“Roman yazmak da bankacılık gibi sert disiplin ister”
Bu hafta yazı masasında buluştuğum Burak Akgüç’ü yayın yönetmeni olduğum KİTAP dergimizin ödülü nedeniyle tanımıştım. Seçici kurulunda bulunduğum ‘Yılın En İyileri’ ödüllerinde ‘Telif Polisiye İlk Roman Ödülü’nü kazanmıştı.
Haber Merkezi |YAZAR MASALARI - FARUK ŞÜYÜN
2022 yılı ‘Telif Polisiye İlk Roman Ödülü’nü ‘Eski Şehrin Gölgesinde’yle kazanan Burak Akgüç, geçtiğimiz günlerde ikinci romanı ‘Bahar Temizliği’ni yine Oğlak’tan yayımladı. İkisi de birer ‘Cemil Arıkan Macerası’ydı. Yeni romanı da hemen okudum ve soluğu, 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun olan, 28 yıl bankacı olarak çalışmış Burak Akgüç’ün evinde aldım. Çalışma odasında yazı masasının başına oturduğumuzda onun çeyrek asırdır bu odada durduğunu öğrendim; daha öncesini o da bilmiyormuş:
“25 yıl önce bu eve geldiğimde tıpkı yan duvardaki kütüphane gibi o da yerindeydi… Herhalde bu oda için kütüphaneyle birlikte yaptırmışlar evin eski oturanları. Hoşuma gitmişti, o günden beri de kullanıyorum.”
Boş masada çalışmayı seviyor, hareket alanı olsun istiyor. Bu nedenle masa üzerinde daimî çalıştığı laptop ve eski model tuşlu bir telefon dışında başka bir şey yok. Şimdiki yerinde çalışır vaziyette duruyormuş telefon o taşındığında. Yıllarca kullanmış, ancak hat sahibini bulamadığı için bir süre sonra numara iptal olmuş. Bugün kullanılmasa da yerinde durmaya devam ediyor.
Anısı olan şeyleri yandaki kütüphanenin raflarında, salondaki vitrinli dolapta saklıyor; “onları tutmak istiyorum, ama bazen bir şekilde kayboluyor, eskiyor, hayatımızdan çıkabiliyorlar” diyor.
Muhafaza ettiği objelerden bazılarını masanın üzerine yerleştiriyoruz. Önce, sevimli kedi ile başlıyor anlatmaya:
“En sevdiğim hayvan kedidir, çocukluktan beri onlarla büyüdüm; annem çok severdi. Bu kediyi eski arkadaşlarımdan biri hediye etmişti” diye başlıyor anlatmaya. Sırada minik Amsterdam evleri var:
“Satrancı çok severim, neredeyse 40 yıldır oynuyorum. Bazen turnuvalara da katılırım. Dünyanın en prestijli satranç turnuvası, her yıl Ocak ayında Amsterdam yakınlarında bir kasabada yapılır. Ben de hemen her sene oraya giderim. Amsterdam’da kalır, bazen de hoşuma giden şeyleri satın alırım. Bu evler de oradan.”
Sevdiği bir başka oyun briç:
“35 yıldır briç oynar, turnuvalara katılırım. Aslında bütün oyunlarda en önemli olan, konsantrasyonu ayakta tutma becerisdir. İnsanlar onu kaybettikleri zaman yenilirler genellikle. Oyuncuların çoğu bu odaklanmayı sağlayamaz, bu nedenle de mutlaka bir hata yapar. Ancak şanslılarsa bu hata pek pahalıya malolmayabilir!
Uzun süre bankacılık yaptım, proje finansmanı… Bankacılık sert disiplin ister. Roman yazmaya benzer bir disiplin kazandırır insana. Bir projeyi finanse etmeye kalktığınız zaman, neyi nasıl yapmalısınız, hangi aşamada gerçekleştirmelisiniz, bunları planlamak zorundasınızdır. Bir başka deyişle roman yazmak ve bankacılık disiplin açısından benzerlik gösterir.”
Sert disiplin mevzuunu biraz daha açalım mı?
“Roman yazmaya başlamadan evvel, senaryo üzerine çalışmıştım. O, bana roman disiplini diyebileceğim bir şeyi öğretti. Senaryoda ilk 10-15 sayfada okuru yakalamak çok önemlidir. Kurguyu ve karakterleri en etkileyici şekilde sunmalısınız. İlk romanda da bunu yapmaya çalışmıştım, ikincisinde de…”
Yine objelere dönelim: İlginç bir heykel var, ortasından arkayı görüyorsunuz:
“Bu heykel bana Anadolu’nun eski medeniyetlerini, anaerkil yapısını hatırlatıyor. Yine bir hediye. Yan tarafında bir Antik Yunan testisi biblosu var, Yunanistan’da Delfi’den almıştım.”
Arkeoloji de ilgi alanları arasında, yurtiçi ve dışında birçok ören yerini gezmiş. Bu alanda bir çevirisi de var:
“George Bean adında bir İngiliz arkeoloğun Ege üzerine yazmış olduğu bir dizi kitabı bulunuyor, onlardan birisini, Karia’yı Türkçeye çevirdim. İlk yazdığım romanda da arkeolojik unsurlar, Bizans tarihi sıklıkla görülür.”
Venedik’te meşhur Moreno Adası’nda yapılmış biri mavi diğeri kırmızı iki likör bardağının hemen arkasında, Gökçeada’dan alınmış el yapımı kahve fincanı duruyor. İki taneymişler. “Gökçeada’yı çok seviyorum, İstanbul’da bulamadığım kozmopolit yapıyı orada buluyorum” diyor ve bir diğer objeye, yunuslara geçiyor:
“Bana doğayı, birlikteliği, özgürlüğü anlatıyor bu ağaçtan yapılmış heykelcikteki iki yunus… Yakınlarda kaybettiğim hayat arkadaşım hastanedeyken onun için bir antikacıdan almıştım.”
Kitaplarını yazarken nasıl çalışıyor?
“Sinemaya tutkun bir insanım. Söylediğim gibi, yazmaya senaryo ile başlamıştım. Yeni romanımı da ilk romanımı da hep senaryo yazıyormuş, film seyrediyormuş gibi kâğıda dökmeye çalıştım. Bu çok faydalı oldu, çünkü hangi sahneyi nasıl tasvir edeceğimi, hangi bölümde neleri yazacağımı görebildim. Görsel olarak baktığınızda, gözünüze gelenleri kâğıda daha rahat dökebiliyorsunuz.”
Yazmaya geçmeden önce romanıyla ilgili araştırma yapıyor, iskeleti çıkarıyor:
“Bir şeye başladığım zaman onun yüzde 80-85’i kafamda bitmiş olsun isterim. Kurgusu, mühendisliği bitmeli. Düşünürken hareket etmek, yürümek hoşuma gider. Bazı diyalogları yazarken bazen kendi kendime konuşurum. Acaba okur onu, benim yazdığım gibi mi okuyacak, anlayacak? Bunu bilemem, ama başka bir şekilde okuduğumda ikinci anlam daha çok hoşuma giderse onu yazarım.”
Sohbetimizi iki teşekkür ile bitiriyoruz. Bankada çalışırken Erol Üyepazarcı ile tanışmış:
“Bu tanışmayı kendim için büyük bir şans olarak addediyorum. Yazma sürecinde bana çok büyük destek oldu. Hakkını kesinlikle ödeyemem. Ona burada da teşekkürü bir borç biliyorum. Bir teşekkür de, çok iyi bir çalışma ortamı bulduğum Oğlak Yayınları’na...”