekrar, tekrar iktidara gelmektir.

Dolayısıyla kararlar alırken iktidarda iken çeşitli kısıtlarla hareket ederler. Belirleyici olan seçmenin parti tercihindeki davranış biçimidir. Bu noktada da seçmenin rasyonel davranış biçimi analize girer. Eğer seçmen partizan seçmen (yani her durumda tek bir partisi olan) değilse oy verirken gelir düzeyindeki artışa, eğitim kalitesine, sağlık hizmetlerinde niteliksel ve niceliksel değişime bakar.

Türk halkının çoğunluğu sanılan aksine partizan biçiminde oy kullanmamakta. Son 18 yıldır AK Parti’ye oy vermesinde özellikle sağlık, ulaşım gibi hizmetler de iyileşme belirleyici oldu.

Hatta bunlara ulaştığı için bazı seçmenler kimi popülist politikalara da evet dedi.

Ancak şu anda kafası karışık olanların sayısı artıyor. Anlamakta zorlandıkları olguların başında da ekonomideki gerçekleşmeler ve izlenen dış politika.

AB’de yolu şaşırmak

Türkiye 2005 yılında AB ile tam üyelik görüşmelerine başladı. Hedef 2013 de tam üyelikti. Olmadı. 2023 yılına az kaldı, on yıllık gecikme ile üye olma şansımız var mı? Zor. Hatta gümrük birliğini bile yitirebiliriz. Çünkü Türkiye’de siyasal erk AB ile kavgaya 2011 de başladı, 2014 sonrası bu genel bir eğilim haline geldi. Bunu yaparken ekonomik gerçeklerden de uzaklaştı. Adeta kendi bindiği dalı kesmeye başladı. Örneğin Türkiye, istikrarlı döviz girişi kaynağı olan, istihdama katkı veren doğrudan yabancı yatırımların (DYY) 2002-2019 döneminde %73.1’inin Avrupa ülkelerinden geldiğini unuttu. Tek başına Hollanda bu dönemde toplam DYY’ın %16’sını getirdi. Fransa’nın DYY’daki payı %4.6, Almanya’nın %6.1. Bir aralar yere göğe sığdıramadığımız, şimdiler de sorun yaşandığımız körfez ülkelerinin tamamının toplam DYY’daki payı ancak %6.9 oldu.

Yine Türkiye için vazgeçilemez olan ihracatta da ilk sırada AB var. Eylül 2019-2020 itibari ile duruma bakalım. Ocak-Eylül 2019 döneminde toplam ihracatın %43’ü, 2020’de %41.4’ü AB ülkelerine yapılmış.

Buna diğer Avrupa ülkelerini de kattığımız da oranlar %56.4 ve %55.6 olmakta.

Türkiye Avrupa ile Osmanlı Devleti’nden bu yana iç içedir Kavga etmiştir, emperyal davranışlar görmüştür, ancak bu ülkemizin yerini değiştirmez.

Unutmayınız Fransız tarihi bizden çok İngiltere ve Almanya ile olan savaşları anlatmakta. Bundan dolayı iktisadi kararlar verirken rasyonel seçmeni unutmayalım, o bunları izliyor.

Haftanın Kitabı: David Runciman, Özgüven Tuzağı: I. Dünya Savaşı’ndan Günümüze Bir Buhranlı Demokrasi Tarihi.

Tüm yazılarını göster