20. yüzyılın soğuk savaşı ABD ile SSCB arasındaydı. 21. yüzyılın soğuk savaşının ise ABD ile Çin arasında geçeceği neredeyse kesin gibi.
Soğuk Savaş ya; ilk adım da -ironi gibi- dünyanın en soğuk yerlerinden birinde, Alaska’da yaşandı.
Çin-ABD ilk yüz yüze heyetler arası görüşmesinin yeri ve zamanlaması gerginliğin ilk izlerini ortaya koydu.
ABD’de daha önceki Başkan değişimlerinde, Amerikan Dışişleri’nin rutin uygulaması, Çin’le ilk heyetler arası görüşmenin Pekin’de yapılmasıydı. Ama bu kez Washington yönetimi Çin’le ilk görüşmeyi Amerikan topraklarında yapmayı tercih etti.
Zamanlamadaki kritik detay ise görüşmenin ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve Savunma Bakanı Austin’in Uzakdoğu turundan sonra gerçekleşmesi oldu.
Üç konuda basın önünde restleşme; insan hakları,siber saldırılar, uluslararası ekonomik kurallar
ABD ve Çin heyetleri arasındaki gerginlik daha basına poz verirken başladı. İlk tartışma da insan hakları üzerinden çıktı. ABD tarafının Hong Kong, Tayvan ve Uygur Türkleri’nin durumundan bahsetmesi üzerine, Çin de ABD’deki ırkçılığı, siyahlara karşı ayrımcılığı masaya koydu.
İkinci tartışma, yine basının önünde, dünya ticaretini düzenleyen kurallar üzerinden yürüdü; Blinken Çin’i kuralları kendi çıkarına göre “esnetmekle”, hatta ihlal etmekle suçlarken, Çinli mevkidaşı Yang Yi, “ABD dünya kamuoyunu, hatta kendi müttefikleri olan Batı dünyası adına bile konuşabilecek durumda değil” dedi ve kuralları tek başına ABD’nin belirleyemeyeceğini vurguladı. Çinli Bakan, ABD’nin askeri ve mali gücünü kullanarak müttefikleri üzerinde baskı kurduğunu, bunun da kurallarla bağdaşan bir hareket olmadığını söyledi.
Üçüncü restleşme ise siber saldırılar konusunda gerçekleşti; Blinken Çin’i ABD’ye siber saldırılar organize etmekle suçlayınca, Çin heyetinin yanıtı anında geldi; “Siber saldırıların şampiyonu ABD’dir. Bu konuda bir sorun varsa, sizin başkalarından önce kendinizi suçlamanız gerekir.”
ABD ile Çin arasındaki itişme, Anchorage görüşmesine kadar genel olarak ekonomi üzerinden gidiyordu. Ancak artık işin içine diplomasi ve askeri güç kadar, algı yönetiminin de girdiğini söylemek mümkün.
Kim hangi “cephede”?
Önümüzdeki yıllara damga vuracak bu ön restleşmenin ardından tüm gözler, dünyadaki diğer güçlü ekonomilere, özellikle de Rusya ve Avrupa Birliği’ne döndü.
Anchorage görüşmesinin ardından tarafların yaptığı üst düzey görüşmeler ve açıklamalar, aslında safların da büyük ölçüde belirginleştiğini ortaya koydu. Biden’ın açık açık “katil” dediği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Dışişleri Bakanı Andrey Lavrov’u Pekin’e gönderdi.
Blinken ise Brüksel’de NATO müttefikleri ile bir araya geldi. ABD Başkanı Biden ise -yine teamüllerin ötesine geçen bir adımla- Avrupa Birliği zirve toplantısına video konferansla katıldı. Avrupa Birliği zirvesinden Çin’e ekonomik yaptırım kararı çıktı.
Ancak iş Çin cephesine iyiden iyiye yerleşen Rusya’ya gelince, Avrupalılar duraksadı;
Avrupa’nın enerji ihtiyacı ABD’nin yeni soğuk savaş vizyonunu gölgede bıraktı. Washington yönetiminin şiddetle karşı tavır koyduğu, Rusya’dan başlayıp Avrupa’nın ortasına uzanan Kuzey Akım 2 boru hattı konusunda, başta Almanya olmak üzere Avrupalılar -şimdilik- direnmeyi tercih etti.
21. yüzyılın soğuk savaşı farklı olacak
Avrupa’nın ABD’ye karşı gösterdiği bu boru hattı direniş, aslında 21. yüzyılın soğuk savaşının, 20. yüzyılınkinden çok farklı olacağının da habercisi.
20. yüzyılda dünya ekonomik sistemler üzerinden ikiye bölünmüştü. 21. yüzyılda ise bölünme daha çok dünya üzerinde “etkinlik rekabeti” üzerinden şekilleniyor.
Askeri güç hala önemli, ancak ana rekabet “ekonomik etkinlik alanı” üzerinde yaşanıyor.
ABD’de Trump döneminde yaşanan yalpalamalar Washington’a Çin’le mücadelesinde çok kritik dört yıl kaybettirdi. Bu dört yıl içinde Çin, özellikle Kuşak ve Yol projesi üzerinden geleneksel olarak Batı sisteminde yer alan bölgelere, Avrupa’nın ortasına kadar “sızmayı” başardı. Yunanistan’ın Pire Limanı mesela, Çin tarafından işletiliyor. Çinli devlet denizcilik işletmelerinin İspanya’da, İtalya’da, hatta Türkiye’de de işlettiği limanlar mevcut.
Afrika’ya ise Çin sadece liman işletmesi üzerinden değil, “borç para/hibelerle” girdi. Çin’in Afrika’da orman satın almışlığı bile var. Üstelik Cibuti’de bir ilk yapıp, bir askeri üs de kurdu Çin.
Türkiye cepheleşmenin neresinde?
Yeni soğuk savaşın “cepheleri” belirginleşirken, Türkiye’nin durumu da kritik hale gelmiş durumda.
NATO üyesi olması nedeniyle geleneksel olarak Batı cephesinde anılan Türkiye, son yıllarda izlediği politikalarda bu imajın oldukça dışına çıkmış durumda. Bunun en somut kanıtı S-400 füzelerinin alınmış olması.
Suriye ve Libya’da durum karışık;
Suriye’de Türkiye İdlib’de Rusya ile masaya otururken, Fırat’ın doğusunda, PKK terör örgütü PYD-YPG kontrolündeki bölge için zımni bir Amerikan-Rus işbirliği, Ankara’nın politikalarına karşı işliyor.
Libya’da da Türkiye, çoğunlukla ABD’ye yakın, Rusya’nın karşısında duruyor. Ama iş özellikle Libya’daki ihvan bağlantılı siyasi hareketlere gelince, Ankara birdenbire karşısında yeniden Washington-Moskova hattını buluyor.
Çin konusunda ise AK Parti hükümeti 2000’li yılların başında en iyi teklifi vermiş olmasına rağmen Çin üretimi füze sistemlerini almayarak, Batı cephesine daha meyilli olduğunu ortaya koydu.
Ancak daha sonra Türkiye’yi sarsan ekonomik kriz ve pandemi, Ankara’yı Pekin’le de iyi geçinmenin yollarını aramaya itti. O kadar ki, Türkiye’de iktidarda olan İslamcı muhafazakar/milliyetçi ittifak, Çin’in Uygur Türkleri’ne karşı insanlık dışı uygulamalarına sessiz kaldı.
Üstelik Çin’in elinde sadece “kredi-hibe” aracı yok. Pandemiyle mücadelede başından beri yalpalayan AK Parti hükümetinin en büyük aşı kaynağı olmasını, siyasi ilişkilere de yansıtmaktan çekinmiyor. Ankara ne zaman -birazcık bile olsa- ABD cephesine meyletse, Çin’den gelecek aşılarda bir “sorun” çıkıveriyor.
Pekin-Ankara arasındaki bu hassas ilişki, Anchorage görüşmesinin ardından Çin Dışişleri Bakanı’nın çıktığı seyahat turu çerçevesinde yaptığı Türkiye ziyaretinde de açık seçik ortaya çıktı.
Çin’i rahatsız etmek istemeyen Ankara, Yang Yi’nin geçen haftaki ziyaretini çok “özenle” planladı.
Çinli Bakan önce Türk mevkidaşı Çavuşoğlu, ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’la basına poz verirken, -ne hikmetse- Türkiye’de yaşayan Uygur Türkleri’nin lider isimlerinden Doğu Türkistan Milli Meclis Başkanı Seyit Tümtürk, ani bir COVID-19 bulaşma şüphesiyle -hiç belirti göstermeden-evinde karantinaya alındı.
Çinli Bakan’a herhangi bir Türk gazetecinin yaklaşmasının da önüne geçildi. Ziyaret boyunca basın önünde herhangi bir açıklama yapılmamasına -olur da bir gazeteci Uygur konusunu sorar diye- dikkat edildi. Açıklamalar sadece sosyal medya üzerinden, yazılı olarak yapıldı.
Yani Ankara “ABD’den/Batı’dan kopmayalım ama Çin’i de kızdırmayalım” politikasına devam ediyor.
Bu ne kadar sürer, nereye evrilir? İşte tüm bunlar büyük soru işaretleri...