Müzik benim ilk lisanım
İstanbul’dan klasik müziğin süper starı geçti: Gramophone dergisinin geçen yıl ‘Yılın Sanatçısı’ seçtiği dünya sahnelerinin Grammy ödüllü popüler yıldızı soprano ve orkestra şefi Barbara Hannigan İstanbul’da hayranlarını coşturdu, öncesinde de sorularımızı yanıtladı: “Yaratma sürecinde kendimi dişi bir insan olarak hissetmekten ziyade bir hayvan olarak hissediyorum.”
Haber Merkezi |NASIL BİR SANAT? - GİLA BENMAYOR
Dünyanın en iyi 10 kadın orkestra şefi arasında gösterilen Kanadalı soprano ve orkestra şefi Barbara Hannigan ile AKM’de Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile konserinden önce kaldığı otelin lobisinde buluşup konuşmuştuk. Konser öncesi karşımda her iki şapkasına tutkuyla bağlı, gülmeyi seven, çoşkulu, kolay ilişki kurabileceğiniz, sohbet edebileceğiniz, mütevazı biri vardı. AKM’de Charles İves, Arnold Schoenberg ile başlayıp Haydn, Gershwin ile devam eden konser boyunca sahnede gördüğüm kişi ‘başka bir gezegenden gelmiş bir kadın’ idi. ‘Başka bir gezegenden gelmiş’ tanımlaması bana ait değil. Fransız Le Figaro Gazetesi’nin yıllar önce Barbara Hannigan için yaptığı bir tanımlama. Soluksuz, yaklaşık bir buçuk saat sahnede izlediğim sanatçı hiç kimseye benzemiyor. Uçuşan uzun sarı saçları, uçuşan bol ipek gömlekleriyle ve tabii sahnedeki varlığıyla başka bir dünyadan. Orkestrayı idare ederken, müziğin düşük temposuna göre zarif elleri bir balerinin hareketlerini anımsatıyor, müzik şiddetlendiğinde çılgın bir enerjiyle tüm bedenini devreye sokuyor. Zaten kendisi bir söyleşisinde şöyle demiş: “Yaratma sürecinde kendimi dişi bir insan olarak hissetmekten ziyade bir hayvan olarak hissediyorum. Kuşum, atım ya da kurdum. Birinden diğerine de bir dakikada geçebilirim. Bu bana çok doğal geliyor.”
BATONU OLMAYAN ORKESTRA ŞEFİ
Barbara Hannigan’ın elinde orkestra şefi batonu yok. “Çünkü ellerim bence kendilerini iyi ifade ediyor” diyor. O kadar doğru ki. Sanatçının büyük zarafet ve beceriyle kullandığı ellerine odaklanmamak mümkün değil. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’yla konserinin ikinci bölümünde, Amerikalı müzisyen Bill Elliott ile birlikte yeniden yorumladığı George Gershwin’in Çılgın Kız Suiti’ni hem yönetirken, hem söylerken elleri büyüleyici. Şarkı söylerken orkestraya arkasını dönüyor ama seyirciyi karşısına alırken orkestrayı yönetmeye devam ediyor. Aynı zamanda dans ediyor. Kaçırmadığım için mutlu olduğum müthiş deneyimdi. Hannigan’ın soprano ve yönetmen olarak çıkarttığı ilk albüm olan Çılgın Kız Suiti Grammy Ödülünü aldı. Bu arada not düşeyim, sanatçı ‘Klasik Müziğin Oscar’ı olarak bilinen ‘Gramophone 2022’ ödülünü dördüncü kez ‘Çağdaş Müzik’ dalında ve ‘Yılı Sanatçısı’ olarak almıştı. Bunların yanı sıra pek çok ödülün sahibi olan Hannigan hem soprano hem orkestra şefi olarak Berlin Filarmoni, Londra Senfoni, Toronto Senfoni, Prag Senfoni, Mahler Oda Orkestrası gibi prestijli orkestralarla çalıştı. Halen Gothenburg Senfoni Orkestrası’nın 2025 yılına kadar ‘konuk şefi’ olan Hannigan, Londra Senfoni Orkestrası’nda yardımcı sanatçı olarak üç yıl boyunca repertuarına katkıda bulunacak. Sanatçıya buluşmamızda sorduğum sorular ve cevapları şöyle:
HER YOLCULUK GİBİ HER KONSER FARKLIDIR
Şarkı söyleyebileceğinizi, yetenekli olduğunuzu kaç yaşında keşfettiniz?
Kanada’da Yeni İskoçya’da küçük bir yer olan Waverley’de dünyaya geldim. Tüm ailemin müziksever olduğunu söyleyebilirim. Annem, anneannem ve diğer aile fertleri. Bebeklik dönemimizde annem, bana, kız kardeşime ve ikizim erkek kardeşime piyano çalarken hep birlikte şarkı söylerdik. Melodileri unutmayalım diye şarkılarımızı kayıt altına alırdı. Henüz konuşmayı öğrenmeden şarkı söylerdim. Dolayısıyla müziği ilk lisanım, konuşmayı ikinci lisanım olarak gördüm. Waverley’de müzik, dans eğitimi aldım. 17 yaşımda Toronto Üniversitesi’nde müzik okumaya gittim. 23 yaşında ise müzik kariyerime devam etmek için Avrupa’ya göç ettim. Hollanda’da 20 yıla yakın yaşadım. Sonra halen yaşamakta olduğum Fransa’ya geçtim.
Peki, orkestra şefi olmaya nasıl karar verdiniz?
Kariyerime şarkı söyleyerek başladım. Orkestra yönetmek bir olasılık olarak bile aklıma gelmemişti. Kendime belirlediğim bir yol vardı: Şarkı söylemek. Otuzlu yaşlarımda özellikle zor parçalar çalan oda orkestralarına yol göstermek, müzisyen arkadaşlarıma destek olmak gibi bir misyon üstlenmiştim. Sonunda çevremdekiler beni orkestra yönetmeye ikna ettiler. Ardından 2011 yılında Paris’te Chatelet konser salonunda çaldım.
Ne çaldığınızı hatırlıyor musunuz?
Tabii ki. Stravinsky’nin müziğiydi. Ertesi gün telefonlar yağmaya başladı. İnanılmazdı. Müzik çevresi çok heyecanlanmıştı. Müzisyen arkadaşlarım, tanıdığım orkestra şefleri yönetmemi istiyordu. “Hadi gel çal” diye baskılar çoğalmıştı. İkinci bir yol açılmıştı önümde. Birkaç yıl sessiz olmayı, reklam yapmamayı seçtim. Danışan olursa fikrimi söylüyordum. Ancak bir süre sonra hem soprano, hem orkestra şefi olarak çifte yol alacağım belli olmuştu.
Seçtiğiniz her iki yolda nasıl başarılı oldunuz?
Çok çalışarak, neredeyse insanüstü bir gayret sarfederek. Sabahları saat sekizde kalkıyorsam saat altıda kalkmaya başladım. Günlerce, saatlerce çalıştım. Ama işimi kolaylaştıran bir şey vardı. Beni soprano olarak tanıyan orkestralar beni davet etmeye başladılar. Şimdi yılda 40 kadar konser yönetiyorum. Konserlerin yüzde 70’inde orkestrayı yönetiyorum. Her konser benim için bir serüvendir. Başarıdan ziyade o serüvene giden yola, sürece odaklanıyorum. Esas olan hedefe varmaktan ziyade tüm yolculuktur. Her yolculuk farklıdır dolayısıyla her konser farklıdır.
KADIN LİDERLER HER ALANDA EKSİK
Hem yetenekli hem de aşırı çalışkan olduğunuzu söyleyebilir miyiz peki?
Evet öyle. Ebeveynlerim açısından şanslıyım doğrusunu isterseniz. Annem çok yaratıcıdır, babam da çok çalışkan. Annem, her ikisinin de iyi taraflarını aldığımı söyler. Yetenekliyim evet ama çok çalışmak konusunda da yetenekliyim.
Sizin de tanığınız piyanist Fazıl Say kadın orkestra şeflerinin sayısının artması gerektiğini söyler. Genç orkestra şefi Nil Vendetti’yi mesela kanatları altına almıştır. Kadın orkestra şef oranının sadece yüzde 4 ila 5 olduğunu biliyorum. Bu oranın daha çok artması için ne önerirsiniz?
Büyük resme bakacak olursak kadın liderler her alanda eksik. Okullarda eğitimden başlamak gerek, çocuklara rol modeller gerekli. Düşünün bir zamanlar kadın doktor, kadın avukat bile yoktu. Bugün dünya liderleri, büyük şirketlerin CEO’ları, astronot ve suşi şefleri arasında kadın sayısı o kadar az ki.
Suşi şefi mi dediniz?
Evet Japonya’da kadınlar, ellerinin daha sıcak olduğu ve bunun pirince iyi gelmediği gerekçesiyle suşi şefliğine kabul edilmiyorlar. Müziğe dönersek kadın orkestra şeflerinin sayılarının artması için çocukları cesaretlendirmek gerek. Yakınlarıma, çevreme daima çocuklarını provalarıma getirmelerini söylüyorum. Çocuk yedi yaşında beni podyumda gördüğünde “ne kadar ilginç demek kadın orkestra şefi de olabilir” diye düşünecek. Bu konuda herkes üzerine düşeni yapmalı.
Siz de bildiğim kadarıyla Equilibrium girişimiyle genç sanatçıları kariyerlerinde cesaretlendiriyorsunuz. Girişiminiz hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Equilibrium’da genç sanatçılarla deneyimlerimizi paylaşarak hem mentorluk yapıyoruz, hem profesyonel hayata geçişlerini kolaylaştırıyoruz. Çünkü genç müzik öğrencileri eğitimlerini bitirdiklerinde zor bir süreçle karşı karşıya kalıyorlar. Dünyanın her yerinden Türkiye dahil başvuru alıyoruz. 800 başvuru arasında 400 genci dinledik. Aralarından her yıl 10-15 tanesini seçiyoruz. Kendi payıma genç müzisyenlerin benimle sahnede yer almalarını, benimle öğrenmelerini sağlıyorum. Birlikte çalıştaylar düzenliyoruz ve onları tanıdığım orkestralara yönlendiriyorum. Kimi zaman birlikte seyahat ediyoruz orkestraları tanımak için. Equilibrium’a yoğun tempom arasında fazla vakit ayıramadığım için hayıflanıyorum. Keşke günde 24 değil 36 saat olsaydı.
İstanbul ile ilgili izlenimlerinizi sorabilir miyim?
İstanbul’a ikinci gelişim. 2015 yılında beni temsil eden Tuğce Tez’in daveti üzerine gelmiştim. Üç gün boyunca Ayasofya, Kılıç Ali Paşa Hamamı gibi tarihi yerler dahil İstanbul’u karış karış gezdik. Yedik içtik. O seyahatimden en çok aklımda kalan Ayasofya’daki melekler ve tavuk göğüslü tatlı oldu. Tavuk göğsünden tatlı yapıldığına inanamadım. Umarım bu sefer de yemek şansım olur. Genellikle Türk mutfağını beğeniyorum. Bir de İstanbul’un kedilerini seviyorum. Evimde 3 kedim var. Yolculukta onları çok özlüyorum. İstanbul’a otelin bahçesinde gördüğüm üç kedi bana onları anımsattı.