Müzik benim yaşama sevincim
Türk besteci, piyanist ve orkestra şefi Esin Aydıngöz, milyonların takip ettiği Tim Burton imzalı ünlü ‘Wednesday’ dizisinin müzik serisine hazırladığı düzenlemeyle 66. Grammy Ödüllerine aday… Aydıngöz ile bu büyük heyecanını konuşmak için bir araya geldik.
Haber Merkezi |HELİN KAYA
Müzik hayatınıza ilk kez ne zaman dokundu?
Esin Aydıngöz İstanbul’da dünyanın en tatlı ailesine doğan ve üniversite yıllarından beri de Amerika’da yaşayan, son derece hayalperest ve tutkulu bir besteci, aranjör, piyanist, müzik direktörü ve yeni, yeni de orkestra şefi. Babam çok ciddi bir müzik sever, o yüzden eminim ki müziğin hayatıma ilk dokunuşu ben birkaç günlükken olmuştur; ancak benim hayatımda fark yaratacak ilk dokunuşu Tahir Dedemin gazete kuponlarını biriktirerek aldığı küçük klavye ile oldu. Onun öncesinde annemin yurt dışından getirdiği her notası farklı renkte olan bir oyuncak ksilofonum vardı. Dedem klavyeyi alınca, annem klavyenin tuşlarına notaları kolay öğrenebilmem için ksilofondaki notaların renginde kağıtlar yapıştırmıştı ve ben de sevdiğim şarkıları çıkarmaya başlamıştım. Sonrasında özel dersler vs. derken kendimi okuduğum okulların koro, müzikli oyun ve okul orkestrası gibi müzik dolu seçmeli derslerinde ve bir de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarının yarı zamanlı piyano bölümünde buldum.
Türkiye’deki eğitiminizden sonra bir Amerika sayfası açıldı hayatınızda. Yolculuğunuzun bu aşamasında neler yaşadınız?
Bu hayatımın en sevdiğim dönemlerinden birisiydi. Berklee College of Music’te okudum ve orası müzik için yaşayan herkes için gerçekten rüya gibi bir yer: ülke, dil, kültür, yaş, cinsiyet farkı olmadan herkesin sabahtan akşama kadar müzik yaptığı, öğretmenlerinizin size öğrenci gibi değil de bir dost gibi davrandığı, gene öğretmenlerinizin bazen sizin ülkenizin müziğini öğrenmeye çalıştığı, bazen de sizi daha sadece bir öğrenci olmanıza rağmen müzisyen olarak kendi projelerine davet ettiği… Sabahtan akşama kadar en tutkulu olduğunuz alanda sizlerle aynı hisleri paylaşan birçok güzel insanla bilgi alışverişinde bulunuyorsunuz. Neredeyse her gün okulu ziyaret eden eski mezunlarla veya müzik endüstrisinin çeşitli alanlarından gelen ilham verici liderlerle konserler ve atölye çalışmaları yapıyorsunuz. Berklee’deki deneyimimden aldığım en büyük ders kendim için kuracağım hayallerin sınırsız olması gerektiği ve sonuçsuz kalan başvurularımın cesaretimi kırmak yerine kendimi daha da geliştirmek için birer fırsat olduğu. Çift ana dal ve yan dal yaptığım için Berklee oldukça yoğun geçen bir beş yıl oldu benim için, ama insan sevdiği şeyleri yapınca bir gün bile yorulmuyor. Okul müzik endüstrisinin çok başarılı bir simülasyonu aslında: hem kendi içinde son derece rekabetçi, hem de hatalar yaparak ve hatalarınızdan ders çıkararak geliştiğiniz güvenli bir aile ortamı gibi.
Disney ile yollarınız nasıl kesişti?
Disney’in hem filmleri hem de eğlence parkları beni hep çok etkilemiştir çünkü hem insana düşüncelerini, sorunlarını, korkularını unutturup insanı başka bir dünyaya götürüyor; hem bunu yaparken hayallerin, iyiliğin, sabrın önemini vurguluyor; hem de her yaştan, her dilden, her ülkeden insana hitap ediyor. Daha sadece yedi yaşımdayken, kendime bir gün Disney ile çalışma sözü vermiştim. Ne mutlu ki bu sözümü henüz hala çocukken, Mulan 2 filminin Türkçe dublajındaki “Bu Birinci Ders” şarkısıyla tutmuştum. Ama yollarımızın asıl kesişimi Aralık 2017’de oldu. Ben Berklee’den mezun olmadan önceki yaz yani 2016’da Los Angeles’a gitmiştim. Bu seyahatim öncesinde de LinkedIn üzerinden elli kadar Disney çalışanını bulup, onlara Facebook üzerinden mesaj göndermiştim: Önerilerini almak, aralarına katılacak yeni iş arkadaşları seçerken nelere dikkat ettiklerini öğrenmek için. Başta bu mesajıma sadece iki kişi cevap verse de mesajımdan bir buçuk yıl sonra, tam da o gün acilen müzik asistanı bulması gereken bir kişi mesajımı gördü ve bu sayede Disney’in ‘DCappella’ adındaki a cappella grubuna daha kurulum aşamasından itibaren dahil oldum. Bir sene sonra yardımcı müzik direktörlüğüne yükseldim- bu arada da çeşitli Disney Music Group ve Disney Concerts projelerinde prodüksiyon asistanı, aranjör, piyanist, yapımcı ve orkestra şefi olarak çalışma fırsatı buldum. Geçtiğimiz Ekim ve Kasım aylarında Disney/Pixar’ın Coco filminin Kuzey Amerika turnesindeydim. Orquesta Folclórica Nacional de Mexico’nun film müziklerini filme senkronize olarak çaldığı bu turnede orkestra şefi ve müzik direktörü olarak yer aldım. Doğu sahilinden batı sahiline kadar tüm Amerika’yı dolaştık ve 60 günde 48 konser verdik.
Tim Burton’ın yönetmenliğini üstlendiği Wednesday dizisi için yaptığınız aranjman ile Grammy aday oldunuz. Neler hissediyorsunuz?
Bu gerçekten şu ana kadar başıma gelen inanmakta en çok zorluk çektiğim şey oldu, çünkü hem çok prestijli bir ödül hem de ne kadar başarılı olursanız olun garantileyebileceğiniz bir şey değil. Müzik endüstrisinin size verdiği bir hediye resmen. Hem şaşkın hem minnettar hem heyecanlı hem de tarif edemeyeceğim kadar mutlu ve şanslı hissediyorum kendimi. Keşke herkes mesleğini bu kadar sevse ve bu hissi tadabilse.
Sizi bu başarıya ulaştıran etmenlerin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Hayatta hepimizin karşısına çılgın fırsatlar çıkabilir, doğru zamanda doğru yerde olup doğru bir insanla tanışabiliriz ve bir anda hayatımız değişebilir ama bunun için hem hazırlıklı hem de cesur olmamız lazım. Wednesday’de aranjör olarak yer alma fırsatı benim karşıma çıktığında hem eğitimim hem de sonrasında yaptığım çalışmalarım sayesinde buna hazırdım ve işi tamamlamak için çok kısıtlı bir zamanım olmasına rağmen düşünmeden “Evet, ben bunu yaparım” dedim. Bir de tabii insan ilişkileri çok önemli. Beni bu projeye davet eden kişi Grammy adaylığını paylaştığım iki aranjörden birisi olan Alana Da Fonseca. Kendisi çok başarılı bir şarkı yazarı ve prodüktör. Daha önce de böyle kısa sürede yetiştirilmesi gereken bazı başka projelerinde daha ufak rollerde yer almıştım. Ona ihtiyacı olduğunda yardım ettiğim ve hem insan hem de müzisyen olarak güvenini kazandığım için beni Wednesday’e davet ettiğine inanıyorum. Sonuç olarak kimi tanıdığımız, zamanımızı kimlerle geçirdiğimiz, kimlerden ilham aldığımız da ister istemez hikayelerimizi ciddi ölçüde etkiliyor.
Müziğin iyileştirici gücü hayatınızda nasıl bir yer kaplıyor?
Benim hayatımda kapladığı yeri “yaşama sevinci” olarak özetleyebiliriz. Her gün ayrı bir proje için ayrı bir heyecanla uyanmak veya başka bir şehirde başka bir sahneye çıkacak olmak gerçekten bir ayrıcalık. Küçükken doktor olan anne ve babamın azmini ve çalışma gücünü gördükçe “Kendime öyle bir meslek seçmeliyim ki 7/24 çalışsam bile asla kendini iş gibi hissettirmemeli ve bana mutluluk vermeli” diye düşünür, hayatımı bu felsefeye göre yönlendirmeyi düşlerdim. Ne mutlu ki bunu başardım.