Covid-19 salgınının yarattığı krizler büyüyerek ülkemizi etkilemeye devam ederken,
devasa bir felaketle sarsıldık.. 10 ilimiz mahşer yeri gibi. Can kaybı endişe verecek boyutlara ulaşıyor. Kurtulan vatandaşlarımız yaşamları boyunca yaptıkları birikimi kaybettiler. Eşyaları, anıları, sevdikleri her şey beton yığınları altında kaldı.
Onların artık bir yuvası yok.
Bir kıyamet senaryosu içinde yaşıyoruz.
Hepimiz yaralıyız.
Hepimiz yas içindeyiz. Göçük altında kalanların kurtulması için dua ediyoruz. Kurtulanlara yardım etmeye çalışıyoruz. Ülkenin dört bir yanında vatandaşlar, belediyeler, şirketler kamuya destek olmak için ellerinden geleni yapmak için çırpınıyorlar.
Her depremde olduğu gibi bu kez de açıkça görüldü ki, binalarımız da, kurtarma altyapılarımız da deprem gerçeği gözardı edilerek oluşturulmuş. Kentler büyümüş, binalar artmış ama yönetmeliklere uyulmamış. Geçmiş depremlerde binalar daha alçak olduğu için kurtarma çalışmaları daha etkin yürütülebilirken, çöken 8-10 katlı binalarda kurtarma çalışmalarının son derece zor olduğuna tanık oluyoruz. Yüreğimiz kan ağlıyor. Binaları yapanlara öfke doluyoruz. Ancak, giden canlar geri gelemiyor maalesef. Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Görmezden gelerek yaşayamayız
Hepimiz ülkemizin mevcut durumdaki en büyük sorununun deprem olduğunu idrak etmek zorundayız. Görmezden gelerek, yaşananları unutarak bir sonraki felaketin geç gelmesini umarak yaşayamayız. Ülkemizin hem bugünü, hem geleceği yok oluyor. Şirketler, belediyeler, STK’lar ve en önemlisi vatandaşlar olarak önümüzdeki günlerde gelecekteki aşamalar üzerinde düşünmeli ve çözümler geliştirmeliyiz.
Acil yardımlara bir kaç ay büyük ihtiyaç olacak. Hepimiz ilk yardımların yapılması ve yaraların sarılması için aralıksız çalışmalıyız. Bunları yaparken vakit kaybetmeden büyük bir seferberlik daha başlatmalıyız.
Fay hatlarıyla dolu olan ülkemizde bir sonraki depremin ne zaman, nerede ve hangi büyüklükte geleceğini bilmiyoruz. Ancak, başta İstanbul olmak üzere, Marmara ve Ege’nin de büyük bir risk altında olduğunu biliyoruz. Sadece İstanbul’un nüfusu iki hatta üç Avrupa ülkesi büyüklüğünde. Bugünlerde Doğu ve Güneydoğu’ya yardım göndermek için çırpınan Batı illerimizde bir felaket yaşandığında, bu kez milyonlarca insanımıza kim yardım edebilecek? Sanayi durduğunda ne yapacağız?
Bu doğrultuda kapsamlı planlar yapılmasına ihtiyaç var. Öncelikle, bilim insanlarına kulak verilmeli. Yaygın eğitim çalışmaları düzenlenmeli. Mahallerde, acil yardım üniteleri ve ekipleri oluşturulmalı.
Üstümüzde gelen kocaman dalgaya bakmayarak, onu görmezden gelerek yaşayamayacağımız ortada. Japonya başta olmak üzere bu konuda son derece deneyimli ülkeler, kurumlar var. Onların öğrendiklerinden ders almalıyız.
CEO’lara çağrı
Özel sektör kuruluşlarının büyük bir bölümü pandemi döneminde çalışanlarına, müşterilerine ve paydaşlarına yönelik hızlı bir biçimde çözümler geliştirdiler. Başarılı toplumsal destek projelerine imza attılar.
Şirketler bu yıl da insan kaynaklarını gönüllüler olarak harekete geçirebilir ve onları depremle mücadele konusunda çözüme dahil edebilirler. Pazarlama bölümleri 2023’ü acil yaşam tedbirleri yılı ilan ederek uzun bir süreliğine bayi toplantılarına, lansman kampanyalarına, “influencer” etkinliklerine ara verebilirler. CEO’lar başta olmak üzere tüm yönetim kadroları bizzat işin içine girerek tüm maddi kaynaklarını deprem felaketenin etkilerini azaltacak projelere yönlendirebilirler.
Facia yaklaşıyor.
Canlarımız, birikimlerimiz, vatanımız yok oluyor. Daha fazla vakit kaybetmeden ve görmezden gelmekten vazgeçerek bir seferberlik halinde birlik olmalıyız.
Deprem konusunun bekletmeye gelmediğini anlama ve
yarın olacakmış gibi hazırlanma zamanı. İnançla, kararlılıkla ve en önemlisi bilimin izinden giderek çalışma zamanı.