Dünya ekonomisi 21. yüzyılın ilk çeyreğini krizler boğuşarak geçirdi. Son 15 yılda iki büyük krizle karşı karşıya kaldı. Önce 2007'de ABD’ndeki konut balonu krizini sonra da 2019'da Çin kaynaklı pandemi krizini yaşadı. COVID-19’un bıraktığı enkaz kaldırılmadan bu defa da Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ile enerji kaynaklı krizin içine girildi.
2007 krizi ekonomileri resesyona süreklerken, başta ABD Merkez Bankası (Fed) olmak üzere diğer büyük merkez bankaları zamanında ve doğru politikalarla krizi yönetilebilir sınırlar içinde tutmayı başardılar. Nitekim 2010’dan itibaren büyüme oranı artmaya, işsizlik oranı düşmeye başladı. Bu dönemde dört büyük merkez bankası Fed, Avrupa Merkez Bankası (ECB), Japonya Merkez Bankası (BoJ) ve İngiltere Merkez Bankası (BoE) piyasaları adeta paraya boğdular. Fed’in bilançosu 2008’den 2019’a kadar dört kat büyüdü ve yaklaşık 4 trilyon dolara erişti. COVID-19 döneminde ise bilanço iki yılda iki katına çıktı ve 2021’in sonunda yaklaşık 9 trilyon dolar düzeyine erişti. Merkez bankaları bu dönemde faiz oranlarını neredeyse sıfıra yakın bir düzeyde tuttular.
Aktif merkez bankacılığı
2021’in sonuna doğru özellikle tedarik zincirindeki aksaklıkların ve büyüme oranındaki yükseliş kaynaklı enflasyon oranı yükselmeye başladı. Artık parasal sıkılaştırmaya gidileceği kesinleşmişti. Bu eğilim Rusya-Ukrayna savaşı ile daha da sertleşti ve enerji fiyatlarındaki artışın etkisi ile Batı Cephesi ülkelerinde enflasyon hızla arttı, son kırk yılın en yüksek düzeyine erişti.
Söz ettiğimiz merkez bankaları 2022’in ilk yarısı sona ererken politika faiz oranlarını yukarı çektiler ve parasal sıkılaştırmaya gitmeye başladılar. Buna rağmen mayıs ayı enflasyon oranı ABD’de %8,6’ya, Euro Bölgesi’nde %8,1’e, AB’nin en istikrarlı ülkesi Almanya’da %7,9’a ulaştı. AB’de en yüksek enflasyon oranına sahip ülke ise, %16 ile Çekya oldu.
Yüzyılın neredeyse ilk çeyreğini krizlerle geçiren dünya ekonomisi iktisat politikasının para politikası bacağını yürüten merkez bankalarının aktif davranması ile krizin 1929 krizine dönüşmesine izin vermedi. Bu dönemde monetarist okulun muhafazakâr merkez bankacılığı ilkesi çöpe giderken, merkez bankaları, maliye politikasını da arkalarına alarak fiyat istikrarının yanında büyüme ve işsizlik oranını da gözeten aktif bir para politikası izledi.
Gelişmekte olan bazı ülkeler bu süreçte genel eğilimin dışına çıktılar ve popülist politikaların tuzağına düştüler. Sonuçta bu ülkelerde enflasyon oranı hızla yükseldi. Bu ülkeler arasında Venezüela’da enflasyon oranı iki yıl önce %20 binlere dayandı. Enflasyonun %50’nin üzerine çıktığı yükselen ekonomiler ise Arjantin ve Türkiye oldu. Mayıs 2022’de enflasyon oranı Arjantin’de %67,7, Türkiye’de %73,5’e ulaştı. İki ülkenin temel ortak noktası kuralsız, politik çıkara dayalı iktisat politikalarında ısrarcı olmalarıdır.
Türkiye biriken krize 2014’den bu yana benzin döküyor
Türkiye 2001 krizinden en azından para politikası açısından doğru dersler çıkardı. Önce örtük sonra açık enflasyon hedeflemesine gitti. Küresel para bolluğu sayesinde düşük faizden borçlandı, üstüne özelleştirme gelirlerini kullanarak bütçe açığını kontrol edilebilir düzeyde tuttu. Ülkeye döviz girişinin süreklilik göstermesi 2014 yılına kadar döviz kurlarının istikrar kazanmasını sağladı.
Diğer yandan 2001-2011 döneminde görev yapan iki TCMB Başkanının banka kökenli olması ve kurala dayalı para politikasını uygulamada inatçı olmaları bu dönemin istikrarlı olmasını sağlayan önemli bir faktör oldu. TCMB, bu dönem de fiyat istikrarını sağlamada hedef enflasyonu tam ulaşamadı ise de enflasyonun yakın oranlarda gezinmesini sağladı. Bu politikayı yıkıma ilk uğratan 2010 ve 2017 Anayasa değişikliği oldu. Ülkenin parlamenter melez demokrasinden otoriter sisteme geçmesi iktisat politikalarına popülist kaygıların egemen olmasının yolunu açtı. Son iki yıldır ise hiçbir kurala hatta iktisat teorisine dayanmayan para politikası uygulamasıyla TCMB pasifize hale geldi. Öyle ki yükselen enflasyon nedeni ile gelişmiş ülkeler politika faiz oranını yükseltirken TCMB politika faiz oranını düşürmeye başladı.
Ekonominin ağır tahribata uğraması nedeni ile enflasyon hedeflemesine dönüş bile istikrarı sağlayamaz. Üstelik artık dünyadaki merkez bankaları iklim değişikliği nedeni ile yeni stratejiler geliştirip adeta yeşil merkez bankacılığı arayışına girerken TCMB’nin tam bir değişime gitmesi gerekiyor.
Yani artık enflasyon hedeflemesi yetmez, tamamlayıcı politika uygulamalarına gidilmeli. Diğer yandan TCMB yaşanan enflasyonun nedenlerini düşünerek hedef enflasyon oranının yanında hedef döviz kuru da belirlemeli. Bu değişimi hükümetin yapacağını sanmıyorum. Seçim sonrası iktidara talip olanların programlarında da farklı bir yaklaşım görülmüyor. Sanırım siyasetteki aşınma ekonomideki krizi uzatacak. Bu da demokrasi dışı uygulamalara prim vermenin bedeli.
Okuma Önerisi: Barry Eichengreen, Aynalı Salon.