Geride bıraktığımız cuma günü küresel krizin tam anlamıyla patlak vermesine yol açan gelişmenin yıldönümüydü. 15 Eylül 2008’de ABD finans kurumu Lehman Brothers iflas başvurusunda bulunmuştu. Kriz süreci çok daha önce başlamıştı ama bu başvuru finansal piyasalarda tam anlamıyla bomba etkisi yapmış ve kriz hızla büyüyerek tüm dünyaya yayılmıştı
Türkiye ekonomisi o zamanlar bugünlerle ya da 2001 krizi öncesi ile karşılaştırıldığında makroekonomik istikrar açısından bayağı iyi durumdaydı. Maliye politikası düzgündü. Bütçe açığı çok düşük düzeylerdeydi (2007’de GSYH’nin %1,5’i). Dahası faiz harcamaları dışarıda tutulduğunda bütçe fazlası vardı. Kamu borcunun GSYH’ye oranı %37’ye inmişti. Enflasyon 2004-2007 arasında tek haneliydi ve 2007 sonunda yüzde 8,4 düzeyindeydi. Büyüme cephesinde de işler yolundaydı: 2002-2007 döneminde en düşük büyüme oranı yüzde 5 olmuştu ve 2007’de gerçekleşmişti. İşsizlik oranı ise, aynı yöntemle hesaplanan ve 2005 ve sonrasını kapsayan veri seti dikkate alındığında yüzde 8,9 ile 2005-2023 döneminin en düşük ikinci işsizlik oranıydı. 2001 krizinden sonra yapılan reformlar sayesinde bankacılık sektörü oldukça sağlam bir durumdaydı.
Bu olumlu göstergelere karşın Türkiye’nin dış borçlanmaya bağımlı yapısını kıracak yapısal dönüşüm sağlanamamıştı. Dolayısıyla, Türkiye büyük ölçüde yurtdışından finansman sağlayabildiği ölçüde büyüyebilen bir ülke konumunda olmayı sürdürüyordu. Kendi tasarrufları yetersizdi. Gelişmekte olan ülkelerin tasarruflarının GSYH’ye ortalamasının yedi puan kadar altındaydı tasarruf-GSYH oranı. Bu düzey, yine gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının altında olan yatırım-GSYH oranını finanse etmiyordu, dolayısıyla yüksek düzeylerde cari açık veriyordu ülke. Elbette finansman bulabiliyorsa. 2006 yılında cari açığın GSYH’ye oranı %5,6, 2007’de ise %5,4 idi. Her iki yılda da Türkiye bu açıkların gerektirdiği finansmanı fazlasıyla bulabilmişti: Yurtdışından net sermaye girişlerinin GSYH’ye oranı 2006’da %7,2, 2007’de ise %6,6 idi.
Lehman Brothers sonrası küresel finansal piyasalar çökünce, bizim gibi ülkelere sermaye girişi anında kesildi. Vaktiyle gelen de bir an önce -sanki kriz bizlerde çıkmış gibi- bizim gibi ülkeleri terk etme acelesine girdi. Türkiye ekonomisinin küresel krizde 2001 krizine kıyasla daha fazla daralmasının temel nedenlerinden biri de bu oldu. Grafikte küresel kriz döneminde GSYH’nin hareketlerinin 2001 krizindeki hareketlerle karşılaştırması var. Her iki krizin hemen öncesindeki GSYH değerlerini 100’e eşit alarak çizdirdim bu grafikleri. Yatay eksende ise çeyrek dönemler yer alıyor. ‘0’ numaralı çeyrek GSYH’nin kriz öncesindeki zirve değerinin (100) gerçekleştiği çeyreği ifade ediyor: 2001 krizi için bu 2000’in son çeyreği, küresel kriz için ise 2008’in ilk çeyreği. Küresel krizde GSYH’nin daha dibe indiğine ve tekrar kriz öncesi düzeyine gelmesi için geçen sürenin daha uzun olduğuna dikkat. Bu gelişmede rol oynayan tek unsur elbette net sermaye girişlerinin durması değildi. Dış pazarlar da küçülmüş ve ihracatımız çok olumsuz etkilenerek bir yıl öncesine kıyasla belirgin biçimde azalmıştı. 2001’de böyle bir durum söz konusu değildi.
Bugünlerde yine cari işlemler açığının finansmanı ile başımız dertte. 2022’de normal yollarla -net hata ve noksan ile TCMB rezervi dışında kalan finansman kalemleriyle- cari açığımızı finanse edemedik. Bu yılın ilk yedi ayında bu sorun artarak sürdü. Cari işlemler açığımız 42,3 milyar dolar iken normal yollarla bulabildiğimiz finansman 19,4 milyar dolarda kaldı. Bu sorunu bir an önce aşmamız gerekiyor. Aşmamız için ise mutlaka politika-mevduat-kredi faizlerinin normale -enflasyon ile uyumlu düzeylere- çıkmaları şart ama yeterli değil. Perşembe günü devam edeceğim.