“Ülkemiz nesiller boyunca yüksek enflasyonda yaşamış ve devalüasyonun uluslararası rekabet için gerekli olduğuna inanmıştır. Dünyada uzun süre yüksek enflasyonla yaşayan bir ülke yokken ve diğer ülkelerde enflasyonu tek haneli hatta %2-3 bandına indirmeyi hedeflerken bizim de bu doğrultuda ilerlememiz gerekmektedir. Enflasyonu düşürmek sadece fiyat artışları açısından değil; aynı zamanda kalkınma hedeflerimizi yakalamak için de büyük önem taşımaktadır. Düşük enflasyon, eğitimden teknolojiye, gelir dağılımından küresel rekabete kadar birçok alanda başarının anahtarıdır. Bu nedenle enflasyonu kontrol altına almak benzersiz bir kaldıraç görevi görecektir.”
Bu sözler Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ali Bahar’a ait. Odanın aylık yayını olan ATSO Vizyon gazetesinde, Bahar, üyelerine böyle mesaj veriyor.
Türkiye çok uzun yıllardan beri yüksek enflasyonla yaşayan bir ülke. Bu süreç öyle uzun ki; nüfusumuzun büyük kısmı enflasyonsuz hayatın nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Esasen, bunun nimetlerini geçtiğimiz yıllarda kısa da olsa deneyimledik. Ama yoldan saptık; vatandaş için hayat pahalılığı, iş dünyası için artan maliyetler, yeniden gündemimizin ilk maddeleri oldu. Bilincimiz yeniden “korunma” moduna girdi. Bir ülkenin insanları geçinmenin, şirketleri maliyetleri yönetmenin derdine düşmüş iken, kurumsal yapı, eğitim, adalet, teknoloji, ar-ge, küresel rekabet gibi konular öncelik sıralamasında ister istemez geri kalır. İşte bugün yapmaya çalıştığımız düşük enflasyon mücadelesi, sadece geçim ve maliyet kaygısından kurtulmamızı değil, bizi ileri taşıyacak diğer unsurlara odaklanmamızın önünü açacak olması açısından önemli. Bu nedenle Bahar’ın ifadeleri çok değerli.
Aralarında TOBB ve TİM’în de olduğu çok sayıda STK’nın yöneticisi “önümüzde 4 yıllık bir fırsat dönemi var” anlamında açıklamalar yapıyor. Haklılar da. Türkiye özellikle 2021-2023 döneminde bozulan ekonomik dengeleri ile büyük kayıplar yaşadı. Enflasyondan hayat pahalılığına, ücretlerden gelir dağılımına, döviz rezervlerimizden uluslararası kredibilitemize kadar pek çok alanda geri gittik. Şu anda bu kayıpları geri almak uygulanan bir politika karması var ve önümüzde seçimsiz geçecek 4 yıllık dönem bir fırsat.
Ancak, bir yandan da 4 yılı fırsat dönemi olarak görmek, bir sonraki seçim döneminde kazanımlarımızın yine riske gireceğini baştan kabul etmek anlamına gelmiyor mu? Bizim fabrika ayarlarımız, devlet sistemimiz, seçim öncesinde makul politikalardan sapmayı ve ekonomimizin, sosyal hayatımızın seçimden seçime dalgalandığı, konjonktüre göre değiştiği bir anlayışa işaret etmiyor. Bu yüzden, akılcı ve disiplinli politikaları bir sonraki seçime kadar değil, daimi olarak devam ettirmemiz gerekir. Tıpkı önceki hafta açıklanan kamuda tasarruf paketinin üç yıl değil, sürekli uygulanması gerektiği gibi.