100 yıl sonra Lozan

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Özellikle cumhuriyet ve onun güçlü laik karakteriyle barışık olmayan çevreler, Antlaşmanın yüz yıl boyunca Türkiye’nin bazı madenlerini işletemeyeceği gibi komplocu fakat ilgi uyandıran açıklamalar yapmışlardır. Bu tür değerlendirmeler her türlü yetkili kuruluş tarafından yalanlanmıştır.

Bu yıl Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlayacağız. Cumhuriyetin ilanı aslında aralarında Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması gibi büyük bir uluslararası başarının da yer aldığı birbirini izleyen bir dizi gelişmenin bağımsız bir devletin kurulmasıyla sonuçlanmasıdır. Hatırlanacağı üzere, Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden tüm ülkeler gayet ağır koşulları olan barış antlaşmalarını kabule zorlanmıştı. Hatta Almanya’nın kabule zorlandığı “Versay” iyi düşünülmemiş ağır hükümler içeren antlaşmaları anlatmak için kullanılan standart bir ifadeye dönüşmüştür. Osmanlı İmparatorluğu da Sevr’de benzer bir antlaşmayı kabule zorlanmış fakat yürürlüğe girmesi için gereken hukuki adımlar tamamlanmadan, Mondros Mütarekesi başlarken Osmanlı’nın egemenliğinde olan toprakların elde tutulmasına dönük bir Ulusal Kurtuluş Savaşı başlamıştı.

Türk Kurtuluş hareketi bazı işgalcileri yenmiş, diğerlerini yeniden durum değerlendirmesi yapmaya sevk ederek işgal ettikleri Türk topraklarından çekilmeye zorlamıştır. Son aşama İngilizlerin cesaretlendirmesiyle Batı Anadolu’yu işgal edip Megalo İdea rüyalarını gerçekleştirmeyi tasarlayan Yunan kuvvetlerinin mağlup edilmesi olmuştur. Mudanya’da imzalanan ateşkeşi Lozan’daki barış görüşmeleri izlemiştir. Görüşmeler uzun sürmüş, Avrupalı müttefiklerin durumlarını yeniden gözden geçirmelerini zorlayan bir de kopuş yaşanmıştır. 

Lozan’da baştan itibaren iki zihni çerçeve çatışmıştır. Dünya Savaşı’nın muzaffer tarafları, özellikle İngiliz Dış İşleri Bakanı Lord Curzon, Türk milliyetçiliğini temsil eden heyeti küçümsemiş, savaşı kaybeden diğer heyetlerle aynı muameleye tabi tutmak istemişti. Bu tutumun bir parçası da Türk egemenliğinin ihlali anlamına gelen iktisadi imtiyazların korunmasıydı. Konferansın dağılmasıyla sonuçlanan ilk aşamada gündemi en çok meşgul eden konu Türk delegasyonunun diğerleri ile eşit konumda olduğunu göstermek olmuştur. Türkler her konuyu müzakere etmek istiyorlar, küstah İngiliz delegesi Lord Curzon’un önceden hazırladığı metinleri imzalamaya yanaşmıyorlardı. Bu güçlük ancak konferansın dağılması ve Lord Curzon’un tekrardan müzakere masasına dönmemesi yoluyla aşılabildi. Taraflar Türk delegasyonunun kendileriyle eşit konumda olduğunu ve ulusal egemenliğin sınırlanması anlamına gelecek ödünler vermeyeceklerini idrak ettikten sonra müzakereler daha kolay ilerledi. Antlaşmanın sonuçlanabilmesi için Musul ve Kerkük’ün statüsü gibi bazı çatışma konuları daha sonra halledilmeye bırakıldı ve bilahare Türkiye’yi memnun etmeyen bir çözüme bağlandı.

Lozan birçok bakımdan Cumhuriyetin müjdecisidir. Milliyetçilerle birlikte barış konferansına Kurtuluş Savaşı’na muhalefet eden Sultan hükümetinin temsilcilerinin de davet edilmesi, Milliyetçilere Saltanatı sonlandırma fırsatı vermiştir.  Konferans Milliyetçilere gelecek için geçmişten farklı bir ulus-devlet modeli öngördüklerini açıklama fırsatı da sunmuştur. Dini cemaatlerin kendi hukuki statüleri ve imtiyazlarına sahip olduğu (ve sonunda dış güçlerin de korumayı üstlendiği) Osmanlı düzeninden farklı olarak Milliyetçiler tüm vatandaşların aynı hak ve imtiyazlardan yararlanacağını ancak cemaatlerin dini ve eğitim kurumlarının korunacağını savunmuşlardır. Antlaşma Türkiye’nin meşru temsilcisi olduğu kabul edilen TBMM Hükümeti ile imzalanmış, böylece kısa süre sonra geçilen Cumhuriyet rejiminin yolunu açmıştır.

Cumhuriyetin uluslararası alandaki kuruluş belgesi olarak görülen Antlaşma, çoğu mesnetten yoksun eleştirilerin hedefi de olmuştur. Özellikle cumhuriyet ve onun güçlü laik karakteriyle barışık olmayan çevreler, Antlaşmanın yüz yıl boyunca Türkiye’nin bazı madenlerini işletemeyeceği gibi komplocu fakat ilgi uyandıran açıklamalar yapmışlardır. Bu tür değerlendirmeler her türlü yetkili kuruluş tarafından yalanlanmıştır. Her ne kadar Antlaşmanın sona erme tarihi diye bir kayıt bulunmasa da, bazı kimseler antlaşmanın yüzyılda sona erdiğini ve revizyonlara açık olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Saçma olan bu değerlendirmeler, olsa olsa mizaha konu edilebilir.

Lozan Antlaşması’na daha ciddi itiraz ise zaten onaylanmadığını yukarda vurguladığımız Sevr’de elde ettiklerini sandıkları siyasi hedeflerinin Lozan ile sona ermesi dolayısıyla hayal kırıklığına uğrayan camia ve aktörlerden kaynaklanmaktadır. Savaş sonrası Türkiye topraklarının muhtelif gruplar arasında paylaştırılma planlarının yapıldığı bilinmektedir. Bazı bölgeleri sömürgeci devletler kendilerine ayırmışlar, diğerlerini ise Rumlar, Ermeniler ve Kürtlere tahsis etmeyi tasarlamışlardır. Sömürgeci devletlerin toprak edinme veya kaybetme faaliyetinin olağan olduğu düşünülebilirse de, bazı etnik gruplar işgalcilerle işbirliği yaparak “rüyalarını” gerçekleştirebileceklerini hayal etmişlerdir. Bunlar için Milliyetçilerin zaferi tam bir travma oluşturmuştur. Anlaşıldığına göre bazı gruplar Antlaşmadan yüzyıl sonra Lozan’a meydan okumak için faaliyetler planlamaktadırlar. Yüzyıl geç kaldıklarını farkında olmadıkları anlaşılıyor. 

Tüm yazılarını göster