Geçen gün, Dünya Bankası Başkanı David Malpass, Eurasia’dan lan Bremmer’e COVID-19 aşısının yaygın dağıtımının “2021 yılının ikinci yarısına, hatta 2022 yılına sarkabileceğini” anlatıyordu. Aklında özellikle aşı üretiminin yetersizliği ve gelişmekte olan ülkelerin aşıya erişim sorunları vardı. Bu çerçevede, 2021 yılının ekonomi açısından bakıldığında, 2020 yılına benzemesini mi beklemek gerekiyor? Evet ve de hayır.
Aşı üretim ve dağıtım sorunları, 2021 yılı ekonomik performansını belirleyecek
Kısa cevabı en başta hemen vereyim. Evet. COVID-19 virüsü, geldiği gibi birden gitmeyecek 2021 yılında. Öyle görünüyor. Ama aynı zamanda, hayır. Artık onu tanıyoruz, ortada 2020 yılı başında olduğu gibi bir sürpriz yok.
2021 yılı nasıl geçecek diye düşünmeye başlayınca, ilk aklımıza gelmesi gereken konu, virüsle mücadelenin olası performansı elbette. Artık birden fazla aşımız var. Bu 2020’ye göre, 2021’de işimizi kolaylaştıracak gibi duruyor. Ancak Malpass’ın altını çizdiği husus önemli. Aşı, bütün ülkelerde herkese aynı anda yapıl(a)mayacak. Aşılama süreci, aşamalarla devam edecek. Neden?
Öncelikle gezegenimizde yaşayan herkese yetecek kadar aşı henüz üretilmiyor. Dolayısıyla bir tayınlamanın olması elzem. Bu ilk nokta. İkincisi, gelişmiş ülkeler verdikleri siparişlerle, mevcut kapasitenin üretebileceği aşıları kontrol altına almış gibi duruyorlar. Sipariş vermekte çeşitli nedenlerle geciken, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ise şimdilik meraklı bir beklemede.
Canan Karatay bu konuda haklı çıktı
Tam da bu konuyla alakalı olarak, hadisenin bir başka boyutu daha var. Aşamalı aşılama süreci, bildiğimiz aşıların etkinliğini azaltacak gibi duruyor. Tam da bu konuda, geçen hafta Amerikan New York Times (NYT) gazetesinde çıkan bir haber bana “Kelle paça işini bilmem ama bak, Canan Karatay bu konuda haklı çıktı galiba.” dedirtti. Aslında söylediği, her doktorun hemen söyleyebileceği temel bir tespitti doğrusu.
Aşılama hem üretim hem de dağıtım yetersizlikleri nedeniyle aşamalı bir biçimde gerçekleşince, virüsün aşılanmamış çoğunluk arasında mutasyonu devam edecek elbette 2021yılı içinde de. Gazetenin haberinde, virüsün devam eden mutasyonlarından bazılarının geliştirilen aşılara dirençli olduğunun altı özellikle çiziliyordu. Buyurun, buradan yakın, bir nevi.
İşte tam da bu noktada, ben Sayın Karatay’ın Nisan 2020’deki bir demecini bir daha hatırladım doğrusu. Mealen şöyleydi “Grip aşısı bir önceki yılın grip virüsünün özellikleri dikkate alınarak hazırlanır, hâlbuki herkes aşı olmadığı zaman virüs, yıl içinde yeni bir mutasyona uğrar ve aşının etkisi azalır. COVID-19’da da öyle olacak” NYT’deki haber tam da bunun üzerineydi doğrusu. Başlığı “Şekil değiştiren düşman”dı. Aynı geçmişin uzay-korku filmleri gibi. COVID-19’a alışıyoruz dediğim bir nevi bu işte.
İktisat politikası işlerin hep iyiye gideceği varsayımı üzerine bina edilemez ama....
Peki, bu durumda, 2021’de yine eve kapanma hadiseleri yaşama ihtimalimiz olur mu? Evet. 2021 yine sosyal mesafeyi koruyarak, içinde çalıştığımız mekânları yeniden düzenleyerek geçirmemiz gereken bir yıl olabilir mi? Sanki kuvvetle muhtemel. İhracat ve tedarik zincirlerinde yine problem yaşayabilir miyiz? Evet. Virüsün getirdiği belirsizlik ortamının bir anda, sisin kalkması gibi ortadan kalkmayacağını dikkate almakta, 2021 için tedbirli olmakta ve bir “B” planına sahip olmakta fayda var, bana sorarsanız. Bu 2021 için akılda tutulması gereken ilk nokta. Sonra boşuna şaşırmış gibi yapmayalım.
Geleyim asıl meseleye. 2021’de sosyal mesafeyi yine de korumak ve de maske takmak zorunda olsak bile, buradan çıkacak negatif iktisadi etki 2020’nin başlarındaki kadar kötü olmayabilir doğrusu. Unutmayalım ki, bir süreden beri, her şeye rağmen, virüsle birlikte yaşamaya intibak ediyoruz.
Siz hiç yeni motosiklet kayıtlarına baktınız mı?
Virüsle birlikte yaşamaya nasıl intibak ettiğimize ilişkin verileri izleyebilmek mümkün aslında. Buna göre, 2020 yılı içinde trafiğe yeni kaydedilen motosiklet sayıları ile el değiştiren motosiklet sayılarına ilişkin rakamlar açıklanıyor mesela. Ayrıca merak edenler için hafif ticari araçların trafik kayıtları da var.
Önce 2020 yılını size bir hatırlatayım. Biz, hastalıkla Şubat sonunda tanıştık. Ondan önce, COVID-19, bizim için uzak diyarlardan geçen bir hadiseydi. Mart-Nisan-Mayıs aylarında hayatımız sokağa çıkma yasakları ve hazırlıksız yakalandığımız hastalık karşısında yoğun bir korku ile geçti doğrusu. Korku yalnız hastalıktan değildi, hayatlarımızı nasıl idame ettirebileceğimizi düşünüyorduk bu yasaklar ortamında. Sonra Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül-Ekim-Kasım 2020’de, bir nevi virüsle birlikte yaşamaya başladık.
Rakamlarda artış ve yeniden yasaklar dönemi Aralık ile birlikte geri döndü. Mart-Mayıs virüse hazırlıksız yakalandığımız ilk dönem ise, Haziran-Kasım dönemine de daha serbest kaldığımız ikinci dönem gibi bakabiliriz.
Doğrusu ya, trafiğe yeni kayıt yaptırılan motosiklet sayılarına birinci ve ikinci dönem için bakarsanız, ortaya ciddi bir fark çıkıyor. Aylık ortalama yeni motosiklet kayıtları, 2020 yılının birinci döneminden ikinci dönemine yüzde 65 artıyor. Mart-Mayıs aralığındaki yeni motosiklet kayıtları 2019’dan 2020’ye yüzde 11 düşerken, Haziran-Kasım aralığında ise yüzde 61’e varan bir ortalama aylık artış yaşanıyor. Ne oluyor? İkinci dönemde belirgin biçimde daha fazla motosiklet trafiğe çıkıyor. Aynı durum, doğrusu, hafif ticari araçlar için de geçerli.
Ne oluyor? Türkiye, virüse hazırlıksız yakalandığımız ilk dönemden ders çıkartmış görünüyor bana sorarsanız. Uzaktan çalışma, uzaktan eğitim ve uzaktan sipariş döneminde şirketlerimiz ayakta kalmak için yeni döneme uyum sağlamaya çalışıyorlar. Buradan şu sonucu çıkartmanızı istemem: Türkiye’de şirketler kesimi virüsle birlikte yaşamaya halen intibak etmiş değil. Ama virüsle birlikte yaşamaya intibak etmek için çaba harcıyor. Dolayısıyla, 2020 yılının Mart-Mayıs dönemine kıyasla, bugün itibariyle virüsle birlikte yaşamaya daha fazla hazırlıklıyız. Önce bu noktayı bir tespit edelim.
Ne demek? Mart-Mayıs dönemindeki eve kapanmaya kıyasla Aralık ayında eve kapanmanın maliyeti daha az olabilir. Artık daha hazırlıklıyız. Ancak işletmelerimiz artık daha az verimli, daha az kazanç elde ediyorlar. Bu halleriyle şirketler kesiminin kendi başına istihdam artışları gerçekleştirebilmesi kesinlikle mümkün değil. Bunu da buraya yazalım.
Peki, bu durumda 2021 için ne yapmak lazım?
2021 için yapılması gerekenler ise ortada bana sorarsanız. Türkiye, kasım ayında merkez bankasından başlayarak, ekonomi yönetiminde doğru yönde bir adım attı. Virüs sonrası toparlanma için bir fırsat elde etti. Öncelikle başlayan rota düzeltmesi sürecini tamamlamak gerekiyor. Türkiye’nin para politikasında başlayan normalleşme ve şeffaflaşma sürecini şimdi maliye politikasına doğru genişletmesi gerekiyor. Bu çerçevede, Türkiye İstatistik Kurumu’nun “Fiyat Hareketleri Danışma Kurulu” oluşturma girişimini de aynı şeffaflaşma hedefine yönelik ve son derece uygun bulduğumu da ekleyeyim.
İkinci olarak, “CDS risk primlerini düşürmeye odaklı” bir yapısal reform hamlesine ihtiyaç var doğrusu. CDS risk primleri düştükçe faiz oranlarının nasıl düştüğünü göreceksiniz. Ben mahkemelerin operasyonel sorunlarının çözülmesini de içeren bir yargı ve hukuk sistemi reformunun burada son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca burada güvenilir bir banka stres testinin de harikalar yaratacağını düşünüyorum. Açıktır ki, mevcut ortamda bankalara yönelik kapsamlı bir programınız yoksa meseleye “her banka kendi bacağından asılır” diye yaklaşırsanız, bankaların kendilerini kurtarmak için şirketleri sıkıştırmaktan başka çaresi kalmaz. Buna mahal vermemek lazım.
Ne yapmalı? Türkiye, kamu kaynaklarını harekete geçirerek, kişilerin ve kurumların hayatiyetini nasıl sağlayacağına dair bir kapsamlı program açıklamalı derim ben. Mevcut KÖİ projelerine ilişkin verilerin de izlenebilir hale gelmesi bütçe imkanları açısından doğrusu son derece önemli.
Üçüncü olarak ise, Avrupa Birliği’nin büyüme stratejisi olan “Yeşil Mutabakat”a Türkiye’nin nasıl intibak edeceğini gösteren bir orta vadeli yeşil dönüşüm stratejisine ihtiyacımız var. Virüs sonrası intibakın hedefe yönelik kamu harcamaları ve odaklı kamu yatırımları ile olacağını hiç akıldan çıkarmamak lazım.
Buradan esas olarak “faiz düşsün, kurtarabilen kendini kurtarsın” diye çıkamayız, hedef odaklı yoğun kamu harcamaları ve kamu yatırımları ile çıkarız. Para politikasının değil, maliye politikasının son derece önemli olduğu bir noktadayız. Bu çerçevede, CDS risk primini düşürmenin önemini ne kadar vurgulasam az doğrusu.
Peki, yeşil dönüşüme nereden başlayalım? Önce Paris İklim Anlaşması’nı bir an önce onaylayın. Onaylayın ki, doğru yolda olduğunuzu eş dost bir görsün. Doğrultu tutarlılığı bizi bu beladan çıkaracak olan. Sonrası kolay...