Ezeli muhalif!
Mizacı, varoluş hali, olaylara yaklaşımı, konuşma tarzı ile hemen hemen her şeye muhalifti Mehmet Güleryüz. Verili olan hiçbir şeyi kabul etmez her an ve her durumda bir karşı fikir, eleştirel bir alan inşa ederdi.
Haber Merkezi |Levent Çalıkoğlu
O, eski tabirle “zeka biler”, bir konunun artı ve eksisini masaya çekinmeden yatırırdı. Bir mantık oyunuydu onunkisi: küçük bir vurgu veya bir kelime ile başlangıç yapar sonra katlanarak çoğalan derin bir diskur yaratırdı. Tarihsel bir köke, bir bilince oturtmak isterdi konuları, olayları, karakterleri. Kelimeleri bir eskrimci gibi sallar -kılıç en sevdiği aksesuarlardan biridir! Resimlerinde de sıklıkla kullanır- metaforlar ile kemik gibi sağlam bir gerçeklik oluştururdu. Tiyatro eğitiminden ve sahne tecrübesinden gelen avantaj ile karşısındakini adeta ringin köşesine sıkıştırır -boks, en sevdiği sporlardan biriydi, resimlerinde sıklıkla kullanır- fikrini, üzerinde düşünmeden gelişigüzel “sallayanı” söylediğine pişman ederdi.
Güleryüz kadar olayları, kişileri, politikayı, sanatı ve kültürü ciddiye alan başka bir sanatçı tanımadım. Bu başlıklar altında karşısına gelen her yaştan bireyi ciddiye alır, fikirlerini paylaşmak için zaman ayırırdı. Onunla karşılaşmak, oturmak, konuşmak sadece bir hatıra değil aynı zamanda bir olay, bir performanstı. Altıncı hissi inanılmaz kuvvetli, konuşmadığınız anlarda bile aklınızdan geçenleri hisseden, vücut dilinizden kızgın mı yoksa üzgün mü olduğunuzu hemen anlayan dedektörleri vardı. Nadir geri adım atardı Güleryüz. Haksız olduğunu hissettiğinde dahi -ki böylesi bir durum ancak onunla bu tarz paylaşımları sık yapabilenlerin karşılaşabildiği ender bir boşluktu-) haksızlığını düşünsel bir alanın metaforları ile açıklamaya çalışırdı.
Odaları dolduran keskin varoluş
Tahmin edeceğiniz üzere egosu yüksek, kararlarında net ve kendini merkeze koyan bir özgüveni vardı Güleryüz’ün. Ama bu ego o kadar bilgi, duygu ve eylem ile doluydu ki egosu olmadan Güleryüz’ün varolamayacağını düşünürdünüz. Bir odanın bir köşesinden öbür köşesine yürürken dahi varlığının etkisini ve gücünü yansıtırdı. Sanki bedenini egosuna eşlik etmesi için eğitmişti Güleryüz. Odaları dolduran bu güçlü ve keskin varoluşuna rağmen, belki de onu tezadıyla tamamlarcasına, ummadık, beklenmedik bir anda duygu yoğunluğundan gözlerinin dolduğunu, çekinmeden ağladığını yakın dostu olanlar çok iyi bilir. Böyle durumlarda egosu perdenin arkasına çekilir, en yakın dostunuzun dahi sunamayacağı bir doğallıkla, yeri geldiğinde sizi kucaklayarak derin bir duygusal bağ yaratırdı.
Bilgiye, insanoğlunun kültürel üretimine, edebiyata, sanata ve tabi ki tiyatroya sonsuz bir merakı ve ilgisi vardı Güleryüz’ün. Üretimindeki yoğunluğa, saatler ve günlerce atölyeye kapanmasına rağmen okumaya, yeni bilgiler ile tanışmaya da bir o kadar vakit ayırırdı. Mayıs ayındaki son karşılaşmamızda 14. Louis üzerine yazılmış 10 ciltlik bir çalışmaya odaklanmıştı. Bir yandan da Louis-Ferdinand Celine’in hayatını okuyordu. Onun maceralarına, asker ve insan olarak karakterine dair 10 yapıtlık bir resim serisi bitirmişti. Kendisine benzer bir karakteri keşfetmek onu inanılmaz mutlu ederdi. Bir tarihin ve karakterler atlasının parçası olduğu duygusu ile coşarken sanki ayakları yerden yükselirdi.
İnsanlık hallerinin aşırı uçlarında dolanmak
Güleryüz resminde bizim bazen bir gösteri havasında bazen de travmatik bir yalnızlıkla dışavurduğumuz anların kaydını tuttu. Kendilerini fark etmemiz için çırpınan ya da tam tersi suskunluğa gömülen bireylerin dünyasına el attı. İnsanı keşfetmenin en kolay yolunun insanlık hallerinin aşırı uçlarında dolanmak olduğuna inandı. Klinik şizofrenisini gizleyen doktordan, gerdeğe girecek geline, aşkını kıyafetindeki simgelerle fetişleştiren kovboylardan, çocuğunu beslerken kocasının mutsuz bakışlarına maruz kalan anneye kadar bireyler ve onların taşıdığı açık ve gizli söylemleri görünür kıldı. Hiçbir ayrıntı, nesne ve karakter tesadüf eseri girmez Güleryüz resmine. Yoğun bir bilinç hali ile benliğinin bir köşesinden usulca sokulur, ihtiyaç duyduğu anlatımın parçası olurdu.
Resim yapma eylemi bir performanstı onun için. Dilediği renkle -sonsuz bir renk skalası vardır yüzeyin bir noktasında başlangıç bulur, onu bazen nedensizce bazen de bir önceki resimden ve tecrübelerinden devraldığı bir hareketle bir imkansızlığın içine iterdi. Bu imkansızlık her seferinde fethedilecek bir insan yüzü, bir doğa parçası veya bir canlının profiline dönüşebilirdi. İnsan, doğa ve canlılar üçgeninde sınırsız bir görsel birliktelik kuran, düşleyen bir ruh hali vardı. Köpeklere, ata, ıssız bir doğa kesitine olan sevgisi onu hayata bağlardı.
Algı ve eylemlerimizi harekete geçirirdi
Bilindik, bilindik olduğu kadar da tekrar etmesinin bir insanlık gerçeği olacağını bildiğimiz durum ve olaylara işaret etti Güleryüz. Aile sevgisi, kadın-erkek ilişkileri, doğa ve canlılar, görsel ve sözel olarak günceli etkileyen tüm anlara ilgi duydu. Güleryüz’ün izleyicisini tıpkı kendisi gibi tavır almaya zorlayan bir sanatçı olduğunu daha önce sayısız kere vurguladım. Resimsel imge karşısında aptalca bir gülümseme ve estetik sarhoşlukla kendimizden geçmemizi değil, dünyada verdiğimiz kararlar karşısında kendimizi sınamamızı ve bu kararların doğruluğu konusunda kıvranmamızı isterdi Güleryüz. Bizi de bir tartışmanın içerisinde taraf olmaya, algı ve eylemlerimizi harekete geçirmeye çalışırdı. Resimsel imgenin şiddeti bu ilişkinin başlangıcı için bir vesile, bir kilometre taşıydı onun için. Dolayısıyla tüm bilgisini ve deneyimini aktarabileceği en güçlü alan olarak imgenin varlığına inandı.
Onu tanıyan herkes çizgi ile kurduğu derin ve varoluşsal bağa şahit olmuştur. Güleryüz sayısız desen defterine sayısız resim üretmiştir. Kağıt üzerine sadece desen değil aynı zamanda resim yapılabileceğini 1970’lerden başlayarak kabul ettirmiş, çizginin başlıca bir sanat formu olduğunu ispat etmiştir. Son bir yıldır Casa Botter’de gerçekleştireceğimiz sergi üzerine çalışıyorduk Güleryüz ile. Daha önce sanatı hakkında sayısız yazı kaleme almış olmama veya birlikte sayısız sergi gerçekleştirmiş olmamıza rağmen her seferinde kendinizi yeniden ispat etmeniz gerekirdi Güleryüz karşısında. Sergiye ve sergiyi oluşturan fikirlere ne kadar sahip çıktığınızı, ayrıntılara ne kadar zaman ayırdığınızı anlamak ve ölçmek isterdi. Bu tavrı gerçekten sizi de zinde ve atik tutardı.
Sadece yeri doldurulamayacağı için değil, aynı zamanda ezeli muhalifliği devralmış birini göremediğim için 1995 yılında başlayan mesleki ve özel dostluğumuzun geldiği bu aşamada onsuz bir gelecek hayal etmek zor geliyor, huzursuz ediyor beni.