Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin ülke dışındaki büyükelçileri Ankara’da 14. Büyükelçiler toplantısında bir araya geldiler. Ben, deneyimlerini paylaşmak, görüş alışverişinde bulunmak ve kendi bakanlarını ve diğer bazı önemli siyasi şahsiyetleri tanımak ve onların izlenecek politikalar konusunda niyetlerini öğrenmek, hatta nasıl düşündüklerini anlamak maksadıyla yüksek seviyeli diplomatlarını bir araya getiren başka ülke var mı, bilmiyorum. Bu toplantıları, şimdi muhalefette olan eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 2010 yılının bitimine yakın bir tarihte başlatmıştı. Başlangıçta mütevazi nitelikteyken zaman içinde önemi arttı. Tabii, önem dereceleri o sırada görevde bulunan Dışişleri Bakanının takdirine bağlı kalıyor.
Yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan herhalde bu toplantıların önemine inanan bir kişi. Toplantıda büyükelçiler ve Dışişleri Bakanının yanında dış siyasetin yapımı ve uygulamasına şu veya bu şekilde katkısı olan diğer şahsiyetleri de dinleme fırsatı buldular. Konuşmacılar arasında İçişleri, Milli Savunma ile Turizm ve Kültür Bakanları da yer aldı. Ayrıca Savunma Sanayii Müşteşarı, YÖK Başkanı ve MİT Müsteşarı da toplantıya katılanlara hitap ettiler. Dış siyasetin kapsamına giren faaliyetler arttıkça, konuşmacılar çoğalıyor. Örnek vermek gerekirse, ülkemiz yabancı öğrenci cezbetmek konusunda aktif bir siyaset izlediğinden, YÖK Başkanı da toplantıya çağırılıyor. Aynı şekilde, Türkiye son yıllarda yüksek miktarda savunma ürünü ihraç etmeye başlayınca, Savunma Sanayii Müşteşarının davet edilmesi de yerinde görünüyor.
Bu kadar yüklü bir program olunca, büyükelçilerin Türk dış siyasetinin genel yönünü, nereye gittiğini, nasıl uygulandığını ve herhangi bir değişikliğe ihtiyaç olup olmadığını tartışacak vakit buldukları pek belli değildir. Kanaatimce, genel bir dış politika değerlendirilmesinin yapılması önemli bir fikir jimnastiği olurdu. Örneğin, Türkiye yurtdışında yerleşmiş Türk nüfusu etkin bir lobi olarak örgütlendirmekte pek başarılı değil. Buna karşılık, gazetelerde her gün şu veya bu ülkedeki etnik lobilerin Türkiye aleyhine giriştikleri eylemlerde başarı kazandıkları yazılıyor. Bu sorun üzerine eğilmek gerektiği aşikar. Sanıyorum daha genel olarak, düşünce kuruluşlarının, akademik dünya temsilcilerinin, uzman gazetecilerin ve tabii ki emekli diplomatların katılacağı oturumlar düzenlemek faydalı olurdu. Bu oturumlara her görüşten uzman çağırmak, sadece hükümete yakın çevrelerle sınırlı kalmamak, dış siyaset konusunda herkesin görüşünü almak bakımından önemlidir. Ayrıca, yetkin kişi ve kuruluşlara belirli sorunlar üzerinde raporlar hazırlatmak ve bunları tartışmaya açmak, tartışmaların odaklı olması ve dağınıklığa karşı korunması bakımından faydalı olabilir.
Sayın Bakanın toplantıya atfettiği önem insanın aklına acaba Türk dış siyaseti geleneksel formatına mı dönüyor sorusunu getiriyor. Geleneksel formattan kast edilen nedir? Takriben 2010 yılına kadar, Türk dış siyaseti, dış siyasetle doğrudan veya dolaylı olarak fakat aktif biçimde ilgilenen devlet kuruluşlarının katıldığı düzenli bir kurumsal çerçeve içinde belirlenirdi. Bu çerçevede Dışişleri Bakanlığı, Savunma bürokrasisi, istihbarat kurumları ve ilgi alanlarına giren konularda diğer bakanlıklar ve kurumlar yer alırlardı.
2010 yılından sonra dış siyaset yapımı kapsamlı bir değişikliğe sahne oldu. İlkin, hükümet Arap Baharı’nın Türkiye’ye Sünni Ortadoğu’nun lideri olma fırsatını sunduğunu düşündü. Böylece Türk dış siyasetinin Araplar arası ve Arap ülkelerinin iç ihtilaflarına karışmamak şeklinde özetlenebilecek temel kuralı terk edildi. Siyaset ideolojikleşti. Dış siyaset yapımında başrolü oynayan kurumların pasif oldukları düşünüldüğünden, onların görüşleri bir yana bırakıldı ve tedricen Başbakanın ve 2017 sonrası ise Cumhurbaşkanının tercihleri dış siyasete yön verir oldu. Başka şekilde ifade edecek olursak, dış siyaset kişinin şekillendirdiği bir alana dönüştü. Dış siyasetin kişiselleştirilmesi, doğal olarak kurumsallıktan uzaklaşması ile de sonuçlandı çünkü yukarda belirttiğimiz gibi, daha önceleri siyaset kurumlararası bir mutabakat sonucu ortaya çıkıyordu. Aynı dönem içerisinde hükümet dış siyaset alanında birikimi veya deneyimi olmayan fakat iktidar partisine hizmet etmiş kişileri büyükelçi olarak atamaya yöneldi. Böylece değişime profesyonellikten uzaklaşma süreci de eklenmiş oldu. Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri yabancıların kıskandığı Türk diplomasisi iki yönden darbe aldı. İlkin, profesyonel olmayan ve liyakatları tartışmalı olan kadrolara Türkiye’nin ülke dışındaki çıkarlarını koruma ve kollama sorumluluğu verilmiş oldu. İkinci olarak da, diplomatik kadrolar terfi almak için liyakatten ziyade hükümete yaranmanın daha güvenilir bir yol olabileceğini düşünmeye başladılar.
Acaba son büyükelçiler toplantısı Türkiye’nin diplomasisinin ve dış siyasetinin geleneksel çerçevesine dönmeye başladığına mı işaret ediyor? Tabii, öyle mi olduğunu yoksa benim bir takım hayallere mi kapıldığımı anlamak için beklemek ve görmek gerekiyor.