Kara bulutları dağıtma zamanı
Trafikte kural tanımayanlar, yolda yürürken omuz atanlar, bir yerden bir yere gitmek için taksi arayıp bulamayanlar, sokak ortasında bağırarak tartışan çiftler, işyerinde çalışmayı bırakıp dedikodu yapanlar, kendini tutamayıp çalışanlarına bağıranlar, ödemeleri geciktirmeyi maharet sananlar, arkadaşlarına sürekli sitem edenler, çocuklarını baskılı tutumlarıyla bunaltanlar….
Haber Merkezi |YÖNETİM – TUNÇ DİPTAŞ
Pandemi sonrası ortaya çıkan belirsizlikler, Ukrayna-Rusya savaşının ve büyük depremin olumsuz etkileri, sürekli artan hayat pahalılığı, ekonominin daralması, alım gücünün düşmesi, çevre kirliliği nedeniyle artan sıcaklar, kaçak olarak gelen yabancıların ülkenin kültüründe yaptığı değişimler, artan vergiler…
Ülkenin ve ülkede yaşayan insanların gündemini çok uzun bir süredir bu konular meşgul ediyor. Türkiye’de yaşayan insanlar sürekli olarak bu olumsuzlukları konuşuyor.
Dost meclislerinde, aile ortamında, televizyonda tartışma programlarında, çalıştığımız kurumlarda, yönetici toplantılarında, futbol maçlarında bu konular mütemadiyen dile getiriliyor.
Problemler ve sorunlar üzerine o kadar vakit harcanıyorki ülkenin üzerindeki kara bulutlar hiç eksik olmuyor.
Şikâyet etmek ise toplumun yaygın bir kültürü haline gelmiş durumda. İnsanlar iletişime girmeyi, ilişkide olmayı şikâyet etmekle özdeşleştiriyorlar. Şikâyet ederek ‘öz’lerinden, saf enerjilerinden uzaklaşıyorlar. Bu alışkanlık sonunda bütün dünyayı kapkaranlık görmelerine neden oluyor. Hayatını yaşayan bir kişi olmaktan çıkıp, öğrenilmiş çaresizliği yaşayan kişilere dönüşüyorlar.
Problemlerin, sorunların varlığını ve bunların bizim hayatımızı ne kadar zorlaştırdığını elbette kimse inkâr edemez. Ancak sorunlardan daha tehlikeli olan sorunların kendisinin sürekli konuşuluyor olması, bunun bir döngü halinde tekrarlanmasıdır.
Problemlerin, sorunların varlığını ve bunların bizim hayatımızı ne kadar zorlaştırdığını elbette kimse inkâr edemez. Ancak sorunlardan daha tehlikeli olan sorunların kendisinin sürekli konuşuluyor olması, bunun bir döngü halinde tekrarlanmasıdır.
Herhangi bir canlıyı ya da varlığı büyütmek istiyorsanız ona dikkatinizi vermeli, onu mutlaka beslemelisiniz. Problemleri besleyen de problemler üzerine sürekli olarak konuşmaktır.
Bir ekonominin daha kötüye gitmesine neden olan toplumdaki olumlu beklentileri olumsuza çevirmektir. Bir toplumu daha yozlaştırmanın yolu da mutsuzluk sendromunu yaymaktan geçer.
Bu yüzden problemlere bakış açımızı değiştirmeliyiz.
1) Zamanınızın sadece %5’ini problemlere, %95’ini ise çözümlere ayırın. Sürekli problemi konuşmak sizi rahatlatabilir, insanlarla ilişki kurmanızı sağlayabilir ancak ilerlemeniz önünde engel olacaktır.
2) Her problemin arkasında kendinize sormanız gereken kaliteli bir soru vardır. Eğer o soruyu bulabilirseniz çözüme er ya da geç ulaşırsınız. Kaliteli sorular kaliteli cevaplar getirir. Sizi olumluya yönlendirecek, motive edecek, yaratıcı olmanızı sağlayacak soruları sorarak problemleri aşabilirsiniz.
3) Unutulmamalı ki hiçbir problem sürekli değildir. Tüm güzel zamanlar gibi zorlu zamanlar da geçicidir. Hayatta her şey değişir ve sona erer.
4) Gerçekler bakış açısına tabidir. Problemleri çaresizlik olarak görmek yerine fırsat olarak görmeye başladığınızda çözüme bir adım daha yaklaşmışsınız demektir.
5) Zor zamanlar güçlü insanlar yaratır. Problemleri çözmeye çalışırken edindiğiniz tecrübe sizi daha güçlü hale getirecektir.
6) Problemin kendisine müdahale edemiyorsanız, kendi kontrolünüzde olan şeylere odaklanın. Örneğin, ekonominin yönetimi sizin elinizde değilse devlet politikalarını değiştiremezsiniz ancak enflasyona karşı paranızı daha idareli kullanabilirsiniz.
Mutlu olabilmenin ilk şartı insanın içeriden yani kendisinden beslenmesidir. Bir hedefe, bir plana ya da belli bir miktara bağlanan mutluluk hiçbir zaman kalıcı olamaz.
Hayatta herkes problemlerle, sorunlarla karşılaşır. İnsanları gerçekten mutlu edecek olan bu problemlere bakış açısıdır ve çözüme yönelik harekete geçmesidir.
Yeni Stoa felsefesinin kurucularından, Romalı düşünür ve devlet adamı Seneca’nın söylediği gibi “İnsanoğluna bahşedilmiş en büyük nimet, içimizde ve ulaşabileceğimiz yerdedir. Bilge bir kişi sahip olmadığını arzulamak yerine, her ne olursa olsun kendinde olanla mutlu olmayı bilir.”
Mutlu olabilmenin ilk şartı insanın içeriden yani kendisinden beslenmesidir. Bir hedefe, bir plana ya da belli bir miktara bağlanan mutluluk hiçbir zaman kalıcı olamaz.