Mustafa Keleş
Kuvars Mermer
Küresel ve yerel ekonomik dengelerin yeniden şekillendiği 2025 yılına doğru, Türkiye’de iş gücü piyasası derin bir dönüşüm ve kriz sürecine giriyor. İşverenler, uygun ve nitelikli işçi bulma konusunda daha önce karşılaşmadıkları zorluklarla yüzleşirken; bu sorunların temelinde ekonomik, toplumsal ve kültürel dinamiklerin bir araya gelmesi yatıyor. İş gücü krizi, yalnızca bir ekonomik mesele olmaktan çıkarak, sosyopolitik bir problem haline dönüşüyor. Göçmen işgücünün yarattığı dengesizlikler, artan asgari ücretlerin işverenler üzerindeki maliyet baskısı, yeni neslin çalışma anlayışındaki değişimler ve yönetim süreçlerindeki zorluklar bu sorunun temel taşlarını oluşturuyor.
Ancak bu karmaşık tablo, aynı zamanda yenilikçi çözümler ve reformlar için bir fırsat da sunuyor. Daha kapsayıcı politikalar ve uzun vadeli stratejik yaklaşımlar benimsenmediği takdirde, iş gücü krizi yalnızca işverenleri değil, genel ekonomik büyümeyi ve toplumsal refahı da tehdit edebilir. Bu bağlamda, krizin nedenlerini ve çözüm yollarını detaylı bir şekilde ele almak büyük bir önem taşıyor.
Son on yıl içinde Türkiye’ye yönelen Suriye göçü, iş piyasasında önemli bir dinamik yarattı. Göçmenlerin yoğun olarak tarım, inşaat ve düşük nitelikli hizmet sektörlerinde çalışması, ilk etapta yerli iş gücü açığını kapatan bir çözüm olarak görülmüştü. Ancak zamanla bu durum, iş piyasasında yerli ve yabancı işçiler arasında rekabeti artırdı. Göçmenlerin daha düşük ücretlere çalışmayı kabul etmesi, işverenler için maliyet avantajı sağlarken, yerli işçilerin iş bulma şansını azalttı.
Diğer yandan, göçmen iş gücünün büyük bir kısmının kayıt dışı çalıştırılması, devletin sosyal güvenlik sistemi üzerinde ciddi bir yük yarattı. Bu durum, yerel ekonomide dengesizliklere yol açarken, işverenler için de uzun vadede bir risk oluşturuyor. Göçmenlerin ekonomik entegrasyonunu desteklemek amacıyla mesleki eğitim programları, dil kursları ve iş piyasasına yönelik rehberlik hizmetlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Bu tür politikalar, hem göçmenlerin nitelikli iş gücüne dönüşmesini sağlayabilir hem de iş piyasasında daha adil bir denge kurulmasına katkıda bulunabilir.
2025 yılında artan hayat pahalılığı ve enflasyon oranları, asgari ücrette yüksek oranlı artışları beraberinde getirdi. Bu artış, çalışanların satın alma gücünü artırmayı hedeflerken, işverenler açısından ciddi bir maliyet artışı anlamına geliyor. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler), bu yükü taşımakta zorlanıyor ve bazı işletmeler işçi sayısını azaltmayı ya da faaliyetlerini durdurmayı değerlendiriyor.
Bu durumda, işverenlerin maliyetlerini dengeleyebilmeleri için devlet destekli teşviklerin artırılması büyük önem taşıyor. Vergi indirimleri, SGK prim destekleri ve düşük faizli kredi imkânları, işletmelerin ekonomik dalgalanmalara karşı daha dayanıklı hale gelmesini sağlayabilir. Ayrıca, işçi ve işveren arasında bir denge kurularak asgari ücret artışlarının sosyal refaha katkıda bulunurken işsizlik oranlarını artırmaması hedeflenmelidir.
Yeni neslin çalışma anlayışındaki değişimler, iş piyasasının dinamiklerini kökten etkiliyor. Özellikle Z kuşağı, geleneksel 9-5 iş düzenini benimsemekte zorlanıyor ve bu tür işlere yönelmek yerine dijital platformlarda girişimcilik, sosyal medya fenomenliği, içerik üretimi veya e-ticaret gibi alanlara kayıyor. Hızlı kazanç sağlama arzusuyla hareket eden gençler, uzun vadeli iş taahhütlerinden kaçınarak bağımsız çalışma modellerini tercih ediyor.
Bu eğilim, geleneksel sektörlerde işçi bulmayı zorlaştırırken, işverenlerin gençlerin beklentilerine uygun çalışma ortamları yaratmalarını da zorunlu hale getiriyor. Daha esnek çalışma saatleri, uzaktan çalışma imkânı ve yaratıcı projeler sunan işverenler, genç yetenekleri kendilerine çekme konusunda daha başarılı olabilir. Ayrıca, eğitim ve mesleki gelişim programlarıyla gençlerin kariyer planlamalarına destek verilmesi, bu sorunun çözümüne katkıda bulunabilir.
Teknolojinin iş dünyasına entegrasyonu ve çalışanların değişen beklentileri, insan yönetimini her zamankinden daha karmaşık hale getiriyor. Çalışanlar artık yalnızca maaş ve sosyal haklarla tatmin olmuyor; esnek çalışma koşulları, kariyer gelişim imkânları, iş-yaşam dengesi ve psikolojik destek gibi unsurları da talep ediyor. Özellikle genç çalışanlar, işverenlerinden daha katılımcı, destekleyici ve yenilikçi bir yaklaşım bekliyor.
Bu noktada, işverenlerin geleneksel yönetim anlayışlarını terk ederek, çalışan odaklı bir yönetim tarzına geçiş yapmaları büyük önem taşıyor. Çalışan bağlılığını artırmak için iş yerlerinde motivasyonu yükseltecek etkinlikler, mentorluk programları ve ödüllendirme sistemleri kullanılabilir. Ayrıca, psikolojik sağlığı desteklemek için iş yerlerinde profesyonel danışmanlık hizmetleri sunulması, çalışanların iş yerlerine olan bağlılıklarını artırabilir.
İş gücü krizinin aşılması için hem devletin hem de iş dünyasının ortak bir vizyonla hareket etmesi gerekiyor. Bu doğrultuda şu çözüm önerileri öne çıkıyor:
Pandemi sürecinde yaygınlaşan uzaktan ve hibrit çalışma modelleri, çalışan memnuniyetini artıran bir çözüm olarak öne çıkıyor. İşverenler, bu modelleri benimseyerek daha geniş bir iş gücü havuzuna ulaşabilir.
Devletin yerel iş gücünü desteklemek için mesleki eğitim programları, staj imkânları ve vergi indirimleri gibi teşvikleri artırması gerekiyor. Yerel işçilerin niteliklerini geliştirmek, işverenlerin kalifiye çalışanlara erişimini kolaylaştırabilir.
Göçmenlerin iş piyasasına daha etkin bir şekilde katılabilmesi için dil eğitimi, meslek edindirme kursları ve rehberlik hizmetlerinin yaygınlaştırılması büyük önem taşıyor.
Gençlerin ilgisini çekecek yaratıcı projeler, esnek çalışma koşulları ve kariyer gelişim imkânları sunan işverenler, genç yetenekleri kazanma konusunda avantaj elde edebilir.
İşverenlerin, çalışanların bireysel ihtiyaçlarını dikkate alarak daha katılımcı ve destekleyici bir yönetim anlayışı benimsemeleri gerekiyor. Bu sayede çalışan bağlılığı artırılabilir ve işten ayrılma oranları düşürülebilir.
Sonuç olarak, 2025 yılında karşılaşılması muhtemel iş gücü krizinin çözümü, yalnızca sorunları doğru teşhis etmekle değil, aynı zamanda yenilikçi ve kapsayıcı yaklaşımlar geliştirmekle mümkün olabilir. İş dünyası, devlet ve bireylerin ortak bir çabayla hareket etmesi, bu krizi fırsata dönüştürmek için kritik bir adım olacaktır.