Gerçeği şekillendiren bakış açımızdır
Hayatta başarısızlık gibi görünen anlar, aslında bizi olmamız gereken yere götüren adımlardır. Geriye baktığımızda her şeyin tam da olması gerektiği gibi gerçekleştiğini fark ederiz.
Haber Merkezi |TUNÇ DİPTAŞ
“Her şey tam da olması gerektiği gibi gerçekleşti. Başka türlüsü zaten mümkün olamazdı.”
Ünlü Matrix serisinin en çarpıcı repliklerinden biriydi bu. Filmin ana karakterleri; Neo, Trinity ve Morpheus’un hedefi, bütün kapıları ustalıkla açabilen Anahtarcı’yı esir tutulduğu yerden kurtarmaktı. Ancak onu elinde tutan kişi, kurnazlığı ve ikna gücüyle bilinen Merovingian’dı. Morpheus ve ekibi, tüm çabalarına rağmen, onu Anahtarcı’yı serbest bırakmaya ikna edemediler.
Hayal kırıklığıyla asansöre bindiklerinde, Trinity içindeki şüpheyi dile getirdi: “Belki bir şeyleri yanlış yaptık.”
Neo ise, “Belki de yapmamız gerekeni yapmadık.” diye homurdandı, umutsuzluk onu ele geçirmeye başlamıştı.
Morpheus’un bakış açısı farklıydı. O, her şeyin ilahi bir düzenin parçası olduğuna inanıyordu. Yukarıdaki sözleri söylediğinde, elinden geleni yaptığını biliyor ve hayatın zamanlamasına güveniyordu.
Asansör kapısı açıldığında, karşılarında Anahtarcı’yı esir tutan Merovingian’ın karısı duruyordu. Kocası tarafından aldatıldığını düşünen kadın, kocasından intikam almak için Anahtarcı’yı teslim etmeye hazırdı. “Sizi Anahtarcı'ya götürebilirim” dediğinde Morpheus’un yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. İnancı, tam da olması gerektiği gibi karşılığını bulmuştu.
Bu sahneyi, hayatımda pek çok kez farklı olaylarda yaşadığımı hatırlıyorum. Tıpkı Neo ve Trinity gibi, “Acaba bir şeyleri yanlış mı yaptım?” ya da “Yapmam gerekeni eksik mi bıraktım?” diye kendimi sorguladığım anlar oldu.
Ancak zamanla Morpheus’un sahip olduğu derinliği anladım. Hayatta başarısızlık gibi görünen anlar, aslında bizi tam da olmamız gereken yere götüren adımlardır. O anlarda içimizi hayal kırıklığı ve belirsizlik kaplasa da geriye dönüp baktığımızda her şeyin aslında tam da olması gerektiği gibi gerçekleştiğini fark ederiz.
Kalıcı mutluluğun ilk şartı insanın içeriden yani kendinden beslenmesidir. Mutluluğu bir hedefe, bir plana ya da belli bir miktara bağlamak, mutluluğun kalıcı olmasını engeller.
Hayatta herkes zorluklarla karşılaşır. İstekler her zaman gerçekleşmez ve çoğu zaman üzüntülü olaylarla karşı karşıya kalırız. Ancak insanı gerçekten mutlu eden, bu olaylara nasıl baktığı ve onları nasıl yorumladığıdır.
“Tanrı beni cezalandırıyor mu, yoksa ödüllendiriyor mu?”
“Bu bir son mu, yoksa yeni bir başlangıç mı?”
Bu sorulara verdiğimiz cevaplar, nasıl hissedeceğimizi ve yolumuza nasıl devam edeceğimizi belirler.
Aynı olay, farklı bakış açılarıyla tamamen farklı duygulara yol açabilir. İşini kaybeden iki kişiden biri, tüm varlığını ve kimliğini yitirmiş gibi hissedip üzüntüye boğulurken, diğeri yeni maceralara atılmanın heyecanını hisseder.
Yıllarca çalışıp terfi alamayan iki kişiden biri sürekli şikâyet eder, performansını düşürür ve kendini daha da mutsuz eder. Oysa diğeri, hak ettiği değeri başka yerlerde bulacağına inanarak yeni kariyer yollarını araştırır.
Sorunlu müşterilerle çalışmak, bir kişi için stresli ve yorucu bir deneyim olabilirken, bir başkası için zorlu insan ilişkilerini yönetme becerilerini artırma fırsatı sunar.
Reddedilmek, biri için yetersizlik anlamı taşırken, bir diğeri için öğrenme ve yeni adımlar atma vesilesidir.
Başarısızlık, bir kişi için dünyanın sonu gibi görünürken, bir başkası için daha sağlam temeller üzerine yeniden inşa etme şansı verir.
‘İnsanın Anlam Arayışı’ (Man’s Search for Meaning) adlı kitabıyla psikoloji alanında çığır açan Viktor Frankl, insanın en büyük gücünü şu sözlerle özetler: “İnsanın elinden her şeyi alabilirsiniz, ancak hangi durumda olursa olsun, kendi bakış açısını ve tutumunu belirleme özgürlüğünü asla alamazsınız.”
Bakış açımızı bilinçli biçimde yönlendirerek, yaşadığımız deneyimleri yeniden şekillendirebiliriz. Bu zihniyet değişikliği, korkulardan sıyrılıp cesur adımlar atmanın anahtarıdır.
Unutulmamalı ki gerçekler her zaman bakış açısına tabidir.