Türkiye, 2002 yılında 36,2 milyar dolarlık ihracat yapmıştı. 47,9 milyar dolar yıllık ihracatla tamamlanan 2003’ün sonunda dönemin Dış Ticaretten Sorumlu Ekonomi Bakanı Kürşad Tüzmen, “İlk hedefimiz 2010’da 100 milyar doları aşmak, cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılında da 500 milyar dolarlık ihracat yapan Türkiye olmak” diyordu. Tüzmen, uzun süren bakanlık görevinin sonuna geldiği 2009’da, Türkiye 101,9 milyar dolarlık ihracat yapmayı başarmıştı. O dönemde Türkiye’ye giren ‘doğrudan yabancı sermaye miktarı’ da rekor seviyelerdeydi (2006’da 20,2 milyar dolar, 2007’de 22 milyar dolar, 2008’de 19,9 milyar dolar) ve aslında üretim kapasitemizi artıran, ihracatı ateşleyen en önemli etkenlerden biriydi. 2014’e kadar devam eden yüksek tempolu ihracat artışlarıyla Türkiye, ciddi başarı yakalamıştı. Sonraki 6 yıl (2021’e kadar) düşe kalka bir ihracat serüveni yaşadık. 2021’de ise tekrar yüzde 20’li yıllık artış dönemlerinde olduğu gibi güçlü bir atakla yıllık ihracatımızı ilk kez 200 milyar doların üzerine taşıdık ve 225 milyar dolara çıkarmayı başardık. Bu yıl 250 milyar doların üzerinde olacak. 2023 yılı sonunda muhtemelen 270-300 milyar dolar arası yıllık ihracat rakamıyla karşılaşacağız. Yani 500 milyar dolarlık 2023 ihracat hedefimizin çok gerilerinde kaldık.
Bazen rastgele söylemlerle Türkiye’nin ‘ihracat başarısı küçümsense de hatta yüksek enflasyonun suçlusu sanılsa da’ ülkemizin fiziki döviz kazancının en büyük kalemi ihracattır. Türkiye’nin döviz açığının hem faizler hem de enflasyon cephesinde ne büyük bir bela olduğunu herkes bilir. Peki, Türkiye’nin 2023’te ulaşamayacağı 500 milyar dolarlık ihracat hedefine yakın bir tarihte ulaşmak mümkün olabilir mi? Bu soruyu siyasilere ve ihracatçılara sorunca kendi pozisyonlarına göre ‘duygusal’ cevaplar alıyoruz. ‘Uluslararası doğrudan yabancı sermaye girişiyle ihracat arasında doğrudan ilişki olduğunu’ da dikkate alarak konuyu, yabancı sermayenin yatırım, ortaklık ve satın almalarına danışmanlık yapan bir isimle konuşmak istedim. Koç Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi okuduktan sonra Toulouse School Of Economics’de master yapan, ardından Koç’ta Hukuk Lisansı, New York Üniversitesi’nde Hukukta Master eğitimi alan Faruk Aktay, çok sayıda yabancı firmanın Türkiye’deki yatırımlarına danışmanlık yaptı. Sıfırdan yatırımların fiziki ve hukuki adımlarını ‘anahtar teslimi’ gerçekleştiren bir isim. Aktay, Türkiye’nin makro dengelerinde küresel enerji krizinin etkisiyle büyüyen sıkıntıların geçici olduğuna inanıyor. “Elbette ithalattaki hızlı artışın nedenlerini konuşabiliriz ancak ihracattaki sınırlı artışın sebepleri üzerine daha detaylı düşünmemiz gerekir” diyor ve şöyle konuşuyor: “Hem ekonomimizi yöneten siyasilerimiz hem de ihracat örgütlerimizin başkanları, 2023 yılı hedefimizin 500 milyar dolar olduğuna inandılar ve uzun süre bu hedef için çalıştılar. Şimdi bu hedefe neden ulaşamadığımızın detayla incelemesi gerekir. Bence 500 milyar dolar yıllık ihracat hedefine yakın bir tarihte ulaşmak hâlâ mümkün. Bunun için ‘Özellikle çok yüksek dış ticaret açığı verdiğimiz ülkelerle ikili ticari ilişkilerimiz’ kesinlikle gözden geçirilmeli. Buna ek olarak ‘bölgesel ticari ilişkilerimizi’ de cesaretle derinleştirmeliyiz. Türk cumhuriyetleriyle, orta doğu ve Afrika ülkeleriyle, Avrupa ve ABD ile ticaretimizi hızla artıracak yeni açılımlara ihtiyacımız var. İhracatçı sektörlerimize ‘hizmet ihracatını’ çok detaylı ve güçlü şekilde eklemeliyiz, mali müşavirlikten hukuk hizmetlerine kadar. Sanayi yatırımlarımızın bundan sonra ‘yüksek teknoloji üreten nitelikte olmasını’ sağlamalıyız. ‘Küresel ticarette önümüze konulan engeller’ için de çok agresif mücadele etmeliyiz.”
“Ticaret ortaklarımızla acilen masaya oturalım”
Faruk Aktay, ikili ticari ilişkilerin gözden geçirilmesi konusunu şöyle detaylandırıyor: “Türkiye Avrupa Birliği (AB) arasındaki ticari ilişkilerimiz bir dengeye oturmuş. Ancak AB’den daha büyük iki pazar olan ABD ve Çin özelinde pazara erişim noktasında çok gerideyiz. Örneğin; ABD’ye ihracatımız 14 milyar dolar ki bu ülkenin ithalatı içinde binde 4 seviyesindeyiz. Çin’e ihracatımız 3,6 milyar dolar ve bu ülkenin ithalatı içindeki payımız binde 1’de kalıyor. Sadece ABD ve Çin pazarına ilave yüzde 1’lik ihracat artışı bize 50 milyar dolar ek ihracat getirir. Bu ülkelerle ticaretimizi AB seviyesine çıkarabilirsek ek 200 milyar dolar ihracat zaten mümkün. Biz nedense büyük ticaret açığı verdiğimiz ülkelerle bu açığımızı müzakere bile etmiyoruz. Sadece Rusya ve Çin’e 2021 yılında 51,8 milyar dolarlık ticaret açığı vermiş durumdayız. Bu sene bu rakam 10 ayda 72,6 milyar dolara ulaştı. Bu iki ülke ile kapsamlı ticari müzakerelere hemen başlanmalı.”
Yabancı sermaye yeni fabrika kurmaya da almaya da istekli
Faruk Aktay, yabancı şirketlerin küresel ekonomik şartlara rağmen Türkiye’ye yatırım yapmak için çok istekli olduklarını belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Sadece son birkaç ayda Türkiye’den 10 milyon doların üzerinde 5 tane satın almaya danışmanlık yaptık. Dünya çapında çok büyük yatırımcıların ilgisinin yüksek olduğunu görüyoruz. Küçük ve orta ölçekli sanayi şirketlerimize büyük ilgi var. Müşterilerimizden bazıları Türkiye’den üretici firma satın alıp onların ürettiklerini yurt dışına ihracat ya da e-ticaret şirketleri aracılığıyla pazarlamak istiyorlar. Türkiye’yi üretim ve tedarik zincirine dâhil etmek istiyorlar. Kozmetikten evcil hayvan ürünlerine, petrokimyadan otomotive kadar yayılan ilgi var. Ayrıca Türkiye’deki start-up girişimcilere de büyük ilgi var. Türkiye’ye en çok ilgi gösteren ülkelerin, Hollanda, İsviçre ve Almanya olduğunu söyleyebilirim. Geçtiğimiz hafta İspanya, Fransa ve Almanya’da yatırımcılarla toplantılar yaptık. Türkiye’nin çeşitli riskler taşıdığını da biliyorlar ama Avrupa pazarındaki durgunluğu daha riskli görüyorlar. Bu nedenle Avrupa’daki birçok üretici üretimini Türkiye’ye taşımak istiyor. Uzak Doğu’da yatırımları olanlar da üretimlerini Türkiye’ye taşımayı planlıyor. Bu fırsatları iyi değerlendirmeliyiz.”