Mesut Yar: Artık haberle insanların yüzünü güldüremiyordum
Yılların gazetecisi ve ekranların sevilen yüzü Mesut Yar, bir sabah yine ekranlardan veda etti, kendi deyimiyle ‘sevgili sülale’sine. Rahat bir emeklilik için de değil üstelik. Siyasete atılmak adına… Bu hikayenin öncesini, bugününü, ‘olduktan’ sonrasını ve tabi ‘velev ki olmadı’ kısmını Mesut Yar anlatsın sizlere…
Haber Merkezi |GÜLSEREN ÜST POLAT
2022 yılı Aralık ayının tam da sonlarında bir söyleşi için buluşmuştuk Mesut Yar ile. Tabii o zamanlar yılların gazetecisi ve başarılı bir TV programcısı vardı karşımda. Tam bir yıl sonra yine 2023’e veda ederken bir kez daha buluştuk, sohbet için. Ama bu sefer Cumhuriyet Halk Partisi Datça Belediye Başkanı Aday Adayı Mesut Yar ile konuşuyordum. Tarzı ve sempatikliği ile yıllardır ekranların sevilen yüzü olarak hayata devam etmek varken, en azından toplumun büyük çoğunluğu tarafından daha soğuk ve mesafeli bulunan ‘politikaya’ girmeye onu iten neydi diye sormadan olmazdı elbette. Gerçi o, “Gülüşe gülüşe kazanacağız” sloganıyla siyasetin de sıcak bir dili olabileceğini gösteriyor bugünlerde…
Bir ‘Datçalı’ olarak aslında ‘bölgeyi nasıl güzelleştiririz, nasıl fayda sağlarız’ derdiyle yapılan ve içinde politikanın ‘p’sini barındırmayan bir çalışmanın, Cumhuriyet Halk Partisi’nden Datça belediye başkanı aday adayı olmasına nasıl evrildiğini Mesut Yar’dan dinledik.
Her sabah izleyiciyle buluştuğunuz ekranlara bir sabah veda için çıktınız. Üstelik emeklilik için filan da değil. Datça’dan belediye başkanı aday adayı oldunuz. Oldukça başarılı bir kariyeriniz varken ‘neydi zorunuz’ diyesi geliyor insanın.
Ekrana çıktığım ilk günden beri benim derdim başkalarının derdiyle dertlenmekti. Mesleğin bizi getirdiği noktada insanın bazı yetenek kayıplarına uğradığını görüyorsun. Sen olduğun yerde sabit dursan da altındaki yer kayıyor, gündem kayıyor. Gerçeklik duygusu, samimiyet duygusu ortadan kalkıyor ve insanları yeni bir güne umutla uyandırabilmek için her güne yeni bir söz bulmak gerekiyor. Dolayısıyla mevcut siyasal, sosyolojik ve ekonomik şartların bunu giderek zorlaştırdığı bir sürecin tam da miadında hissediyorum, insanlar için ve kendim için. İnsan kendi miadına döndüğünde yeni çıkacağı yolu ya da çıkması gereken yolu tekrar belirlemiş oluyor. Tarih tekerrürden ibarettir ve her tekerrürden alınacak dersleri iyi analiz ettikten sonra geleceği de bir şekilde görüp, inşa edebilirsiniz inancındayım. Hayal etmek birincisi, inşa etmek ikincisi… Bir enstrüman olarak haberle artık insanların yüzünü güldüremediğimi anlayınca bir karar vermek durumundaydım.
Datça’ya 27 yıl önce geldim ben ve 15 yıl önce de yerleşik düzene geçtim. Yerleşik düzene geçtikten sonra bazı şeylerin farkına varıp acaba yanlışları düzeltebilir miyiz duygusu üst üste gelince bu beni kaliteli bir emekliliğe değil, kaliteli bir iş yapıp ardından emekliliğe ayrılma noktasına getirdi.
Birden gelişen bir karar mıydı, yoksa kafanızın bir kenarında yavaş yavaş filizlenen bir plan mıydı bu?
Mikro milliyetçilikte bir Datçalılık kavramı var. Bir kota konmamış, şu kadar süre Datça’da yaşayan Datçalıdır gibi… İster istemez bir toprakçılık meselesi var. 2024’e girerken artık 3 günlük elektrik, su kesintisi, ‘meteorlarla’ döşenmiş yolları kimseye anlatamazsın. Bu nedenle Datça için ne yapabiliriz diye şimdiki çalışma arkadaşlarımla bir eylem planı düşünmüştük. Bu çok hayali bir plandı, yani politikanın ‘p’si bulunmayan bir plandı. Sadece gönüllülük içinde Datça’da yaşayan, yaşamayan insanlarla birlikte tüm meslek gruplarının olduğu gönüllü bir grupla bir Datça vizyon çalışması yaptık. Bu vizyon çalışması bir noktadan sonra bir şekilde benim fenerim oldu. O fenere bakarak dedim ki: Türkiye’de her şey teoriye dayanıyor peki pratiğe geçse nasıl olur? İşte o pratiğe geçme meselesi bir risk alma meselesiydi. Evet, politika Türkiye’de zor bir alan ama kabul etmek gerekir ki ben Türkiye’de 35 yıldır politika gazeteciliği yapıyorum. Bunu yaparken de mümkün olduğunca tarafsız, parti gözetmeden, halkın sorunlarını gözeterek onların sesi olmaya çalıştım. O ses şimdi empati yaparak biraz da yer değiştiriyor. Şikayet ettiğimiz şeyleri düzeltme konusunda kamunun ne kadar faydası var ve bizim ne kadar faydamız olacak? ‘Geç bakalım Mesut, sen hesap verme alışkanlığına samimiyetle geçiş yapabilecek misin’ dedim. Bu soruya verdiğim yanıt beni tatmin ettiği gün başladım.
Geçen sene sohbetimizde “Yoruldum, bu işi bırakıyorum” dediğinizde ne yapmak istediğinizi sormuştum. “Üzerine çok çalıştığımız bir fikir var. Memleket meselesi diyelim” cevabını almıştım. Bu muydu düşünceniz, yoksa bir tarafta tuttuğunuz ayrı bir proje mi var?
Evet, bu çalışmaydı. Açıkçası net bir şekilde yerel yönetim tavrı içine girebiliriz meselesi yoktu. Fakat yaptığımız çalışma günün sonunda eylemden pratiğe geçirilebilecek bir hal alınca, pratiğe geçirmek için mutlaka bir vitrine ihtiyaç vardı. Bu vitrinin ben olduğum konusunda sevgili arkadaşlarım -ki bu insanların tamamı Datçalı da değil- beni de ikna ettiler. İkna olurken çok da ayak sürdüm diyemem. Çünkü televizyonculuk sizi bırakmaz, yaptığınız belgesellerle ya da başka programlarla bir şekilde ihtisas medyalarında kendinize yer açabilirsiniz. Fakat habercilik artık benim bırakmak istediğim, mental olarak beni yoran ve bu yorgunluğun da bir karşılığı olmayan, değiştiremediğiniz fakat farklı bakış açıları geliştirebildiğiniz bir mecra oldu. O mecranın da hacmi giderek küçüldü, ben bir şey üretmeden küçük bir cendere içinde top gibi yuvarlanmayı sevmiyorum. Geniş bir alanda mikro ölçekte birilerine umut verip, o umudu önce yerelden yurda, yurttan da globale yöneltebilir miyiz? Meselemiz bu oldu. Sivil toplum kuruluşu yaklaşımıyla başlayıp, sivil toplum delegesine evrildi işler.
Umut olabildiyseniz kahraman da olmuşsunuzdur
“Hayatımda anlatabileceğim bir tane kahramanlık öyküsü kalsın istiyorum. Yormayacak mı, yorsun ama güzel yorsun…” Böyle söylemiştiniz en son. Ne dersiniz, Datça’dan mı başlayacak bahsettiğiniz bu kahramanlık öyküsü?
Bir temenni olarak evet. Görev bana verilirse ben inanıyorum o sandıklardan umudun fışkıracağına. Partisi önemli değil, geçmişten alınabilecek tüm dersleri bir şekilde geleceğin projeksiyonuna çevirecek çok ciddi bir kalabalık var. Kalabalıklara umut olabilirseniz zaten kahraman oluyorsunuz.
Ben Datça’ya gelirken Akyaka’ya sıklıkla uğrarım. Arkeoloji bölümünün kurucusu rahmetli Halet Çambel’in küçük bir büstü vardır orda. Ben nasıl Halit Hocamı her geçişte selamlıyorsam bir gün buradan geçerken beni de selamlayacak biri olursa zaten kahraman olmuşum demektir.
Aktif olarak ordasınız anladığım kadarıyla, nabzını da yokluyorsunuzdur bölgenin. Nasıl karşılandı adaylığınız?
Aslında Datça çok homojen bir yer. Farklı fikir topluluklarının bir arada yaşamayı başarabildiği bir yer. Böyle bir hareketliliği, böyle bir renkliliği, ‘bizim artık bir vizyona ihtiyacımız var’ diyen Datçalılar memnuniyetle karşıladı. Datçalının şu kaygısı vardı: Acaba çalışır mı? O kaygıyı ben onlardan daha çok düşündüğüm için ve daha önceden teoride çalışmaya başladığım için o teveccühü ne kadar yükseltebiliriz noktasına geldik. Datça dağlık bir coğrafya, 150 km’den uzun sahili, 52 koyu, mahalleye dönmüş 12 köyü var. Tüm bunları düşününce herkesle el ele olabilmekti mesele. Ben Datçalılara 5 yıl, 10 yıl, 50 yıl ve 100 yıl sonrasının Datça’sını nasıl gördüğümü anlatıyorum. ‘Bunu yapmak için bu işe soyundum’ dediğinizde insanlar bir şekilde umudun sizde olduğuna inanıyorlar. Bu güne kadar sadece gülümseyerek ve kelimelerimle dokunduğum insanlara ellerimle dokunuyorum, birbirimize sarılıyoruz. Hemen hemen herkese bu süreçte dokunmaya çalışıyorum. Herkesin gönlündeki Datça’yı inşa edebileceğimi anlatıyorum onlara. Çok keyif verici.
Peki, neyi değiştirmek istiyorsunuz Datça’da?
Datça yıllar önce Can Baba’nın (Yücel) da belgesel çekmek için gelip meftun olduğu bir coğrafya.
Konumu, duruşu, tarihi ile çok önemli bir yer. Fakat Datça bilinmiyor. Kimisi diyor ki ‘aman iyi böyle.’ Ama bence, 4000 yıl önce Akdeniz havzasında başkentlik yapmış Knidos gibi bir kentin bilinmemesi son derece kötü. Bir başkent zamanla kendi insanlarının dilinde bir köye evrilmiş. Ben kentlilikten köye evrimin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum ama köylülükten kentliliğe evrimin ekonomik, insani ve vizyoner olarak ürettiği artı değerlerle çok daha efektif olacağını düşünüyorum. Datça, elbette ki geleceğin kartpostallarından bir tanesi olacak ama bu kartpostalı sadece Türkiye’de değil, globalde duyurmamız gerekiyor.
Yine Datça’nın temel sorunu bayındırlık. 2024 senesindeyiz ama bölgenin en önemli sorunu elektrik erişimi, içme suyu erişimi, atık su ve atık suyu kullanılabilir bir suya dönüştürecek arıtma meselesi… Yılın 11 ayı güneş alan bir yerde elektrik kesintisi yaşamak hakikaten bir kabus. Datça’nın bir vizyon sorunu var. Knidos gibi bir kenti daha biz UNESCO’ya sokamamışız. Datça’nın endemik bitkilerinin azalması ve giderek yok olması sorunu var. Dolayısıyla kendi türümüzün devamlılığı için bunların ıslahı ve ileriye doğru evrimini çalışmalıyız. Datça’da giderek azalan bir çiftçilik var. Oysaki Datça ne ekersen bir şekilde onu fazlasıyla biçebildiğin bir yer. Hak edilmiş değil, sarf edilmiş şeyler var. Turizmiyle ayakta duracak aynı zamanda Türkiye sermayesine sermaye katabilecek bir yerin atıl durması aklın alabileceği bir şey değil. Son derece basit birkaç eylemle Datça’yı işlevsellik kazanmış bir yurt haline getirebilirsiniz. Tüm bunları yaparken yeşili asla ve asla yok saymayarak ama geleceği de büyümeyi de yok saymayarak, agro turizmle yeşilini kaybetmemiş bir Datça yarımadasını yapacağız. Altyapı sorunu da var şuan ve bu atık sular maalesef denize karışıyor. Bunların çözülmesi gerekiyor.
Destinasyondan söz ediyorsunuz ama bu destinasyon meselesi ‘bir Bodrum olur muyuz’ korkusu yaratıyor mu bölgede?
Datça’nın Bodrum olma şansı yok. Kentlerin ruhları vardır. Bodrum gömleğini giyemez Datça, sakil durur. Emekliliğini Datça’da isteyenler, sessiz sakin bir Datça hayal ediyorlar. Öncelikle onların hayallerini teslim etmek zorundayız. Datçalıların huzuru aradığı yerlerde bu sakinliği onlara vermelisiniz. Ama eğlenmek isteyenler için o imkanları da sağlayacağımız alanlar var. 52 koydan söz ediyoruz. Kimseye gasp ettirmeyeceğimiz, kirletilmesine izin vermeyeceğimiz yerler olacak bunlar.
Çocuklar için oyun alanları, gençler için sosyalleşme alanları, emekliler için ucuza çay içebilecekleri alanları yerleştirebilirsiniz. Böylece Datça’yı müstesna bir hale getirebiliriz.
Ben yerinde oturmayan bir adamım
Peki, farz edelim kazanamadınız, ne yapmayı düşünüyorsunuz? Sonraki adımınız ne olur? Döner misiniz mesleğe?
Bu kadar çalışılmış, etüt edilmiş ve pratiğe çok yakın duran bir şeyi Datçalı için benden daha iyi bir şekilde emek verebileceğine inandığım arkadaşlarımla seve seve paylaşırım ama bazı bölümlerini… Çünkü bizim Datça planlamamız henüz bitmiş değil. Siyasette bir dakikada her şey değişiyor. Datça için bu kadar zaman harcadıktan sonra, bu kadar insan bu işe gönlünü koyduktan sonra bunun heba olmasına izin vermeyiz. Bir şekilde gelecek arkadaşımızın bu vizyonu taşıdığını düşünürsek elde ettiğimiz birikimi seve seve paylaşırız.
Diğer konuya gelince… Benim bıraktığım şey aslında habercilik. Gazetecilik mesleği bırakılabilir mi? Hayır... Akılda zaten süregelen ve bir şekilde kendi motoru içerisinde -ki ben ona pancar motoru diyorum- patpatı çalışan bir meslek. Ama artık haber anlatıcılığı yapmazsınız da durum beyanında bulunan başka şeylerle insanların karşısına çıkabilirsiniz. Şunun altını özellikle çiziyorum: Parti ya da isim ayırt etmeksizin, vizyon sahibi olduğuna inandığım ve ‘Datça için bir şey üreteceğim’ diyen herkese, ‘al kardeşim beş tuğla da benden olsun’ diyeceğim. Bir şekilde Datça’da imzamız olur.
Tam tersini sorayım. Kazandınız ve Datça Belediye Başkanlığı koltuğuna oturdunuz. Sonrasında peki? Mecliste görür müyüz Mesut Yar’ı?
Ben yerinde oturmayan bir adamım. Ben çimde koşan bir Arap atı ya da İngiliz atı olabilirim. Yeter ki kulağıma fısıldayan seyisimin derdinin Datça olduğunu hissedeyim. Ben koşan başkan olmak için geldim buraya. Datça’nın vitrinde duran ama asla odasında, koltuğunda oturmayan bir başkan olmak istiyorum. Biz ilk etapta 5 yıl için çalıştık. Eğer olursa 5 yıl sonra orta vadeyi de çalışacağız. Elbette ki bir sesin daha iyi, daha güzel duyulması için geçmemiz gereken başka stepler varsa orayı da geçeriz. Hak verilmez alınır, yeter ki bir hak üretelim. Eğer daha yüksek mercilerde olmak gerekirse onu da yaparım.
Özel numaranızı paylaştınız seçmenle. Bu çok sık rastlanan bir durum değil. Nasıl baş ediyorsunuz telefonlarla?
Aramakta kaygılanıp önce mesaj gönderiyor insanlar. Arayacak cesareti gösterenler de gerçekten benim sesimi duyunca şoke oluyor. Bu profille karşı karşıya olmanın bize getirdiği avantajlar oldu. Çünkü birinci ağızdan dertleri dinlemek önemliydi. Katılımcı yönetimin halkın elinde olduğunu göstermek adına da önemliydi. 2 bin-2 bin 500 arama ve onun 5 misli masajla önemli bir birikime ulaştık. Kimi ‘aman girme’ dedi, kimi ‘gir’ dedi. Son konuşmalar ‘Başkanım başkanlık ne zaman açıklanak’a döndü.
O derdi yollara bırakırım
Deşarj olmak için arabanın direksiyonuna geçip kendini yollara vuran birisiniz. Başkan olursanız yeni bir yöntem bulmanız gerekebilir.
Datça çok büyük bir yarımada ve ben yine şoför kullanmayı düşürmüyorum. Ben Datça’da bir yerden bir yere giderken o derdi yollara bırakırım yine.
Kafanızda bir kitap vardı, yazmaya bir türlü cesaret edemediğiniz.
Başladım ben o kitaba.
Kaybettiğiniz arkadaşınız Namık’ın ‘hadi’ demesini bekliyordunuz, kitap için. Adaylık için de hadi dedi mi?
Namık Datça’yı çok severdi, burada olsaydı benimle birlikte inşa edebileceği bir Datça fikrini de… Adaylığımı duyduğunda ilk tepkisi ‘hahaaaaa’ olurdu. Can Baba (Yücel) da zaman zaman dolaşıyordur Datça sokaklarında ve şöyle soruyordur: Naaaptınız benim güzel Datça’ma? Dur, Can Baba, zamanı var… Can Baba’nın güzel Datça’sını ona teslim edeceğiz.