İkinci yüzyılının izinde
Sanatçı Oylum Öktem, 20 yıl boyunca üzerinde çalıştığı; Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana birçok sanat disiplininin gelişimine katkı sunan sanatçıların arşivini ‘Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi: ‘Işık Senfonisi’ sergisiyle sanatseverlerle buluşturuyor. Sergide eserlere sanatçının kişisel sergisi ‘Bir Çağın Kapanışı; Yeniden Doğuş’ da eşlik ediyor. Öktem ile Cumhuriyet, sanat ve yeni çalışmaları üzerine…
Haber Merkezi |HELİN KAYA
Sanata dair pek çok farklı alanda faaliyet gösteriyorsunuz. Tüm bu sanat yolculuğu ilk nasıl başladı?
Bu yolculuk ben doğmadan kuşaklar önce anne ve baba tarafımda, ailemde sanatçılarla donalı yapının genetik dışavurumu olarak ortaya çıktı diyebilirim. Ve doğduktan sonra içinde bir ömür bulunduğum sanat atölyelerinde izlediğim bu çok güçlü sanatçıların yaşamlarına, eserlerine tanıklıkla devam etti. Son olarak hem bir bağ hem de bambaşka bir karakter olarak özümden dışavurumlar zamanla izlenir oldu.
Babanız Prof. Tankut Öktem’in heykel sanatına yönelmenizde nasıl bir etkisi oldu?
Babam Tankut Öktem, Cumhuriyet anıtlarını ve uluslararası başarılarıyla yükseklikle ölçülemeyen eserlerini geleceğe armağan etti. Kendisi sanatçı olmasının yanı sıra çok iyi bir baba ve öngörüsü yüksek bir hocaydı. Yaşamımda bir yöne dair diktesi olmadı. Ama benim özümü hakikatle görmüştü. İçimde 25 yıl önce taşan nehrin debisinin heykel sanatıyla demlendiğini anladığında; ilk sergi kitabıma, “Oylum’un yol alışına karışmayın, o yüreğiyle cevapları bulacak” yazmıştı. İzlek alanında görsel, sözel hafızaya, arşive meraklı ve zamanı gelip anlam bulanları toplumla sanat aracılığıyla paylaşmayı seven bir özle doğmuştum.
Eserlerinizin toplumsal birçok mesaj yansıttığını düşünüyorum. Özellikle serginizi Cumhuriyetimizin 101.yılında katılımcılarla buluşturmanız bunun bir göstergesi. Siz ne düşünüyorsunuz?
Tabii, doğru. Ailemin ileriye bir armağan olarak bıraktıkları anıtlar gelecek kuşakların bir gün bu evrensel eserlere bakarak ders çıkarabilmeleri idealine bağlıydı. Ben de böyle doğmuştum. Sadece topluma, gelecek kuşakların hakikatin ışığındaki şifreleri anlamalarına adanmış, sanatla yol alınan bir yaşam. Güçlü bir itki. Dünyevi yüzeyde salt bir karşı duruş değil. Toplumun her kesiminin gözüne sevgiyle ve sanatla feneri tutmayı amaçlayan bir aşkındalık. Başka türlü bunca yol alışın tarifi zor.
ARŞİVLERE SÖZ HAKKI VERDİM
Öncelikle ‘Bir Çağın Kapanışı; Yeniden Doğuş’ adlı kişisel serginizi sormak isterim. Katılımcılar ne tür eserlerle bir araya gelecek?
Bu sergim, Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi; Işık Senfonisi sergime adadığım bir ömürde anladıklarımın sonucunda; atalarımın Oylum anahtarların yerini ve şifresini bulacak, biz ona güveniyoruz diyerek yazıp, 40 sene sonraya tahta bavulda yolladıkları çocukluk çağı resimlerime düştükleri notlar ve yolda bulmam için kendi eserlerine sakladıkları yaşam cevaplarından oluşuyor. Tabii eserlerin manasında, kaidesinde…
Yaratım sürecinizde nelerden ilham aldınız? Atölyenizde size nasıl bir hayal gücü eşlik ediyor?
Sergilerim kaynaktan aldığım ilham ve zamanda uzun yıllar düşünsel tasarımın sonucunda var oluyor. Sergiler sadece heykellerin sunumundan oluşmuyor. Işığın tasarımı, ses, videolar ve eserler hepsi bir bütünün parçaları. Ana ilhamım özünden ayrışan insana çağrı niteliğinde. Bu heykel sanatı içinde açıklanabilir bir bilgi. Yontmaya sunulan tema. Toplumla buluşmaya giden yolda bunun ellerimden, yüreğimden taşması.
‘Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi; Işık Senfonisi’ sergisine gelelim. 20 yıl boyunca üzerinde çalışmışsınız. Nedir bu serginin sizin için önemi?
Bu sergi her kuşakta bir kişinin mutlak ilgisiyle, savaş zamanlarını, görev için gidilen şehirleri aşarak Cumhuriyetin ikinci yüzyılının şafağına ulaştırılan eşsiz arşivin izinde hazırlandığım sergim. Burada amaç özellikle gelecek kuşakların bir zamanlar var olan doğa, eğitim, Cumhuriyet, sanat, kültür ve medeniyet değerleri için verilen sevgi dolu, zarif mücadeleye tanıkları. Ve tüm toplum içinde bu değerler var oldukça geleceğin inşasının mümkün olduğunun yeniden hatırlanması.
Arşivlere nasıl ulaştınız peki?
Ailenin bir tarafının arşivinin izinde 20 yıldır ilerliyordum. Kendimi bildiğim, çocukluğumdan itibaren bir zamanı harcamadan onların yanında, eşsiz sofralarında, atölyelerinde hareketlerini, sözlerini, hikayelerini görsel ve sözel bir hafıza olarak benliğime kaydetmiştim.
Bu süreçte kendimle de karşılaştım. Kendi yolculuk mertebelerimde eşikleri geçtikçe hafızam yeniden hatırlamama ve geleceğe yönelik anlaşılması gerekenleri hazine sandıklarından çıkarabilme gücünü bulmama sebep oldu. Arşivin diğer eşsiz bölümü ise 5 kuşakta elden ele onları tanımış olan son kuşakta bana ulaştı. Bunun bir anlamı vardı. Onlar sanki bu arşivlerin bir gün söz hakkı olacağını biliyorlardı. Yoksa bunca hassasiyet, zarafetle koruma nasıl olabilirdi?
Bu iki serginin ortak bir ana fikri var mı?
Bu iki serginin ortak ana fikri; Arşiv serginin temel hazinede sonsuzlukta hatırlamamız gereken değerlerimiz ve yüksek rehberlerimin bıraktığı ışığın senfonik gücü… Kişisel sergim ise, yaşamın fırtınalarına kapılmadan sadece yalnızlık ülkülerinden kendi yükseklerine ulaşmış olan, bir zamanlar yaşamlarına her daim tanıklık etmiş olduğum atalarımdan anladığım kaynağın ilhamını geleceğin hafızasına aktarabilmek.