2021 zor olacak

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

En kötü dönem geride kalmış olabilir, ama 2021 de hiç günlük güneşlik değil unutmayalım. Likiditenin bol, hukuk güvenliğinin tam, kurumsal altyapının mükemmel olduğu, makroekonomik istikrara sahip ve öngörülebilir zengin batı ülkelerinde bile öncelikle pandemi sürecinin vardığı yeni aşama ve küresel finans mimarisinin yeniden şekillendirilmesi olmak üzere bir dizi belirsizlik var. Türkiye’de ise sadece belirsizlikler değil, sorunlar da, riskler de katmerli. Ekonomi yönetiminde bir bakıma mecburiyetten yapılan değişiklik, arkasından faizlerde yapılan artırımlar ve reform söylemleri iyi bir başlangıç ama çözüm garantisi taşımıyor. Üstelik bu yörünge değişikliğinin kerhen yani istemeden yapıldığı yolunda en üst düzeyden yapılan açıklamalar, ne kadar sürdürüleceği konusunda kuşku doğuruyor. İlginçtir ki kendisi de yapısal bir dönüşüm ihtiyacında olan reel kesimden yükselen şikayetler de, başka hiç sorunları yokmuş gibi, sadece faiz oranlarının düzeyi konusunda; karlılık ve verimlilik gibi zaaflardan vazgeçtik, birikimli borçluluk sorunlarına köklü çözüm gereğinden bile söz etmiyorlar. Ekonomideki çıkmazların aşılması için ihtiyaç duyulan reform talebini paylaşmadıkları da ortada. Oysa baskılanmış faiz ve ucuz kredi zorlamasının dikişleri nasıl attırdığını iki yıl arayla daha yeni yaşadık. Kaldı ki gerçekçi tanımıyla %30’a yaklaşan işsizlik, şimdiden %14’ü aşan ve daha da kötüleşecek gibi duran enflasyon, olmayan döviz rezervleri, dış kaynak girişindeki tıkanma ve reel sektörün ödenmeyen borçlarındaki artış göz önüne alınınca yeni yılda istesek bile bu hatayı bir daha işleme lüksümüz yok. Öte yandan onca maliyetle reel kesime aktarılan paranın çoğunlukla yatırım için değil, borç itfası ya da döviz alım için kullanıldığı da ortaya çıktı. Bu nedenle yeni yılda pandeminin daraltıcı etkisini gidermek için piyasaya verilecek likiditenin kamu harcaması (cari transfer ve yatırım) olarak planlanması, yani özenli ve tasarruflu bir bütçe yönetimi zorunlu olacak.

Bütçede ve reel kesimde tehlike işaretleri

Bütçe demişken, başlangıç hedefi 139 milyar TL olan 2020 yılı bütçe açığının yaklaşık 173 milyar TL olarak gerçekleştiğini, bunun da enflasyonun çok üstünde yaklaşık %40 gibi bir orana tekabül ettiğini hatırlatalım.( Bu arada Bakan’ın bu gerçekleşmeyi Eylül sonundaki YEP hedefi ile karşılaştırıp tasarruf diye açıklamasının çok isabetli olmadığını, belki yönetim değişikliğinin olumlu bir sonucu şeklinde bir yorumun daha doğru olacağını belirtelim.) Hazine nakit açığı ise bunun da üzerinde 182 milyar TL oldu. Daha çarpıcı bir artış ise, fazla verdiği zamanlar artık nostaljik bir anı olarak belleklerde duran, faiz dışı açıkta: 2019 sonunda 24.8 milyar TL olan faiz dışı açık, 2020 sonunda %54 artışla 38 milyar TL’ye çıktı. Bütçe giderlerinin 2019’a oranla %20 artışla gerçekleşirken bütçe gelirlerindeki artışın %27.6’da kaldığı, vergi gelirleri %23.6 artarken faiz harcamalarının %34 arttığı da dikkat çekiyor. (Vergi gelirlerindeki bu artış da hemen tümüyle kredi desteğiyle canlanan ertelenmiş otomotiv ve alkollü ürünler üzerindeki dolaylı vergilerden kaynaklanmış.) 2021 yılı bütçe açığı ise yine %40 artışla,245 milyar TL olarak öngörülüyor. Bütçe açığının milli gelire oranı da 2020’de gerçekleşen %3.6 iken 2021 ‘de %3.5 öngörülmüş. Sözün kısası, uzun yıllar ekonominin sağlam çıpası olan bütçe dengesi son dört yıldır artarak şiddetlenen bir bozulma içinde. Ayrıca, tıpkı cari açığın rezervler ve net hata noksan ile kalitesiz bir şekilde finanse edilmesi gibi, bütçe giderleri de dolaylı vergiler ve açığı karşılayacak döviz ağırlıklı ya da kısa vadeli borçlanma ile finanse edilecek. Bu yıl 160 milyar dolar dış, 440 milyar TL iç borç ödemesi var. Reel kesimde ve bankacılık bilançolarında biriken borç riskine de köklü bir çözüm getiremezsek, çıpasız bir gemi gibi dalgaların insafına kalmış olacağız. 

Takipte ya da ödeme sıkıntısı çekilen kredilerinin 700 milyar TL’yi aştığı reel kesimde ise hem kafalar karışık, hem durum hiç parlak değil. Geçen yılbaşına oranla kur artışına rağmen dış ticaret açığı %80’in üstünde artarak 50 milyar $ civarına çıkmış bulunuyor. 3’üncü çeyrekte yatırımlarda görülen artışın da altın ithalatından kaynaklandığı anlaşıldığı için sabit sermaye yatırımlarındaki düşüş trendi de devam ediyor. 2007’den bu yana büyümeye rağmen faktör verimliliği de sürekli düşmüş. TÜİK’in geçenlerde yayınlanan KOBİ raporuna göre KOBİ’lerin ancak %1’ i orta ölçekli, %92.5’u mikro ölçekli, diğerleri küçük ölçekli. Bu durum eskiden beri önemli bir zaaf olarak vurguladığımız Türk şirketlerindeki “ölçek darboğazı”nın giderek derinleşmekte olduğunu gösteriyor. Sürekli teşvik ve borçlanma ihtiyacı içindeki mikro işletmeler, 3 mio TL’nin altında ciroya ve 10’un altında çalışana sahip ve yoğun kayıt dışılık içinde. İlginç olan da son krizin başlangıcı olan 2017’ye kadar bütün sektörlerde büyük şirketlerin ve KOBİ’lerin ikisi de sayıca artarken bu yıldan sonra büyüklerin sayıca yarıya düşmesi, KOBİ’lerin ise sayıca artmaya devam etmesi. Bu anomali, inşaat ve ticaret sektörlerinde daha da fazla. İstihdam da daha büyük ölçüde mikro işletmelere kayıyor. Durum, reel sektör reformunun sektörün en büyük temsilcisi sayılan TOBB Başkanı’nın söylediği gibi “hasarın onarılması”ndan ibaret ve o kadar basit olmadığını, aksine çok boyutlu bir dönüşümün tasarlanması gerektiğini ortaya koyuyor.

Şeffaflık ve düşük büyüme

Aslında zengin ülkelerde bile şirketlerin borçlarındaki yükseliş ve karlılıklarındaki düşüş bir sorunken, oralardaki gibi yüksek tasarrufun ve derin sermaye piyasalarının olmadığı Türkiye’ de çözüm kamu yönetiminden gelmek zorunda.

Bu arada paranın büyük ölçüde toplanmaya devam ettiği fonları cezbetmek içinse faizi yükseltmek dışında ve hatta ondan daha önemli olarak kurumlarda ve politikalarda şeffaflık ve istikrarın sağlanması, enflasyonun indirilmesi, hukuk güvenliğinin arttırılması şart. Bu bağlamda döviz rezerv hesaplarının, KÖİ hazine garantilerinin netleşmesi ve reel kesimin riskli kredileri ile ilgili bir çözüm modelinin tasarlanması hayati önem taşıyor.

Yüksek maliyeti olsa da 2020’yi % 1’i aşmayacak bir pozitif büyüme ile 2021 ve sonrası içinde uluslararası kuruluşların ülkemiz için tahminleri %3-3.5 civarında. S&P, enflasyonun da bu yıl %12.5, sonraki iki yılda %8-9 olacağını, işsizliğin de önümüzdeki üç yılda %11’in altına düşmeyeceğini öngörüyor. Üstelik bu tahminler, ekonomi yönetiminin yeniden girdiği temkinli yörüngenin sürdürüleceğini varsayıyor. Kaldı ki hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısının enflasyonun üstünde, geniş ve daha gerçekçi işsizliğin de %30 civarında olduğunu biliyoruz. Anlayacağınız 2021, takkeyi önümüze koyup hataları ve rehaveti asgariye indireceğimiz bir yıl olarak planlanmak zorunda.

Tüm yazılarını göster