Renkler ve kelimeler olmadan asla!
Kimi zaman yaptığı resimlerin hikayelerini yazıyor kimi zaman da hikayelerini resmediyor. Hem renklerle hem kelimelerle konuşan Müge Ceyhan, ilk öykü kitabı Letafetsiz Ama Evladiyelik Öğütler için, “Belki okuru hayrete düşürmeyecek ama burnuna tanıdık bir koku getirecek yaşanmışlıklar var” diyor.
Haber Merkezi |GÜLSEREN ÜST POLAT
Hem renkler hem de kelimeleri etkili kullanan bir isim Müge Ceyhan. Renkler ağır bastığı için güzel sanatlar okusa da edebiyata olan tutkusunu hiç kaybetmemiş. Daha önce yazdığı kısa öykülerle aldığı ödüller de var fakat Letafetsiz Ama Evladiyelik Öğütler onun ilk öykü kitabı.
Edebiyat ve resim sanatını harmanlayarak okuyucuyu duygu yüklü bir görsel şölenle karşı karşıya bırakan Ceyhan, her iki alanın da birbirini beslediğini düşünüyor. Öyle ki bazı öyküleri önce renklerle tabloya dökmüş, ardından yazıya… Bu nedenle de “Ne renksiz ne de kelimesiz bir hayat düşünemem” diyor.
Mavi, beyaz tonlarda öyküler barındıran yeni bir kitabın da yolda olduğunu söyleyen Müge Ceyhan ile renkler ve kelimeler üzerine konuştuk.
Kişisel sergilerinizle birlikte 30’a yakın sergide yer aldınız. Ama yazmak başka bir şey. Edebiyata olan ilginiz ne zaman başladı? Ne zaman çıktı bu cevher?
Edebiyata olan ilgim kitap okuyarak başladı. Çocukluğumdan bu yaşıma kadar kitapsız gezdiğim tek bir dönem olmadı. Evimizde de her zaman koca bir kitaplığımız vardı. Yaşıma uymasa da annemin, babamın kitaplarını sürekli karıştırırdım. Aziz Nesin’ler, Fakir Baykurt’lar… Bazılarını kendi kitaplığıma aldım artık. Kokuları hiç değişmez o sayfaların. Ara ara açıp koklarım.
Bir süre sonra çizdiğim resimlere hikayeler uydurmaya başlamıştım. İki alan bir bütün ediyordu benim için. Annem saklamış o resimlerimi. Çocukların hayal dünyasını hiçbir yerde bulamazsınız. Bazen o anılarımdan yola çıkarak öyküler yazıyorum desem…
Yine de güzel sanatlar okudunuz…
Renkler ağır bastığı için güzel sanatlar okudum. Yine de edebiyata olan tutkum hep devam etti. Nereye gidersem gideyim kolumun altında bir çizim defteri ve bir kitap hep vardı anlayacağınız.
Yıllar sonra ‘acaba bu alanda profesyonelleşebilir miyim?’ sorusuyla bir süre boğuştum durdum ve sanırım hayat beni bir şekilde oraya yönlendirdi. Cesaretim çok kırılgandı ilk zamanlar. Onca kitaba rağmen her an parçalanıp dağılabilecek bir cesaretti. Mario Levi’nin yazı atölyesine girdim ve biraz da olsa bu konuda kendime güvenim gelmişti. Sonra Kokulu Silgi adlı öyküm bir yarışmada birincilik aldı. Artık adımlarımı da daha güçlü atıyordum. Demek ki birilerinin hayatına bir yerinden dokunmaya başlamıştım. Gönderdiğim dosyama yayınevlerinden de olumlu cevaplar gelince yaşadığım mutluluk paha biçilemezdi. Aşık olduğunuz bir alanda kabul görmeye başladığınızı düşünün…
Şiir kitabınız da var ama Letafetsiz Ama Evladiyelik Öğütler ilk öykü kitabınız. Biraz bu kitaptan söz eder misiniz? Okuru nasıl hikayeler karşılıyor?
Herkesin kendinden bir parça bulabileceğini düşündüğüm öyküler var. Sokağınızda, büyükannenizin albümündeki bir fotoğrafta, pencerenizde, defter arasında kalmış bir notta gördüğünüz bir şeyler olur ya… Bir ayrılık ya da zor bir karar anında, saniyelik bir aydınlanmada hissettikleriniz… Veya bir çocukluk yarasında gizlenmiş duygular gibi… İşte bunlarla ilmek ilmek örülmüş öyküler var. Belki okuru hayrete düşürmeyecek ama burnuna tanıdık bir koku getirecek yaşanmışlıklar var diyebilirim.
Ressam, şair ve yazarlık kimliğini bir arada bulunduruyorsunuz. Bunların arasında nasıl bir harmoni yakalıyorsunuz?
Şair kısmında asla iddialı olmadım. Onlar benim, yine resimlerime yazdığım hikayelerin kulağa biraz daha melodik gelen satırları aslında. Hatta bir gün şarkıya dönüşmesini çok istediğim birkaç şiirim de var. Ama diğer iki alan tam olarak birbirlerini besliyor. Biri olmazsa diğeri eksik kalıyor. Hislerimi, sözlerimi kağıda dökmezsem dolup taşabilirim ama renklendirmezsem, kendi soyut alanımı yaratmazsam da adım atamazmışım gibi hissediyorum. Bu biraz tuhaf gelebilir tabii fakat sonradan edinilen şeyler olmadığını düşünüyorum. Zaten böyleydim.
Kitap kapaklarınız da oldukça ilgi çekici. Bunlar birer tablo mu?
Evet tablolarımdan seçtik iki kapağımı da. Ama hep tabloları kullanacağımı düşünmüyorum. Belki üçüncü kitapta farklı bir tasarım olabilir.
Şiir, yazı ya da resim. Hepsi de duyguları anlatmanın başka başka yolları. Peki, siz hangisinde kendinizi daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz?
Kelimelerle ifade elbette çok daha net bir yol. Renkler, yani resim oldukça dolambaçlı ama serüvenli bir taraf. Ben yazı ve resmi kullanıyorum. Bazen biri daha çok öne çıkıyor, bazen diğeri. Ne renksiz ne de kelimesiz bir hayat düşünemem.
Ressam kimliğiniz kitabınızda betimlemelerinizi, cümlelerinizi, anlatımınızı nasıl etkiliyor?
Bana kalırsa çok katkısı oluyor. Örneğin bir odayı betimlerken onu bir tablo gibi hayal ettiğim çok olmuştur. İçerisine giren gün ışığından, şifonyerin üzerindeki kullanılmış eşyalara kadar gözümün önünde canlanırken aynı zamanda ışık ve gölgelerin rolü, genel renk armonisi gibi… Bu gözle görülen kısmı. Bir de duyguların ön planda olduğu sahneler var… Onlarda da çağdaş sanat eğitimim ve soyut resim temelim devreye giriyor. Tüm bunlar kaleme döküldüğünde de beni ben yapıyor gibi hissediyorum.
Letafetsiz Ama Evladiyelik Öğütler’de yer alan öykülerde ne kadar siz varsınız? Hepsi tamamen kurgu mu?
Hem varım hem yokum diyebilirim. Aslında hepsi gerçek karakterler. Hayatımızın her anında karşımıza çıkabilecek kişiler. Bazılarında ben varım, bazılarında ailemden birileri, arkadaşlarım, sevdiğim veya çok kızgın, kırgın olduğum birileri… Kimi zaman sadece anlık bir duyguda ben ortaya çıkıyorum, kimi zaman da verilen bir karar anında fikirlerine çok güvendiğim biri geliyor ve ortaya yeni bir karakter çıkıyor. Bu kişi ne ben ne de tamamen kurgu aslında. Olaylara bakarsak yaşanmışlıklar elbette var. Ya da şahit olduğum durumlar.
Peki, Letafetsiz Ama Evladiyelik Öğütler’de resimlerinizin hikayeleri var mı? Ya da bu kitaptaki hikayeleri resme döktüğünüz oldu mu?
Evet, var tabii ki. Mermer, Pencere Kenarında gibi öykülerim aynı zamanda tablo. Mermer’i önce yazdım ama tam anlamıyla bitmemişti. Taslakken onu resmettim, sonra hikâyeyi tamamladım. Bazıları bu şekilde doğuyor işte. Tam olarak net bir formülüm yok aslına bakarsanız.
Kısa öyküler yazıyorsunuz. Edebiyat alanında hep bu yolda mı ilerlemeyi düşünüyorsunuz? Bir roman yazmayı düşünmediniz mi hiç?
Bir gün olur diye düşünüyorum ama sanırım kalemim öyküye daha yatkın. Yeni yeni başladığım bir novella var. Henüz çok erken tabii ama onu bitirdiğimde kendimi tamamlanmış hissedeceğim sanki. Çok özel benim için. Hatta o eserin bir gün Yunancaya çevrilmesini çok isterim. Gerçekleşir ya da gerçekleşmez bilemem tabii ama bu da benim hayalim olarak dursun bir köşede. (Gülüyor)
Sırada yeni öyküler var mı? Bir yerlerde yazmaya başladığınız ya da resme döktüğünüz?
Var tabii, olmaz mı… Ece Levi’yle üçüncü kitabımın taslağını hazırladık bile. Mavi, beyaz tonlarda öyküler var ağırlıklı olarak, diyerek bitireyim o halde.
Spot: “Hislerimi, sözlerimi kağıda dökmezsem dolup taşabilirim ama renklendirmezsem, kendi soyut alanımı yaratmazsam da adım atamazmışım gibi hissediyorum.” -MÜGE CEYHAN
KÜNYE
Letafetsiz Ama Evladiyelik Öğütler
Müge Ceyhan
Ötügen Neşriyat
128 s.