“Eserlerimle kendimi taze tutuyorum”

Yaşamını sanata adayan, eserleriyle toplumun her kesimine ulaşan, resim sanatının duayen ismi Devrim Erbil… “Ben boş bir tuval ile karşılaşmam. İçim doludur, içim de tuvale karışır” diyen usta sanatçı bugünlerde ‘Seçmeler’ isimli yeni sergisine hazırlanıyor. Büyük usta ile yeni sergisini konuştuk…

Haber Merkezi |

HELİN KAYA

Çağdaş sanatın her dalında iz bırakan 80 yılı aşmış bir yaşam… Hala üretmeye, tuval ile buluşmaya devam ediyorsunuz. Resme olan bu tutkunuzu nasıl keşfettiniz?

Öncelikle şunu söyleyeyim ki bana çok nazik bir soruyla başlıyorsunuz. Seksen yıldır bu heyecanı, bu coşkuyu taşıyorum. Yani hiç aklıma gelmemişti bunun nedenlerini sorgulamak. Şu anda düşündüğümde çok büyük bir sevgiyle, tutkuyla, aşkla yaptığım için, sanat dünyası çok geniş olduğu için, birçok tekniği öğrenmek, tekniğe hâkim olarak çalışma yapmak epey bir zaman alacağı için, her tekniğin inceliklerini öğrenmekle çok zaman harcadığım için... Öğrenmeye çok zaman verdim. Sonra öğrenirken duyduğum büyük heyecanı bırakmadım da. Hayatımın her döneminde bir mozaik tekrar gündeme geldi. Seramiğe mesela, bir on yıl sonra tekrar sarılmak durumunda kaldım. Ama temeli, sanatı düşünmekti. Başka başka anlatım biçimlerini, o tekniklerin kendi içindeki zenginlikleri yakalamak ve sanatın onlarla yaygınlaşmasından yanayım.

Hocam da öyleydi. Bedri Rahmi derdi ki “Sanat Beyoğlu'ndan, Beyazıt’a inmedikten sonra varlığından bahsedilemez. O zaman sadece bir süs, varlıklı insanların işte bir gösteriş alanı olur. Duvarlarda sadece tanınmış sanatçıların resmi var olur.” Resim satışı 1970'lere kadar yoktu. Sanat eğer bütün bir topluma yaygınlaşırsa, yapısındaki özellikler insanları hoşgörülü, duyarlı hale getirir. Sanat insanların daha estetik duygularını geliştirmeleri ve yaşamın daha mutlu geçmesi adına önemli bir işlev taşır.

Sizin de farklı tekniklere yönelmenizin temelinde bu neden yatıyor sanırım…

Sanatın çok daha geniş kitlelere ulaşması için çaba gösteriyorum. Bazı tekniklerle fazla uğraşmamızın nedeni de bu. Örneğin mozaik ve seramik büyük panolar… Kişilerin büyük bir resmi seyrettiği zaman duydukları heyecanı insanlara sürekli verebilmek için yöneldim o tekniklere. Özgün baskı, serigrafi, gravür, gicle… Bunları da sanatın demokratikleşmesi, herkes tarafından güncel yaşamda bulunması için düşündüm. Yani amaç hep açılmak, insanlarla kucaklaşmak, sanatla onların kucaklaşması sağlamak. Mesela Kartal Belediyesinde barış yüklü, büyük bir pano vardır. Oraya herhalde bir günde on binlerce insan girip çıkıyor. Bir resmi on binlerce insanın görmesi ve bunun her gün devam eden bir olay olması bir sorumluluktur, bir hesap vermedir.

Ben sanatın herkes tarafından tüketilmesini, görülmesini ve yaşama girmesini istediğim için pek çok teknikle içli dışlı oldum. O nedenle değişik teknikleri çok seviyorum. Şimdi daha büyük hayallerim var, müze yapmak gibi. Eğer ömrüm biraz daha varsa dijital alanda yapmak istediğim birtakım çalışmalarım var, umarım onlarla da karşınıza çıkabilirim…

Başta Bedri Rahmi Eyüboğlu olmak üzere birçok önemli isimle çalışmış olmak size neler kattı?

Bedri Rahmi'nin öğrencisi olduğum dönemde onun çalışmalarına destek oldum. Daha doğrusu onun işlerini uygulayan sanatçı adayı olarak orada o kolektif çalışmanın güzelliklerini gördüm, sorunlarını gördüm, sorunlarını yaşadım ve buradan ders aldım. Böylece kendi atölyemde çalışanlarımıza, sanatçılara ve uygulama yapan hastalarıma nasıl davranmam gerektiğini öğrendim. Yani yanlışlar yapmamaya çalıştım.

Tuvalin karşısına geçtiğinizde yapacağınız resmi daha önceden belirlemiş oluyor musunuz? Yoksa her şey o anda mı gerçekleşiyor?

Hayır, hayır… Çok planlı çalışıyorum. Boş bir tuval ürkütücüdür, insanın üstüne üstüne gelir. Ama önceden onu planlar ve düşünürseniz, daha doğrusu sanatı düşünürseniz her şey daha yolunda gider.

Çünkü sanat tuvalin karşına oturduğunuz zaman başlayan bir olay değildir; çok öncelere, çok çok çok öncelere giden anılar, hayaller, düşünceler, kendinizi ve sanatınızı nerede bıraktığınız, nereye götürdüğünüz bir kişisel sorgulamadır bu. Ben bunu her an yaparım, her an düşünürüm. Yatarken düşünürüm, uyanınca düşünürüm… Ben boş bir tuval ile karşılaşmam. İçim doludur, içim de tuvale karışır.

‘Resmin Şairi’ olarak anılıyorsunuz. Edebiyata olan ilginizin resim alanında sizi beslediğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle öyle düşünüyorum tabii. Çünkü edebiyat insanı yeni dünyalara götürür. Eş zamanlı yaşarsınız geçmişi. Ama insanlığın temel duyguları, insanoğlunun, kızının temel duyguları aslında hiç değişmez. Mezopotamyalı genç bir delikanlı oradaki güzel bir kıza aşık olur. Bu Mısır kültüründe öyle, Astek’te de öyle, Anadolu'da da öyle, İran'da da öyle… O nedenle insanın duyguları değişmez, belki fiziksel yapısı beş santim, on santim uzar, kısalır. Ama o da bakımla ve iyi beslenmeyle ilgili bir olaydır. Aşkın şiddetini, sevginin derinliğini ölçmek hiç kolay değildir ama bütün insanlık var oluşundan beri bu duyguları hep beraber tattı o yüzden insan duyguları değişmiyor. Temel değerler yani duygu dünyası, ruhsal yapısı değişmedikçe insan her zaman anlatacağı, söyleyeceği, bu duygularını dile getireceği bir araç bulur. Bu sözcüklerle olduğu zaman şiirdir, düz yazıdır insanın onların yaşadığını hissetmesini akla getirir, düşündürür. Bu nedenle ben şiiri, edebiyatı, insanlığın değerlerine ve yaşadıklarını anlamak bakımından çok anlamlı bulurum. O yüzden her zaman şiirin, müziğin, edebiyatın insanları hem eskilere götürüp hem yeni atılım güçlerini vereceği alanlar olarak düşünüyorum.

İstanbul eserlerinizde derin bir anlam kazanıyor. Peki, İstanbul’un şu an yaşadığı kabuk değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul'un kabuğu her zaman değişti. Yani büyük yangınlar oldu. Pek çok şey, mimari eser, sanat eseri yok oldu, tekrar canlandı. Mesela geçen kış kötü geçmişti. Şimdi ben Bodrum’da yaşıyorum. Bütün begonvillerim soğuktan hepsi öldüler. Bir baktım bu sene dipten tekrar filiz verdi. Bütün kültür toprakları böyledir. Büyük anlamlı kentler deprem geçirir, sel olur, yangın olur. Bunlar her kültürün başına gelenlerdir. Yok olur ama küllerinden doğar. İşte sanat ve edebiyat da böyledir.

Bu duruma Anadolu uygarlıkları bir örnektir. Çünkü biz Anadolu'nun kültürel yapısı içinde hiçbir coğrafyada görülmeyen ören yerlerini görüyoruz. Örneğin yedi kültür tabakası üst üste geliyor. Demek ki bu bir kabuk değiştirme diye adlandırılacak olursa, Anadolu bunu çok yaşadı. İstanbul da bunu çok yaşadı ama her defasında çağının bir örneği olmak durumunda. İstanbul susuz kalmamalı, ışıksız kalmamalı, trafiğe bir çözüm yolu bulmalı. Yeter ki ekonomisi güçlü olsun, bunu yapma isteği olsun ve çağdaş olmaya çalışsın. Çağdaş olduğu zaman düşünceler ve dünyaya bakış, politikalar, felsefeler her sorunu çözer. Yeter ki çözme eğilimi olsun.

Uluslararası birçok çalışmanız ve ödülleriniz var. Sanat yaşamınıza yurt dışında devam etmeyi hiç düşündünüz mü?

Hayır, hiç düşünmedim. Birçok fırsat olduğu halde ben kendi aileme düşkünüm. Bayrağıma düşkünüm. İyi bir vatandaş olmak için çalışıyorum. Dostlarım, arkadaşlarım, öğrencilerim ve ailem hepsi burada. Ben gidip bir başka ülkede o ülkeli olmak istemem. Ben vatanıma karşı bir sorumluluğum olduğu düşüncesindeyim. Onun için yaptıklarım iyiyse bunun hepimizin gururu olduğunu düşündüğüm için hiç gitmek istemedim. Elbette ki gidip görülmeli, farklı kültürlere bakış atılmalı, bu çok güzel. Ama yaşamayı hiç düşünmedim.

Bir söyleşinizde ‘sanatın yaşamın tüm kılcal damarlarına girmesini istiyorum’ diyorsunuz. Eğitmenliğe atılmanız da bu amaç doğrultusunda mı gerçekleşti?

Hayır. Çünkü benim o zamanki sanat yoğunluğum içinde gelecekte bazı şeyleri düzeltmek gibi hiçbir hayalim yoktu. Ben sanatı seviyordum, sanatın sorunlarını da akademiye girdikten sonra öğrendim. Burada yaşadıktan sonra.

Ben 50'li yıllarda öğrenci olarak girdim, 60'tan sonra asistan, doçent, profesör oldum ve gördüm ki Türkiye'de sanatın yetiştiği yer olarak ve sanat ortamının oluştuğu bir alan olarak akademi önemliydi. O zamanlar Türkiye’de Kültür Bakanlığı falan yoktu. Bir müdürlük, genel müdürlük şeklindeydi. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün danışma organı şeklindeydi akademi. Tabii bu ilişkiler yurt dışında olan gelişmeleri insana düşündürüyor. Neden bunlar Türkiye'de olmasın? Neden yapılmasın? Hepsinden önce sanatçının yetişmesi önemli. Yetişmek de, iyi bir eğitim görmek ile başlar. Sanat eğitiminin özellikleri vardır. Yetişen bir sanatçı kalkıp hiç mesleğiyle ilgisi olmayan başka işlerle uğraşıyorsa o zaman bu eğitimin de bir anlamı yok. Eğer koleksiyoner yoksa, müzeler yoksa, dünyada alışveriş yoksa o sanat o ülkede ölü doğmuş olur.

Günümüz yaşam kalitesinde gençlerin maalesef ki sanattan kopuşunu, tutunmak için yaşadığı zorlukları açık bir şekilde görüyoruz. Türkiye’de bu sorun nasıl aşılabilir? Yanlışı nerede yapıyoruz?

Yanlışı ekonomide yapıyoruz herhalde. Demin söylediğim gibi bir sanatçının sanatıyla yaşayabilmesi için yapacağı tek şey eserlerinin satılmasıdır. Bunları alacak insanların olmasıdır. Yeniliklerin, destekçi kurumların, belediyelerin, devlet kurumlarının, müzelerin sanata önem vermesidir. Ve bu önem verildiği zaman birtakım sorunlar çözülmüş olur. Yoksa bugünkü gidişle, sanatı dışlama derecesine varan tavırlarla sanatın gelişmesi mümkün değildir.

Yeni bir sergi heyecanınız var bugünlerde ‘Seçmeler’ isimli serginin oluşum sürecinden bahseder misiniz?

Savaşa hazır bir asker gibi ben de sanat için, sanatın varlığı için, yaygınlaşması için bir savaşa her zaman hazırım diyebilirim. Mesela geçtiğimiz ay 2'si yurtdışında olmak üzere aynı anda 5 sergi yaptım. Bunun da Türkiye'de yaşayan bir sanatçı için kolay olmadığını söyleyebilirim. Ama ben sergilerle, eserlerimle her an kendimi taze tutuyorum. Her an yeni bir şeyler yapmak zorunda olduğumu kendi kendime hatırlatıyorum. O yüzden sergi de insanın yaptığı işi göstermesidir. O anki heyecan, dostlarının, sanatseverlerin sergide sanatçıyla buluşması, sanatın konuşulması adına sergilerin güzel bir ortam olduğuna inanıyorum.

Belki onlar da zaman içinde anlamlarını yitirir. Yeter ki fuarlar olsun, sergiler olsun, sanatçılar gidip gelsinler bu kısır döngüyü aşmak anca böyle olur diye düşünüyorum.

Doğu ve Batı tekniklerini eserlerinizde kullanmak nasıl bir fark yaratıyor?   

Ben teknikler açısından doğu-batı diye ayırmıyorum. Yani bir felsefi açıdan bu tartışılabilir. Birinin ana hedefleri, değerleri, içte materyalist oluşu, öbürünün daha içsel ruhsal duyarlılığa önem vermesi gibi farklılıklar olabilir. Ama teknikler sadece o günün imkanları içinde. O yörenin insanları, o bölgenin insanlarının yaşamlarına katkı adına geliştirdiği bir takım sanat eserini uygulama alanlarıdır. O yüzden tekniklerin evrensel olduğunu, bölgesel, yerel, doğu ve batı diye ayrılamayacağını düşünüyorum. Çünkü doğuda ellerindeki malzemeler hangi tekniğe uygunsa onu yapıyor insanlar. Onun için tekniklerin bölgesel ya da kıtasal ya da ayrı iki kültürün ürünü gibi bakmamak lazım. Tabii bazı değişiklikler olabilir. Boyayı kullanış tarzın bir minyatürü, yapılış tekniğiyle bir yağlıboya resmin yapılışı çok farklı şeylerdir. Ama ikisi de aynı şeyi söyler. Ya bir olayı anlatır ya bir duyguyu aktarır. Temelinde teknik bir araçtır, amaç değildir. Sanatın değerleri tekniklerle değişmez, imkanları değişir sadece.

Sergide yağlı boya ve giclee haricinde halı eserlerinizde sergilenecek.  Dokumacılık kültürüne eğilmeniz sizin için neden bu kadar önemli?

Çünkü Orta Asya'dan gelen, Anadolu'da yaygınlaşan hiçbir coğrafyada bu kadar zengin örnekleri yoktur da ondan. Çünkü dokuma sanatı insanların yaşadığı çağın, yaşadığı ortamın özelliklerinden kaynaklanır. O nedenle dokuma tekniği evrensel bir boyut kazanmıştır. Her kültürün kendi içinde var ama Türklerin Orta Asya'dan getirdiği, kendi bölgelerinde renklenerek çoğaldığı çok önemli eserler verildiğini, bunu döneminde Batı'nın da büyük bir hayranlıkla bunlara sahip olma isteğini taşıdığını biliyoruz. Ve Türkiye Anadolu'daki kadar hiçbir yer bu zenginliğe kesinlikle ulaşmamıştır. Hem teknik açısından hem de güzellik açısından. Ve bu benim bir hayalimdir… Nasıl ki bir mozaik örneği çıktığı zaman, dünya büyük bir heyecanla, şaşkınlıkla gelip izliyorsa, yarın büyük bir halı, resim, müze açıldığında da bütün dünyanın ilgisi bunda toplanacaktır. Ve bugün duyduklarıma göre Kültür Bakanlığının depolarında 23 bin önemli halı, kilim örnekleri var. Buna çağdaş sanat örnekleri de eklendiği zaman muhteşem bir müze dünya çapında ilgi görür. Ben bu hayalle yaşıyorum. Umarım ki bu sözler tekrarlanır, anlaşılır ve harekete geçirir de dünya çapında dokuma eserlerimizi sergileme, dünyaya gösterme şansımız olur.

Çelik üretimi dünyada düştü, Türkiye’de yükseldi Fiyat/kazanç oranı ile hisse senedi seçimi stratejileri! Milyonlarca iPhone kullanıcısını sevindiren gelişme: Önümüzdeki hafta geliyor Milyonları ilgilendiriyor: En düşük memur maaşı kaç TL olacak? İşte tahminler BYD, Türkiye'deki fabrikası için Fransız şirketle anlaştı Vural Çelik'in ailesi sessizliğini bozdu! Gülse Birsel'e yanıt verdiler