Cumhuriyet ilan edilmişti ama elde avuçta neredeyse hiçbir şey yoktu. Ne insan gücü, ne doğru dürüst çalışan bir tesis... Tarım yapılamaz hale gelmişti, hayvancılık ölmüştü, sanayi deseniz, zaten yoktu. Böyle bir ortamda çıkıldı yola. Bir yandan ekonomik reformlar, bir yandan toplumsal reformlar... Hukuk ve eğitim de tabii ki...
Toplumun bir kesiminde zaten var olan, verilen örtülü mesajlarla da iyice pekişen "Canım ne var bunda yani, Cumhuriyetin 100'üncü yıl dönümünün ne önemi var ki" düşüncesi son zamanlarda, özellikle son günlerde iyice yerleşti.
Herhalde sanılıyor ki Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeyi güle oynaya kurdu; zaten cephe bile görmemiş, İstanbul dışına hiç çıkmamış bir Osmanlı paşasıydı! Adeta bir eli yağda, bir eli baldaydı. Yıktı Osmanlı'yı, işgüzarlık edip Türkiye Cumhuriyetini kurdu!
Neyse ki toplumun yalnızca bir kesimi böyle düşünüyor. Aslında bu durumda olanlar için cehalet deyip geçersiniz. Üzüntü veren, gerçeğin böyle olmadığını bildiği halde Cumhuriyeti önemsiz göstermeye kalkışanlar.
Daha acı olan ise bunu yapanlar sahip oldukları koltuklarda Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde oturuyor.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyeti kurana kadar nasıl büyük zorluklar atlattığını, nasıl büyük askeri zaferlere imza attığını zaten biliyoruz. O zaferler geride kaldığında ülke ne haldeydi dersiniz... Yanmış, yıkılmış, neredeyse tüm varlıklarını kaybetmiş; yoksul bir toprak parçası. Elde avuçta hiçbir şey yok. Yıkılmış Osmanlı'nın borçları da cabası.
"Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti kurulmasaydı zaten yıkılmayacaktı" gibi tuhaf görüşleri ileri sürenlerin Sevr ile birlikte Anadolu'da nereye sıkıştığımızı görmelerinde, hiç olmazsa bu haritaya bakmalarında yarar var. Görmek, bilmek istiyorlarsa tabii ki...
1923'te Türkiye...
Yıl 1923; Cumhuriyeti ilan etmiştik etmeye de Türkiye acaba ne durumdaydı? Nelere sahiptik; yolumuz, okulumuz, okuyup yazma bilenimiz, doktorumuz var mıydı, varsa ne kadardı?
Birkaç örnek herhalde ne durumda olduğumuzu somut olarak ortaya koyacaktır.
1923'lerde İstanbul'dan Ankara'ya otomobille (o da tabii ki bulunabilirse) ancak 75-80 saatte gidilebiliyordu. Bazı kaynaklara göre iki mebus Ankara'dan Erzurum'a 19 günde gidebilmişlerdi, evet 19 günde.
Karayolu yoktu, demiryolu azdı ve zaten bizim değildi. Yani ulaşım anlamında müthiş bir zafiyet vardı.
Yalnızca ulaşımda mı? Türkiye nüfus kaybediyordu. 1914-1915'lerde 16 milyonun üstünde olan nüfus, aradan on yıldan biraz fazla zaman geçtiğinde artmak bir yana 13 milyon dolayına inmişti. Üstelik bu azalma, genç ve erkek nüfustaydı. Bunun sebebi tabii ki savaşlardı.
İnsan gücü yönüyle büyük bir zafiyet yaşayan Türkiye, ekonomik varlıklar yönüyle de büyük sıkıntı çekiyordu. Genç ve erkek nüfustaki azalma tarım alanlarının işlenmesinde de sorun yaratmaya başlamıştı. Tarımda kadınlar çalışıyordu. 1914-1915'lerden sonraki on-on iki yıl içinde nüfusla birlikte ekili tarım alanları ve hayvan sayısı da yarıdan fazla azalmıştı.
1926'da uçak fabrikası
Son yıllarda hep Türkiye'nin uzun yıllar boyunca adeta hiçbir şey yapmadığını dinledik, topluma bu empoze edildi. Buna inananlar da çıktı tabii ki.
Oysa Türkiye yarım asırdır buzdolabı da üretiyordu, diğer beyaz eşyaları da, yine yarım asır önce otomobil üretme girişimi de olmuş, hatta bunda başarı da sağlanmıştı ama onlar adeta yok hükmündeydi. Ne yapılmışsa son yıllarda yapılmıştı. Aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin seksen yılı sanki yoktu!
Acaba öyle mi? Hiç öyle olabilir mi?
Kayseri'de Tayyare Fabrikası ya da Hava İkmal denilen bir bölge vardır. Çünkü orada Tayyare Fabrikası ve küçük pist vardır. Pist şimdi kullanılabilecek halde midir bilmiyorum, zaten kullanıldığını da sanmıyorum ama bu fabrikanın temelleri ne zaman atılmıştır biliyor musunuz, 1926'da; daha Cumhuriyetin üçüncü yılında...
Türkiye'nin bu uçak fabrikasını kurma girişimi 1925 yılında bir Alman firmasıyla imzalanan anlaşmayla sonuçlandı. Anlaşmaya göre firma fabrikayı 1926 yılında onarım yapabilecek hale getirecek, bir yıl sonra 1927'de de uçak fabrikasına başlanacaktı. Kayseri uçak fabrikası 1926 yılının ekim ayında, Cumhuriyetin ilanından üç yıl sonra açılmıştır. Ancak Alman firmasının iflası yüzünden uçak imalatı çabaları sonuçsuz kaldı. Ne var ki Kayseri'de o bölge hala Tayyare Fabrikası ya da Hava İkmal olarak anılır ve dediğim gibi küçük bir piste sahiptir.
Türkiye'nin uçak imal etme girişimi Kayseri'deki bu fabrikayla sınırlı değildir. Eskişehir'de de uçak imal edilmiş ve bu uçağın motor ve pervane dışındaki tüm parçaları Kayseri ve Eskişehir fabrikalarında üretilmiştir.
Uçak fabrikası örneğini özellikle veriyorum. Atatürk ve arkadaşları Türkiye'nin kalkınması için öylesine yoğun bir çaba içine girmişti ki, çıtanın o dönem için en yükseğe konulması tercih edilmişti. Yalnızca uçak fabrikası değil, otomobil üretimi için de bir dizi görüşme gerçekleştirilmiş, bir dizi girişimde bulunulmuştu.
Atatürk'e bir ömür yetmedi
Ekonomide yapılanlar, sıraladıklarımın kat be kat üstünde tabii ki. Bunlar yalnızca çarpıcı birkaç örnek. Ülke öylesine sıkıntı içindedir ki, Atatürk ve arkadaşları nereye el atacaklarını adeta bilemez hale gelmiştir.
Ama her alana, her soruna da el atmışlar...
Hem de öyle ki Avrupa'ya örnek olacak boyutta el atmışlar...
"Medeni" Avrupa, kadınlara seçme ve seçilme hakkını bizden sonra verebilmiş örneğin.
Bundan büyük bir adım olabilir mi...
Yeri gelmişken vurgulamakta da yarar var.
Kendilerine seçme ve seçilme hakkı verilen kadınların (tabii ki bazılarının), bu hak sayesinde belli mevkilere geldikten sonra tutup kendilerine bu hakkı tanıyan Atatürk hakkında ileri geri konuşabilmeleri ancak nankörlük olarak nitelenebilir.
Ulu Önder Atatürk'ün "bir eli yağda, bir eli balda" kurduğu ya da kendisine "gümüş tepsi içinde sunulan" Cumhuriyetten sonra gerçekleştirdiği reformları topluca sıralamaya çalıştık.
Bu yapılanlara bir bakın, biraz düşünün ve bir daha bakın! Atatürk'ün bırakın kazandığı savaşları, bırakın kurtardığı toprakları ve vatanı, bu yaptıklarının bile büyük bir saygıyı ve minneti gerektirdiği çok açık...