Yılın son haftasına geldik. Ekonomi tarafından bakınca doğal olarak soru, hem dünyada hem Türkiye’de nasıl bir 2023 yılı geçirdik ve 2024’te bizi neler bekliyor oluyor. Bu hafta dünya açısından, gelecek hafta ise Türkiye açısından bir değerlendirme yapmaya gayret edeceğiz.
Beklenen resesyon gelmedi
Bu yıla başlarken makroekonomik görünüm olarak en temel beklenti 2022 yılında yükselen enflasyon ve faizlerin sonucu olarak küresel ekonominin sert bir şekilde yavaşlayacağı, hatta resesyona gireceği yönünde idi. Özellikle Rusya - Ukrayna Savaşı’nın sonucu olarak enerji krizi yaşaması beklenen Avrupa Birliği’nin bu yavaşlamadan daha da fazla etkilenmesi bekleniyordu. ABD’de ise Fed’in faiz artırım süreçlerinin %90’nında olduğu gibi resesyona girmesi olasılığı çok yüksek görülüyordu. Çin ise tekrar hızlanan COVID salgınına rağmen şaşırtıcı bir kararla tüm önlemleri kaldırarak açılmaya karar verince güçlü bir büyümeye yönelme ihtimali yüksek algılanıyordu. Genel anlamda, küresel ekonomide enflasyonda bir düşüş beklenmekle birlikte, yüksek enflasyon seviyelerinin uzun süre kalıcı olacağı ana beklentiyi oluşturuyordu.
Yılın son günlerine geldiğimiz bu noktada tahminlerin bir kısmında yanılmalar görüyoruz. Değişen dünyayı ve dinamiklerini çok daha iyi anlamamız gereken bir süreçteyiz gibi görünüyor.
AB yavaş ama beklenenden iyi, Çin ise beklenenden kötü
Evet, Avrupa ekonomisi 2023 yılında en fazla yavaşlayan bölge oldu. Hatta Almanya gibi resesyona giren büyük ekonomiler karşımıza çıktı. Fakat bir enerji krizi ile karşılaşan, bu nedenle daha kötüye giden bir Avrupa olmadı. Görece ılıman hava koşullarının olması ve her şeye rağmen AB’nin gerek alternatif enerjilerle gerek stoklarla bu sorunu aşmada başarılı olması bu yanılgıda önemli bir neden oldu. Avrupa’nın durumunu belirlemede her zaman önemli olan bir ülke Çin’dir. Bu ülkenin daha zayıf büyümesi, buna bağlı olarak küresel ekonominin daha düşük büyüme göstermesi, iç talebi demografik nedenlerle zaten zayıf olan AB’nin yavaşlamasının ana nedeni oldu. Buna karşın, Çin’in yavaş büyümesi bu ülkeden kaynaklanabilecek enerji talebini azalttığı için AB’nin hem maliyet hem erişim anlamında enerjiye ulaşımı ile ilgili sorunları azalttı. Son gelen veriler, her ne kadar zayıf olsa da AB’nin beklenenden daha iyi bir performansa yöneldiğini, gelecek yıl büyümesinin bu yılın iki katına yaklaşarak %1’lere ulaşabileceğine işaret ediyor. İhracatımız açısından ufak da olsa iyi bir haber denilebilir.
Söylediğimiz gibi Çin ekonomisi beklenenden daha düşük bir büyüme performansı gerçekleştirerek küresel ekonomideki yavaşlamanın da ana nedeni oldu. Çin’deki yavaşlama sonunda bu ülkede deflasyonist baskıları getirdi. Çin deflasyon ihraç ederek küresel enflasyonun beklenenden de hızlı düşüşünün önemli nedenlerinden birisi oldu. Çin’deki yavaşlama emtia fiyatlarını baskılayarak enflasyondaki düşüşe katkı sağladı. Çin’in ihracatta zorlanması, konut sektöründe yaşanan sorunlar nedeniyle ve servet etkisinin de devreye girmesiyle iç talebin zayıflaması, büyümeyle ilgili sorunlarını daha da arttırmış durumda. Çin’in tüm gayretlerine rağmen büyümenin istendiği gibi gitmemesi, hatta gelecek yıl beklentilerinin %4’lere gerilemesi sorunlu kredi yoluyla bu ülkede bir finansal krize yol açar mı sorusunu 2024 yılında da konuşmaya devam edeceğiz. Son yıllarda olduğu gibi ekonomik nedenlere bağlı olarak küresel ekonominin en büyük risklerinden birisini Çin oluşturmaya devam edecek.
Verimlilik artıyor, enflasyon düşüyor
2023 yılında ABD ekonomisi ise beklenenden çok daha iyi bir performans gösterdi. Üçüncü çeyrek büyümesi %4,9, ilk dokuz aylık büyümesi ise %3’ler civarında seyrediyor. Fed’in 1980’lerden bu yana en güçlü adımlarla %5,5’lara getirdiği politika faizine rağmen yıllık büyümenin %2,5 civarında seyretmesi, işsizliğin %3.7 seviyelerinde olması Fed başta olmak üzere tahminlerin çok ötesinde olumlu bir performansa işaret ediyor.
Bu başarının nedenleri üzerine çok şey söylenebilir ama bunlardan ikisi önümüzdeki süreç için önemli bilgiler içeriyor. ABD’de Pandemi döneminden sonra önemli bir tasarruf birikimi olduğunu, bunun harcamaya dönüştüğünü ve büyümeyi desteklediğini biliyoruz. Baby boom (bebek patlaması) kuşağının iş gücü piyasasından çıkması bir taraftan iş gücünü azaltıp işsizlik oranını düşük tutarken bir taraftan da ücretleri yukarı yönlü hareketlendirip talebi güçlü tutmaya destek oldu. Aynı zamanda Baby boom kuşağının yüksek tasarruf sahibi olması ve harcama eğiliminin güçlü olması başta hizmet sektörleri olmak üzere talebi güçlü tuttu. Yapısal anlamda bu değişimin ABD büyümesine destek olduğunu izliyoruz. Diğer taraftan hem büyümeye hem de enflasyon düşüşüne katkıda bulunan bir başka önemli unsur, birim maliyetleri düşüren teknolojik gelişmelerdir. Robotlar, yapay zekâ, e- ticaret gibi gelişmeler bir taraftan verimliliği arttırırken diğer taraftan büyümeyi destekliyor ve enflasyonu baskılıyor.
2024 yılına piyasa tabiriyle yumuşak inişle giren bir küresel ekonomi ve beklenenden güçlü inen enflasyon verileri ile başlıyoruz. Enflasyondaki iniş, faiz indirimlerini de getirerek gelecek yılın ikinci yarısında büyümeyi destekleyecektir.
Küresel enflasyonun tarihine baktığımızda, enflasyonun son 30 yılda sadece savaşlar, pandemi ve buna bağlı enerji ve gıda fiyatlarındaki artışlardan, özetle arz yönlü şoklardan olduğunu görüyoruz. Bu tür şokların sıklaştığını ve önümüzdeki süreçte de her an karşımıza çıkabileceği bilmemiz gerekiyor. Böyle bir durumda, hem enflasyon yine yükselecek hem de talep ve büyüme koşulları daha da olumsuz etkilenecektir.
Bu tür arz yönlü şoklar olmadıkça, normal koşullarda küresel ekonomi düşük enflasyonlu hatta AB dahil deflasyon risklerinin bulunduğu bir döneme giriyor. İhracat artışının büyüme açısından son derece önemli olduğu bir yılda rakiplerimizin küresel düşük enflasyondan yararlanarak bize çok daha güçlü rakip olacaklarını, bizim de enflasyonu indirme zorunluluğumuzun daha da arttığını net bir şekilde görüyoruz.