Barış Manço ve Zeki Müren’den çok şey öğrendim

31. İstanbul Caz Festivali kapsamında İstanbullu dinleyicileriyle buluşmaya hazırlanan Thomas Azier ile bir araya geldik.

Haber Merkezi |

ECE ULUSUM

Sahnesinde Avrupa pop, caz ve klasik müzik türleri arasında mekik dokuyan Hollandalı müzisyen Thomas Azier, 18 Temmuz gecesi 31. İstanbul Caz Festivali’nin geleneksel etkinliklerinden +1’li Gece Gezmesi’nde sahne alacak. Festival öncesi bir araya geldiğimiz müzisyen; festival sürecini, müziğinin evrimini, üretim sürecini ve daha fazlasını Hafta Gazetesi okurlarına anlattı.

Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde yaşadınız. Berlin'in canlı elektronik müzik sahnesi ve yaratıcı atmosferi sizin için bir ilham kaynağı oldu. İstanbul da bu şehirler arasında olsaydı müziğinizi nasıl etkilerdi sizce?

Barış Manço, Zeki Müren ve Cem Karaca gibi efsanevi Türk şarkıcı ve bestecilerden çok şey öğrendim. Benzer şekilde, Paris, Brüksel, Amsterdam ve Berlin gibi şehirlerde de tarihsel eşdeğerleri var. Toplumsal değişimleri yansıtan, geleneksel ve çağdaş unsurları harmanlamayı deneyen sanatçılar. İstanbul'da keşfedilecek çok şey olduğunu düşünüyorum, özellikle yerel orkestralar ve Türk enstrümantalistlerle çalışmayı isterim.

“Sahneye çıktığımda müziğimle ve kıyafetlerimle bir hikaye anlatmak istiyorum” diyorsunuz. İstanbul Caz Festivali sahnesinde bize nasıl bir hikâye anlatacaksınız?

Canlı çalmanın güçlü bir yanı var, sosyal yapıları aşan, bize insanlığımızı hatırlatan ve yabancılaşmayı kolektiviteye dönüştüren anlık ve yoğun paylaşılan bir deneyim. Her ne kadar 2024'teki pek çok performans dijital deneyimlere kanalize edilmiş olsa da canlı performans hissedilmeli, sadece izlenmemeli, bu deneyim önemini koruyor.

2020’de “Love, Disorderly” yayınladığımdan beri, zaman zaman kolaj benzeri bir müzik yazdığımı hissediyorum. Bazen benim de hemen anlayamadığım bir müzik. Bir kitabın sayfalarını çevirircesine, dünyanın mevcut halinin hikayesini anlatıyor.

İlk albümünüzde elektronik sesler ön plandayken şimdi ise daha organik ve enstrümental bir sound'unuz var. Müziğiniz evrim geçiriyor. Sizce şu anda evrimin hangi aşamasındasınız?

Her ne kadar elektronik pop müzisyeni olarak başlamış olsam da, müzik ve performans alanında daha fazla özgürlük aramak yavaş yavaş ana odağım haline geldi. Caz, klasik ve daha deneysel geçmişleri olan harika bir müzisyen kadrosuyla çalıştığım için şanslıyım. Şarkılarımda sahnede birlikte doğaçlama yaparak anın ruhunu aktardığımız anları keşfetmekten zevk alıyorum.

Her zaman yeni şeyler denemeyi seviyorsunuz. Son zamanlarda hangi konuyu merak ediyor ve araştırıyorsunuz? Önümüzdeki yıllarda sizi ne yaparken göreceğiz?

Bildiğiniz gibi, kendi çalışmalarımın yanı sıra, tüm Avrupa'da diğer sanatçılarla birlikte onlar için albümler yazıyor ve üretiyorum. Geçtiğimiz 15 yıl boyunca Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde çalışacak kadar şanslıydım ve bu durum çalışmalarımı derinden etkileyen zaman ve mekana olan duyarlılığımı geliştirdi. Gelecek çalışmalarımda daha büyük soruları kişisel hayatımla ilişkilendirmeye çalışacağım. Büyük şehir hayatı, dijitalleşme ve buna bağlı yalnızlık, sosyal ve ekonomik eşitsizlik, Avrupa, pandemi, savaş tehdidi, iklim değişikliğinin aciliyeti ve kültür endüstrisinin yorucu koşuşturması gibi temaları kişisel aşk, yakınlık ve ebeveynlik deneyimlerimle birleştirmeye çalışıyorum.

Bu çalışmanın örneklerini A Collection Of Broken Ideas veya Love, Disorderly'de olduğu gibi enstrümantal parçalarda bulabilirsiniz. Bazen 'Entertainment' şarkısında olduğu gibi lirik olarak ya da doğaçlama bir dil kullanan 'Hold On Tight' şarkısında olduğu gibi de ifade etmeye çalışıyorum.

Bir röportajınızda “Kendi müziğimin yapımcısı olmak bana yaratıcı bir özgürlük sağlıyor” demiştiniz. Büyük bir plak şirketiyle çalışsaydınız sizin için avantajları ve dezavantajları neler olurdu?

Bir sanatçı olarak her zaman müziğinizle mümkün olduğunca çok insana ulaşmayı umarsınız. Ancak müzik ekonomisinin çöktüğü bir dönemde yaşıyoruz. Streaming modeli yalnızca en tepedeki %1'lik kesime fayda sağlıyor. Finansal olarak, ana taraftan (plak şirketi) gelenler hayatta kalmak için neredeyse yeterli değil. Müzik kaydetmek (Spotify CEO'sunun son çirkin yorumlarının aksine)  maliyetli ve bu masrafları karşılayamıyoruz. Sonuç olarak, plak şirketleri büyük bir takipçi kitlesine sahip olmayan ya da niş pazarlarda yer alan sanatçılarla sözleşme imzalamakta tereddüt ediyor ve bu da birçok sanatçının hayatta kalma mücadelesi vermesi nedeniyle sonuçta dinleyiciyi etkiliyor. Şu anda bağımsız olarak müzik yayınlamanın ve uzun vadede kendi şartlarımla bir şeyler yapmanın daha iyi olduğuna inanıyorum. Ancak tüketim sistemi bozuk olduğu için canlı müzik, müziğimizi diri tutmak ve insanlarla iletişim kurmak için çok önemli.

En kişisel bulduğunuz şarkınız hangisi ve neden?

“Slow Revolution” deniz biyolojisinin bir tür kutsal kasesi diyebileceğiniz beyaz köpekbalığının zor çiftleşme ritüeli hakkında bir şarkı. Bu şarkıyla gurur duyuyorum çünkü müziğe dökülmüş bir şiir gibi. Müzisyenlerden çalışlarına şiir gibi yaklaşmalarını istedim, daha az sıkı ve daha akıcı. Su gibi akıyor.

Müziğinizi etkileyen bir kitap, bir film ya da ünlü bir ikon var mı?

Evet, bir sürü: John Cale, Scott Walker, Michelle Gurevich, Popol Vuh gibi. Filmlerdense Rebels Of The Neon God - Tsai Ming Liang, Phantom Thread - PT Anderson, Thief - Michael Mann (özellikle Soundtrack).

Bir şarkının prodüksiyon aşamasında en çok hangi teknik detaya dikkat ediyorsunuz?

Bugünlerde kaydedilmiş alan oda ya da salon ile çalışmakla ilgileniyorum. Mekanın kişiliği ve yaşamı kayıtta yaşamaya devam ediyor. Sonik mimari fikrini seviyorum. Kuyruklu konser piyanolarının ve Shostakovich'in piyano kaydı gibi ses çıkaran konser salonlarının sesini seviyorum. Şu anda 14 kişilik bir yaylı çalgılar topluluğu için bu yıl kaydedilecek düzenlemeleri bitiriyorum ve tüm kaydı canlı, çok az overdub ile kaydettik.  Orkestra için sonik dokular ve farklı çalma teknikleri üzerinde çalışmaktan hoşlanıyorum ama bunu diğer enstrümanlarla ve özellikle kendi sesimle de yapıyorum. Ses en ilginç enstrüman çünkü doğru ya da yanlış notalara basmaktansa istediğimiz her şeye dönüşebilme gücüne sahip. Benim için müzikte bir rahatsızlık unsuru olmalı, çatışan, kusurlu, biraz gürültülü, aykırı bir şey. Bunu lirik olarak da yansıtabilirsiniz. Şaşırtıcı ve hatta kafa karıştırıcı unsurlar kovalıyorum. Müzik yapmayı geleneksel bir şarkı yazma yapısını takip etmektense sırayla gerçekleşen bir dizi olay olarak görüyorum.  Fotoğraflardan ve soru işaretlerinden oluşan bir kolaj gibi, bu olayların içindeki uzunluk ve çelişkilerde giderek artan bir güzellik buluyorum.

Festivalin sizinle ilgili yazdığı tanıtım metninde şöyle bir cümle var: “Azier'in eşsiz pop müziğinde umut ve teselli arayacağız.” Sizce editör bununla ne demek istemiştir? Müziğinizin böyle bir mesajı var mı?

Umarım vardır.

Çelik üretimi dünyada düştü, Türkiye’de yükseldi Fiyat/kazanç oranı ile hisse senedi seçimi stratejileri! Milyonlarca iPhone kullanıcısını sevindiren gelişme: Önümüzdeki hafta geliyor Milyonları ilgilendiriyor: En düşük memur maaşı kaç TL olacak? İşte tahminler BYD, Türkiye'deki fabrikası için Fransız şirketle anlaştı Vural Çelik'in ailesi sessizliğini bozdu! Gülse Birsel'e yanıt verdiler