‘’Tanıklık ettiğim dönemlere karşı bir sorumluluğum var’’

Ressam Ahmet Güneştekin’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla ve Christoph Tannert küratörlüğünde gerçekleştirilen “Kayıp Alfabe” adlı sergisi, geçen hafta Artİstanbul Feshane’de sanat severlerle buluştu. Sanatçı ile sergiyi konuştuk: “Sanatçılar kendi zamanlarının belge aktarıcılarıdır.”

Haber Merkezi |

İpek Yezdani

Hazırlıklarının tam iki yıl sürdüğü, bazen günde ortalama 16 saat çalışıldığı sergi için Feshane binasının içindeki mekan adeta yeniden yaratılmış. Güneştekin, yüzleşme ve bellek gibi temaların ön plana çıktığı bu vurucu sergide, Türk-Yunan mübadelesi, Cumartesi Anneleri, faili meçhul cinayetler gibi toplumda tabu olarak bilinen konulara dokunuyor. 

Ahmet Güneştekin, “Kayıp Alfabe” sergisi için düzenlenen toplantıda sorularımızı yanıtlarken, “Sanatçılar kendi zamanlarının tanıkları ve aktarıcılarıdır. Biz aslında belge aktarıcıyız. Dünya tarihine baktığınızda her dönemde sanatçılar, ressamlar sanat yoluyla politik konuları ele almışlardır. Buna bir nevi konfor alanını bozmak denebilir. Ama aynı zamanda tanıklık ettiğim dönemlere karşı da bir sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. İki kızım var, ikisi de sanat eğitimi aldı, onlara yatın- öbür gün başlarını eğdirmemem gerekiyor” diye konuştu.

Diyarbakır’da 2021 yılında açtığı “Hafıza Odası” sergisinin her gün 17-18 bin kişi tarafından kuyruğa girilerek izlendiğini hatırlatan Güneştekin, “Ama bu sergim aynı zamanda baskılara uğradı, sosyal medyada linç edildi. Ancak baskılardan korkularak sanat yapılmaz çünkü bu sanatın ve sanatçının doğasına aykırı bir durum” dedi.  

BEN BUNU YAPMAKLA MÜKELLEFİM

Güneştekin, kendi “belge aktarıcılığını” ise şöyle açıkladı:

“Ben 58 yaşındayım. Biz 12 Eylül darbesini görerek büyüdük. İnsan katliamlarını, faili meçhul cinayetleri, yıkımları, köy baskınlarını gördük. Bunlara tanıklık ederken de kendi araçlarınızla buluşturup bir sonraki nesillere bir belge olarak aktarmalısınız. Örneğin Cumartesi Anneleri yaz, kış, yağmur, çamur demeden 1033 haftadır kayıp çocukları için buluşuyor. Böyle bir şeyin olduğu bir ülkede sanatçı utanır, tabi ki konfor alanını bozar, ben bunu yapmakla mükellefim.”

Güneştekin’in hafıza ve göç nesneleri, sesler ve görüntüler, üstkurmaca yapılar ve malzeme müdahaleleriyle makro ve mikro ölçekleri birleştirdiği disiplinlerarası işlerini bir araya getiren serginin detaylarını, Hafta okurları için ressam Ahmet Güneştekin’e sorduk: 

“Kayıp Alfabe” serginiz için “sanatçılar kendi zamanlarının tanıkları ve belge aktarıcılarıdır” diyorsunuz.  Bununla neye işaret ediyorsunuz, bu konuyu biraz daha açar mısınız?  

Ana akım tarih anlatısının dar kaynaklarından farklı olarak belgeye ses, söz ve imgeler aracılığıyla bakıyorum. Mikro tarihler etrafında çalışıyor ve kendi zamanımın seslerini toplarken göz ardı edilmiş kayıp geçmişlerin izini sürüyorum. Kürtçe alfabeyi oluşturan harfleri A’dan, Z’ye takip ederek yükselen ve genişleyen bir kayıplar duvarı yarattığım Kayıp Alfabe, onları nasıl duyulur kılabilirim sorusuna verdiğim bir cevaplardan biri. Zorla kaybedilenlerin isimleriyle, kamusal alanda olası bir karşılaşma ve tepkiyi minör anlar ve etkileşimler üzerinden kurguladığım bir çalışma. Bazı tarihsel anlar yalnızca onlara tanıklık edenlerin zihninde var olurken, bazılarının bir tanığı bile yoktur. Ben kayıpları bu karşılaşma alanında mevcut kılmak için retrospektif bir tanıklık taşıyabilirim. Bunu deneyimi belleğe, belleği anlatıma, materyali de biçime dönüştürerek yapabilirim. Böyle bir karşılaşma alanının, kendini tekrar başka türlü bir tarihi inşa etmek için gerekli olduğuna inanıyorum. Bağışlamayı amnezi ile karıştırmayan, hafızayı sertleştirmeyen bir siyaset ancak geleceğimizi onarabilir. 

“Kayıp Alfabe” isminin çıkış noktası nedir? 

Benim için bu adlandırma, alfabenin potansiyelindeki örtük olan toplumsal ve kültürel bağlamları ve bu bağlamların buharlaşmasının yaratacağı kayıpları ifade ediyor. Sergide harflerle çalıştığım işler, dili ve ona bağladığım hakikati hem nesnel hem de öznel olarak daha geniş bir şekilde yansıtmanın ve mikro hikayeleri toplumsal bağlamlara yerleştirmenin bir yolu. Tipografinin ilkelerini izleyen ve kalıba dökülmüş metal harfler topluluğu ve harflerin dizilimiyle geniş açıdan gördüğünüz ağacı andıran form aracılığıyla onun çeşitliliğini yansıtan bu işler, aynı zamanda kültürel kimlikleri yansıtmaya doğru genişleyen ifade biçimleridir. 

Venedik’te satın aldığınız kültür yapısından ve orada yapmayı planladığınız projelerden biraz bahseder misiniz? 

Palazzo Gradenigo, göz alıcı mimarisiyle herkesi büyüleyen bir yapı. Şehrin en kalabalık bölgesi olan Castello’da yer alıyor. Venedik mimarisinin tipik özelliklerine sahip. Geçmişin zarafet ve inceliğini taşıyan, asırlara tanıklık etmiş bir yer. Tarihselliğine benim de hayran olduğum yapılardan biriydi. Palazzo’nun sanat rafinerisi için uygun bir mekân olacağını düşünerek kararımı verdim. Süreç 2023 yılında başladı. Bu tür tarihi yapıların mülkiyet değişikliği konusunda Venedik Miras Vakfı ve Kültürel Miras Bakanlığı’nın çok detaylı prosedürlerinden geçmek gerekiyor. Bu aşamalardan sabırla geçtik, şu anda restorasyon çalışmaları devam ediyor. 

Amacınız ve hedefiniz nedir? 

Bu yapıyı 2026’da açılacak Venedik Bienali’ne yetiştirmek istiyoruz. Sanat düşüncesinin yaşamın bir parçası olduğu, çağdaş sanatın gelişimlerine açık, küresel bir şehir Venedik. Bienalin de etkisiyle dünyanın her yerinden sanatçıların buluştuğu bir çekim noktası. Güneştekin Art Refinery olarak amacınız dünyanın farklı yerlerinden insanlar ve kurumlar için bir bağlantı noktası olmak. Sanatın üretimi ve yönetiminde her türlü potansiyel iş birliğine açığız ve uluslararası sanat kurumlarıyla projeler geliştirmeyi hedefliyoruz ve bunu katılımcı, erişilebilir ve eşitlikçi bir anlayışla yapmak istiyoruz.

Birçok yerde Türkiye’de kültür ve sanatın demokratikleşmesinden bahsediyorsunuz. Bunun için ne yapmak lazım? 

Bu alanda demokrasi, kültürel üretimi desteklemek, sanata erişim olanaklarını geliştirmek ve sürdürülebilir bir yapı kurmaktan geçiyor. Bunu da ancak eşitlikçi politikalarla uygulanabilir. Elbette bu tek bir aktörün işi de olamaz. Devlet, yerel yönetim, özel sektör veya bağımsız yapıların hepsi aynı ağ içinde birlikte çalışmalı. Karar alma süreçlerinin şeffaf ve çoğulcu olması gerekli. Örneğin, kamuya ait bir mekân çok rahat ve hiçbir paydaşa sorulmadan özel sektöre ihale edilememeli. Toplum ile sanat kurumları arasındaki mesafeyi azaltmayı amaçlayan, insanların aktif bir biçimde sanat etkinliklerine katılmasını, deneyimlerini çeşitlendirmeyi hedefleyen yaklaşımlar üretilebilmeli.  İfade özgürlüğü ve katılım bu konunun temel kavramları. İşin bir de eğitim boyutu var. Kültür ve sanat temel eğitimin vazgeçilmez bileşenleridir ve sanat eğitimi bugün bir çok ülkede zorunludur. Çünkü her çocuk sanat eğitimi yoluyla estetik duygusunu, yaratıcılığını ve eleştirel düşünme becerisine geliştirme hakkına sahiptir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin son dönemde geliştirdiği ve uygulamaya koyduğu kültür ve sanat politikasını çok değerli ve ümit verici buluyorum. Ancak kültür ve sanatın üretiminde, paylaşımında ve desteklenmesinde alanın tüm aktörlerine iş düşüyor. 

SERGİDE SİZİ NE BEKLİYOR?

20 Temmuz 2025’e kadar açık kalacak olan sergide, ortak noktası, coğrafyası karışmış, coğrafyasını değiştirmeye mecbur kalmış insanların belleklerini üstlerinde taşıyan nesnelerden oluşan enstalasyonlar; izleyiciyi kişisel ve toplumsal geçmişin acı verici yüzleşmeleriyle buluşturan hafıza çalışmaları; ve tarihsel anlatının referans alanını genişleten mikro-ritmik yapılarla kurgulanmış video ve ses çalışmaları yer alıyor. 

Uğur Mumcu suikastının üzerinden 32 yıl geçti: Sis perdesi aralanamadı Borsada servet inşasının formülü uzun vadeli yatırım Yurt dışı kredi kullanım esaslarını Hazine belirleyecek SPK'dan yatırım fonları için yeni düzenleme ABD'den pasaport hamlesi: X seçeneği kaldırılacak MSB'den 'kışlasız bedelli askerlik' iddiasına yanıt