Ekonominin en temel sorunlarından biri olan enflasyon, toplumun tüm kesimlerini etkileyen ve dengeleri değiştiren bir olgu olarak karşımızda duruyor. Hem bireylerin alım gücünü zayıflatan hem de işletmelerin yatırım kararlarını belirsizleştiren bu sorun, yalnızca ekonomik değil, sosyal boyutlarıyla da ciddi etkilere sahip.
2025 yılına yönelik enflasyon beklentilerini doğru bir şekilde analiz edebilmek için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 2024 sonunda yayımladığı Enflasyon Raporu’nu incelemek gerekiyor. 2024 yılı, %44,38 enflasyon oranıyla kapanırken, raporda 2025 için hedeflenen %21’lik oran da detaylı bir şekilde değerlendiriliyor. TCMB’nin tahminleri, sıkı para politikalarının yanı sıra talep ve mali disiplinle sağlanması planlanan dengelenme sürecine dayanıyor. Ancak, bu hedefe ulaşmak için hem küresel hem de yerel açıdan birçok zorluk bulunuyor.
2025 için belirlenen para politikası çerçevesi, enflasyonu %21 seviyesine indirmeyi hedefleyen kararlı bir duruş ortaya koyuyor. TCMB, indirim sürecine girilmiş olsa da dezenflasyon sürecini desteklemek için politika faizini yüksek tutarak para politikasını sıkı bir zeminde sürdürmeyi planlıyor. Aynı zamanda, makro ihtiyati düzenlemelerle kredi büyümesini kontrol altına almayı, iç talebi dengede tutmayı ve finansal istikrarı korumayı hedefliyor.
Kredi büyüme sınırlarının daraltılması, Türk lirası cinsinden mevduat payını artırmaya yönelik teşvikler ve kur korumalı mevduat hesaplarının aşamalı olarak kaldırılması gibi adımlar, parasal aktarım mekanizmasını güçlendirmek için devreye alınan uygulamalardan bazıları olarak öne çıkıyor. Ayrıca, TCMB'nin rezerv biriktirme stratejisini sürdürerek uluslararası rezervlerini güçlendirmesinin, piyasadaki değişkenlikleri sınırlamada kritik bir rol oynayacağı düşünülebilir.
Aynı zamanda faiz oranlarında indirimler yapılsa dahi TCMB'nin Türk lirasındaki sıkı duruşunun devam edeceği açıkça anlaşılıyor. Bu, para politikasının temel araçlarının etkin kullanılmaya devam edeceğini ve likidite yönetiminin sıkı bir şekilde yürütüleceğini gösteriyor. Böylece, dezenflasyon süreci desteklenirken, fiyatlama davranışlarındaki iyileşmenin sürekliliği hedefleniyor.
Peki paraleldeki yerel ve küresel gelişmelerin enflasyon hedefi ile ilişkisini ele alacak olursak karşımıza nasıl bir tablo çıkıyor? Küresel ekonomik koşullar, özellikle ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) para politikası kararları, Türkiye'nin finansal piyasaları üzerindeki dışsal riskleri artırabilir. Bunun yanı sıra enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar ve jeopolitik gerilimler, maliyet enflasyonunu tetikleyerek dezenflasyon sürecini zorlaştırabilir. İçeride ise fiyatlama davranışlarında hala tam anlamıyla sağlanamamış disiplin beklentilerini de geciktirebilir. Bu nedenle, sıkı para politikası ile diğer ekonomi politikaları arasındaki eşgüdümün kritik bir önem taşıdığı söylenebilir.
Ocak ve Mart 2025'te yapılacak para politikası toplantılarının ilk ikisi, enflasyon oranlarının yüksek olacağı beklentisiyle şekillenecektir. Son enflasyon raporuna göre, ocak ve şubat aylarında enflasyonun yüksek seviyelere ulaşması beklenirken toplam enflasyonun da yaklaşık %7-8 civarında olması öngörülüyor. Bu çerçevede, Mart 2025'te yapılacak PPK toplantısında, faiz indirimi yapılmama olasılığı bulunuyor çünkü Merkez Bankası’nın enflasyonu kontrol altında tutma amacıyla temkinli bir yaklaşım sergileyeceği düşünülüyor.
Bu bilgiler ışığında, 2025 yıl sonu enflasyonu, TCMB'nin beklentisinin bir miktar üzerinde, gerçekleşebilir. Böyle bir durumda, politika faizinin de yıl sonunda bu oranların altına düşmesi beklenmemelidir. Merkez Bankası da enflasyonla mücadele politikalarını sürdürebilmek adına faiz oranlarını bu seviyelerde tutabilir.
Öte yandan, aynı dönemde döviz kurundaki gelişmelerin de kritik bir rol oynaması bekleniyor. Eğer sepet kurda enflasyon oranının altında bir değer kaybı yaşanırsa, bu durum TL'nin reel değerlenme sürecinin devam ettiğini gösterebilir. Bu durumda, ‘carry trade’ stratejisi de etkin bir şekilde işlemeye devam edebilir, çünkü yatırımcılar yüksek faiz getirisini fırsat olarak değerlendirecektir.
Bu çerçeve, dövizde uzun pozisyon taşıyan veya düzenli döviz geliri olan ihracatçı şirketler için de önemli bir fırsat sunuyor. Gerek TL'deki göreli yüksek getiriden faydalanmak gerekse TL maliyetlerinin bir kısmını ‘hedge’ etmek amacıyla, vadesinde USD sat TL al yönlü ‘forward’ sözleşmelerinin kullanılması faydalı olabilir; döviz riskiyle başa çıkmak ve maliyet avantajı sağlamak açısından şirketler için etkili bir araç olarak sunulabilir.