Başlıktaki rakamın anlamı: Hollandalı (17’nci yüzyılda Felemenkli) ressam Rembrandt’ın en en en ünlü tablosunu, Koronazedeler ekranlarında en en en yakından görsünler diye tablonun fotoğrafı çekildi: Bu fotoğraf, en en en ayrıntıyı göstersin diye 3.63 metreye 4.37 metre tablo, dijital olarak 24 yatay ve 22 dikey bölgeye “ayrıldı.” Her bir bölgede piksellerin “arası” 20 mikrometre (0.02 milimetre) olacak şekilde fotoğraflandı. Toplam piksel sayısı 44 milyar 804 milyon 687 bin 500 oldu. [Piksel, bir ekranda oluşan görüntüde insan gözünün ayırt edebileceği en küçük birim].
Şimdi https://bit.ly/2LJ32qy adresine giderseniz, ekrana çıkacak resmin üzerine tıklayarak görüntüyü tık-tık büyütebilirsiniz: Karşınızda, gelmiş geçmiş en ünlü tablolardan “Gece Devriyesi/Bekçileri” (1642).
Tablonun sergilendiği, Amsterdam’daki Rijksmuseum’da, tabloyu “bu kadar yakından” görmek asla mümkün değil. Zaten müzelerde tablolara 2 metreden daha yaklaşılamaz. Hatta bazısında (en iyi örnek Mona Lisa) izdihamdan, o tablo uzaktan, bir leke olarak olarak görülür, çünkü cam bir koruma arkasında durur. Bazı tablolar, izleyiciden daha da uzakta, kurşun geçirmez camla korunur. Çünkü tarihte, tablolara asit atan mı ararsınız, silah çeken mi, bıçakla saldıran mı? Ya da bazıları o kadar “başarılı” soygunlarla çalınır ki bir daha izine rastlanmaz (Boston’da Isabella Stewart Gardner Müzesi’nden 1990’da çalınan 500 milyon dolar değerinde 13 tablo hâlâ kayıp).
İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler de işgal ettikleri her yerde “önemsedikleri” sanat eserlerine, tablolara el koyup, gizli adreslere istiflemişlerdi: Savaştan sonra Hitler, Avusturya’da Linz şehrinde dev-ötesi bir müze açacak, hepsini orada sergileyecekti.
Nazilerden ve savaştan korumak için çoğu Avrupa müzelerindeki eserler madenlere, mağaralara, mahzenlere, yeraltı sığınaklarına taşındı. Bu “tek cümleye sığan” işlem, binlerce tablo, yüz binlerce heykel ve benzeri sergi parçası, milyonlarca çizim, belge, kayıtların müzelerden alınıp güvenli yerlere saklanması demekti. Hitler 1943’te “Berlin üzerine asla bomba düşmeyecek” demişti, ama yanıldı. Savaş Almanya’ya yaklaştıkça orada da müzelerden eserler “güvenli” yerlere taşınmaya çalışıldı. Taşınamayıp kalanları Batılı Müttefikler, “Aman Rusların eline geçmesin” diyerek yeniden kaçırdılar. Kaçıramadıklarını Ruslar alıp götürdü: Örneğin, 1873’te Türkiye’den Almanya’ya götürülen Truva Hazineleri’ni Berlin’de, Batılılardan önce Ruslar buldu… Eserler halen Rusya’da.
Hollanda’da ise güvenlik önlemleri, savaş yaklaşırken daha 1939 yaz aylarında alınmaya başlanmıştı: “Gece Devriyesi/Bekçileri” başta, paha biçilmez tablolar, eserler ve diğer ulusal miras çeşitli yerlerde saklandıktan sonra (bir kısmı) 1942'de kırsalda yerin 35 metre altında inşa edilen, duvarları 9 metre kalınlıkta betondan bir sığınakta savaşın bitmesini beklediler. Hollanda Nazi işgalinden 1944’te kurtulunca gizlenen bütün sanat eserleri sığınaklardan çıkartılıp müzelerdeki yerlerine konuldu.
**
Ara Not: Nazilerin Avrupa’da 12 yıl süren sanat eseri hırsızlığını nasıl yaptıkları, savaş biterken bu eserlerin yerlerinin Amerikan kuvvetleri tarafından nasıl saptandığı, tam bir dedektiflik öyküsüdür. 2014’te George Clooney’li bir Hollywood filmine (https://cutt.ly/dyAYtnV), 2008’de ise 2 saatlik bir belgesele konu olmuştu (https://cutt.ly/PyAmQOi). 1964’te John Frankenheimer’in yönettiği “The Train” (Tren) filmi de konuya dair gerçekleri kurgusal bir senaryoda Burt Lancaster, Paul Schofield, Jean Moreau ile sinemaya taşımıştı (https://cutt.ly/CyARETx).
**
Hollanda Ulusal Müzesi (Rijksmuseum) 1880’lerde inşa edilirken sadece “Gece Devriyesi/Bekçileri” için özel bir salon tasarlanmıştı. Müze 2003 – 2013 arasında 10 yıl süren bir yenilenme geçirdi. Tablo, yan binaya taşındı, on yıl orada sergilendi. Amsterdam yönetimi, şehre gelen turistleri Rembrandt’ın simge eserinden yoksun bırakamazdı. Tablo yeni yerine Nisan 2013’te taşındı. Ama, “turistik bir şenlikle” sokaktan götürüldü: İçinde saklandığı sandığın üzerinde tablonun resmi. Renovasyon sponsorlarının isimleri. Kaldırımda alkışlayanlar. Fotoğraf çekenler. Tabloyla birlikte yürüyenler. Örneksiz bu ulusal kültür mirasını taşıma işleminin coşkusunu izleyebilirsiniz: https://cutt.ly/JyItVDS
Tablo, binanın ikinci kattaki yerine çıkabilsin diye, giriş katı tavanında tablonun geçebileceği kadar bir bölüm kesilmişti. 10 yıl önce oradan indirilen tablo, aynı yarıktan yukarı çıkartıldı. Bu medyatik tablo, Rembrandt’ın 350’inci ölüm yıldönümü (2019) dolayısıyla müze ziyaretçilerinin huzurunda (ve web’den canlı yayınla) restore edilmeye başlandı. Bu iş halen sürüyor (https://bit.ly/2ylbXeQ).
Müze, 2019’da 2.7 milyon ziyaretçi ağırlamıştı. Amsterdam Ekonomi Kurumu (AEB), şehrin sadece yabancı turistlerden yıllık turizm kazancını 10.3 milyar Euro olarak hesaplıyor. Bu rakamlarda Rembrandt’ın payı büyük olsa gerek. 2020’deki muazzam turizm kaybından ise Korona sorumlu olacak.
Tabloya, değil birkaç metre, birkaç santimetre yakından bakınca, normalde gözün görmeyeceği çok şey görülüyor: Yüzeyde oluşan çatlaklar, Mars’ın kurumuş dere yatakları gibi. 1911 ve 1975’te tabloya bıçaklı saldırının “silinen” izleri. 1990’da tabloya asit atan saldırganın bıraktığı iz. Ve elbette tabloyu eşsiz kılan sanatın fırça darbeleri. Ve ayrıntılar: Örneğin, tablonun sol kesiminde “bir silahın barutla doldurulduğu” görülüyor. Tablonun orta kesiminde bu silah “patlamış.” Sağa doğru gidince, aynı silahı birisi “temizlemekle” meşgul.
Bu eser gibi pek pek yakın plandan dijitale aktarılan bir başka eser ise komşu Belçika’da Gent/Ghent şehrinde St. Bavo Katedrali’ndeki “Mihrap Resmi”. Meşe ağacını tuval gibi kullanan Jan van Eyck’ın bu eseri, bir kısmı dolap kapağı gibi açılıp kapanabilen 12 panelden oluşur. 1426-32 arasında yapılan, 4.4 metreye 3.5 metre eserin ağırlığı 2 ton!! Bu nedenle tablo gibi taşınamaz, katedralin mihrabında binanın “bir parçası” olarak durur. [Ama bu özelliği Nazilere vız gelmiş. Bir gece yarısı, eserin tamamını söküp götürmüşler. Savaştan sonra bulunmuş, geri getirilmiş. Şimdi kurşun geçirmez cam arkasında. Eserin 7 kez çalınması, iki panelinin bir daha bulunamaması gibi ilginç ayrıntılar, apayrı bir konu].
Bu esere uzaktan bakarak “ayrıntı zenginliğini” anlamak mümkün olamıyordu. Ama nihayet, dijital fotoğrafı çekilebildi. Büyük kısmı 20 cm X 15 cm boyutlarında bölgelere ayrıldı, daha ayrıntılı kayıt için eserin bazı kısımları daha dar (8 cm X 6 cm) tutuldu. Sonuçta, ortaya 100 milyar piksellik bir fotoğraf çıktı. (Üç cümlelik bu özetin karmaşık arka plan teknolojisi için: https://cutt.ly/xyDcuEA).
Gent/Ghent Güzel Sanatlar Müzesi (MSKGent), eserin dijitale aktarılmasını odağına alan gelmiş geçmiş en kapsamlı Jan van Eyck sergisini 1 Şubat’ta açtı. Serginin adı, resim sanatında devrim yapan sanatçıya çok uygundu: “Optik bir Devrim”. Jan van Eyck, yağlı boyayı, bu eserinde (ve diğerlerinde) öylesine yenilikçi bir üslupla kullanmıştı ki, görselliğinin örneği yoktu. Eserin defalarca çalınması, bu cazibesinden… Hatta Nazi lideri Hitler ile “sağ kolu” Göring ikisi birden ayrı ayrı sahiplenmek istemişler. Az biraz başarmışlar da… Şimdi ise 100 milyar piksel sayesinde “Rönesans’ın bu ilk tablosu”, bütün dünyanın bilgisayar ekranlarında tıklanarak büyüyor büyüyor. Ve neden sergiye “Optik bir Devrim” denildiği her tıklamayla anlaşılıyor. [Korona kurbanı olup kapanan sergiyi sanal görebilirsiniz https://cutt.ly/6yDnsw6. 60 Sterlin değerinde 490 sayfalık kataloğu için https://cutt.ly/WyDnkMP].
Hollanda ve Belçika’da sadece iki müzenin, sahip oldukları kültür mirasını dijitale aktararak dünyanın paylaşımına sunması, Korona-sonrası “bütün” sanat sunumlarının nasıl bir evrim geçirmek zorunda kalacağının ipucunu verdi: Bir sanat eserini “bu kadar yakından” ve üstelik müzeye/sergi yerine gitmeye gerek kalmadan, bir bilgisayar ekranından enine-boyuna görebilme fırsatı, dijitalleşme sayesinde mümkün oldu. Bunun sağladığı yenilikçi olanaklar, fırsatlar müze/sergi kavramını yeniden tanımlamayı gerektirecek.
Korona Krizi’nde yerli – yabancı müzeler kapılarını kapattılar ama pasif bir şekilde kenarda durmadılar: Koleksiyonlarını web’de açtılar. Yarıda kalan sergilerini film/video ile YouTube’da yayınlayanlar oldu. Bunların içinde en mükemmelini BBC, Londra’da Ulusal Resim Müzesi’nde (National Gallery) 16 Mart’ta açıldıktan 3 gün sonra kapanmak zorunda kalan Rönesans devi Tiziano/Titian Sergisi için çabucak örgütlenerek yaptı: Sergideki “anıtsal” 6 tablo hakkında şahane-ötesi bir belgesel hazırladı, yayınladı. [Sanat belgeseli nasıl hazırlanır, nasıl sunulur, görselliğine eşlik eden müziğine kadar “kendisi” nasıl bir sanat eseri olur: https://bit.ly/2WjdKu6].•