“Toplum olarak hızla ‘pop’laşıyoruz”
Gökhan Akçura ‘Yıldızların Altında-Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Eğlence Yaşamı’ adlı yeni kitabını okuyucularla buluşturdu. Kitap, Osmanlı’nın son döneminden başlayarak Cumhuriyet’e uzanan süreçte, kültürün önemli bir parçası olarak eğlence sektörü ve uğradığı dönüşümü gözler önüne seriyor.
Merve Yedekçi |Merve YEDEKÇİ
Bu kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
Bileceğiniz gibi gündelik yaşam tarihi ana ilgi alanım. Özellikle de Cumhuriyet’in ilk elli yılına ait birbirinden çok değişik konularda yazılar yazıyor, kitaplar hazırlıyorum. Müzik, gösteri sanatları, gece yaşamı da her zaman bu ilgi ağının içinde yer almıştır. Daha önce de tek bir tema etrafında dönen kitaplar hazırlamıştım. Matbaacılık, sergi ve fuar tarihi, turizm, reklamcılık gibi bu kez bireysel olarak bana özel keyif veren bir alanı seçtim. Eğlence tarihi ayrıca pek incelenmemiş bir konuydu. Kaynakları kısıtlı, görselleri çok dağınık. Bu kısıtlılık daha da itici bir öge oldu. Sonunda iki yıllık bir çalışma sonucu kitap hazırlandı.
Geleneksel eğlence tarzlarımız nelerdi ve toplumun büyük siyasi ve içtimai dönüşümler geçirdiği son iki yüzyılda bu eğlence tarzları ne gibi değişikliklere uğradı?
Kitap Cumhuriyet dönemini esas alsa da, Cumhuriyet’in benimsediği kültür Osmanlı’ya dayanıyor, bu nedenle yüz yıl daha geriden başladım. 19. yüzyılda Tanzimat Dönemi sonrasında karşımıza çıkan batılılaşma çabalarından. Peki, bu batılılaşmadan önce bir eğlence kültürümüz yok muydu? Elbette vardı. Seyirlik sanatlarımız tamamen eğlenceye yönelikti. Karagöz, ortaoyunu, meddah, tuluat bunlardan başlıcaları… Bu sanatların hiçbiri gerçek anlamında yaşamıyor artık. Bayramlarda kurulan bayram yerleri ise zaman içinde lunaparklara dönüştü. Özetle batılılaşma, geleneksel olan hemen her eğlence etkinliğinin yok oluşunu getirdi. 19. yüzyılda Tanzimat döneminden sonra özellikle İstanbul’da yaşayan yabancılar ve Levantenlerin kendi eğlence anlayışlarını getirmeleri şehrin (Pera cephesinde elbette) manzarasını değiştirdi. Balolar, operalar, sirkler, illüzyonistler ile tanıştık. Kitabımın çok da yeni olmayan iddiası, Cumhuriyet’in eğlence yaşamının tohumlarının bir önceki yüzyılda atıldığı. Tabii bu Osmanlı’ya rağmen olmadı. Abdülaziz’den başlayarak padişahlar da bu yeni eğlencelerle tanışmaktan mutluydu. Örneğin 2. Abdülhamit, şehre gelen tüm yabancı artistleri saraya çağırır, kendi tiyatrosunda gösteri yaptırırdı. Ayrıca sarayda alafranga ve alaturka gösteri ve müzik toplulukları kendi sanatlarını icra ediyorlardı. Cumhuriyet’in eğlence mirası buralardan beslendi.
Özellikle son zamanlarda ‘eski Türkiye’ özlemi yaşıyor gibiyiz. Siz Türkiye’nin kabuk değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eski günler, incelemek açısından eyvallah da, yaşamak açısından bir özlem doğurmuyor bende. Benim eskilerim tabii 30’lu 40’lı yıllar. Ben zaten 1960’lardan başlayarak yarım yüzyıla aşina bir yaştayım. Eğlence hayatı geçmişte de iki önemli arz taşırdı bana göre: Birincisi ‘kopyacılık’ yani özgün bir eğlence kültürü yaratamayışımız. İkincisi de ‘sınıfsallık’ yani eğlencenin esas olarak varlıklı kimselerin yaşamında hayat buluyor olması.
Şimdiki zaman eğlence kültürünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Büyük şehirlerden özellikle İstanbul’dan uzak olmama rağmen, eğlence kültürünün pek güdük olduğunu fark edebiliyorum. Kitabımın son bölümü ‘eller havaya’ başlığını taşıyor. Son 30-40 yıldır, giderek artan bir şekilde kültürel bir yozlaşmanın içindeyiz. Bunda elbette siyasal iktidarın da katkıları var ama sorun çok daha geniş bir coğrafyada. Toplum olarak hızla ‘pop’laşıyoruz. Kötü anlamda pop. Kalitesiz, sıradan, yaratıcı olmayan, magazinel bir poptan söz ediyorum. Yenilik taşımayan, göbekten güldürücü ya da şiddet içerici. Müzik, sinema, televizyon bu ana akımı besleyen kaynaklar. Yok mu kaliteli üretimler? Elbette var, ama çok küçük bir azınlığın ilgi alanında. Toplumun geri kalanı giderek kültürel bir uçuruma doğru ilerlemekte…
Eğlence sizce bir lüks müdür?
Elbette lüks değildir, olmamalı. Herkesin eğlenmeye hakkı var. Ama çalışan sınıfların vakitlerini ve paralarını eğlenceye ayırmaları mümkün değil. Ancak televizyon seyredebilirler, belki arada sırada sinemaya gidebilirler. Kendi aralarında eğlenebiliyorlarsa harika! Ama piyasaya sürülen her tür eğlence, paranız varsa var. Bu nedenle eğlence sınıfsaldır diyebiliyorum. Evet, bu anlamda da lüks.
Eğlence sizin hayatınızda nasıl bir yer kaplıyor?
Birebir benim hayatımı soruyorsanız, cevabım sizi hiç heyecanlandırmayacaktır. Çünkü 10 yıldır İzmir’in bir kıyı kasabasında yaşıyorum. Ama daha önce İstanbul’un düzeyi yüksek tüm eğlenceleri randevu defterimde kendine yer bulurdu. Konserler, gösteriler, şenlikler gibi. Şimdi ise bol temiz hava, yürüyüş, akşamları televizyonda ya da online internet mecraları. Hepsi bu.
Bundan sonraki planlarınız neler?
Yıllardır dergilerde ve internet sitelerinde yazıyorum. Genel başlığım ‘gündelik yaşam tarihi’. Nesne tarihlerden turizme; sinemadan müziğe, yemek kültüründen kadın sorunlarına, semt araştırmalarından hayvan tarihlerine çok geniş bir yelpazede üretiyorum. 6-7 kitaplık yazı birikti. Bu yıl bunları kitaba dönüştürmeye çalışacağım. Eğlence tarihi kitabıma gelince; bence panoramayı bütünüyle kapsıyor. Daha ayrıntılarına ise Oğlak Yayınları’nda çıkan kitaplarımda girdim.