Bu oyun varoluş mücadelesi
Var Olmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları, hayallerinin peşinden koşan bir kadının hikayesini tiyatro sahnesine taşıyor. Oyuncu Cansu Yeşim Aldoğan, yönetmen Halil İbrahim Kutlu ve yönetmen yardımcısı Başak Kaya ile oyun üzerine…
Haber Merkezi |HELİN KAYA
‘Var Olmayan Ayşe'nin Muhteşem Maceraları’ oyununda sahnede tek başınıza izleyeceğiz sizi. Bir oyuncu için nasıl bir his bu?
Cansu Yeşim Aldoğan: Tek kişilik bir oyun oynamak hem büyük bir sorumluluk hem de inanılmaz bir deneyim. Seyirciyle birebir, doğrudan bir iletişim kuruyorum. Onlarla aramda görünmez ama çok güçlü bir bağ oluşuyor. Tüm hikâyeyi tek başıma taşımak fiziksel ve duygusal olarak çok yoğun bir süreç. Bazen nefesimin bile yetmediğini hissettiğim anlar oluyor ama tam da bu noktada Ayşe'nin mücadelesini daha derinden anlıyorum. Çünkü o da her kadın gibi bir mücadele içinde. Her oyunda karakterlerle birlikte ben de yeniden dönüşüyorum, yeni bir farkındalık kazanıyorum. Oyun boyunca birçok farklı duygu içinde dolaşıyorum. Sahnede olmak benim için sadece bir performans değil, bir varoluş mücadelesi.
Oyunla nasıl bir araya geldiniz?
C.Y.A: Bu oyunla ilk kez konservatuar yıllarımda tanıştım. İlk okuduğumda beni derinden etkiledi. Sadece bir hikâye değil, bir kadının var olma savaşıydı ve ben de bir kadın olarak bu mücadeleyi çok iyi biliyordum. Bir noktada fark ettim ki, bu oyun, benim sahnede anlatmak istediğim bir yolculuktu. Okul bittikten sonra da aklımın bir köşesinde hep bu oyun vardı. Oynamak, paylaşmak, anlatmak istiyordum. Şimdi yıllar sonra sahnede hayat bulması benim için çok özel. Ve elbette, oyunun yazarı Zeynep Kaçar’a teşekkür etmek istiyorum. Bu hikâyeyi bizimle buluşturduğu ve sahnede anlatmamıza imkân sağladığı için…
Peki, oyunun özeti olan bir soruyu kişisel olarak size yöneltmek isterim. Bir kadın hayallerini gerçekleştirebilmek için ne kadar savaşmak zorunda?
C.Y.A: Çok fazla. Hatta bazen insan hayallerinden bile yoruluyor. Çünkü kadın olmak başlı başına bir mücadele. Sadece bir meslek sahibi olmak ya da sahnede var olmak değil mesele, hayatta var olabilmek bile bazen savaş gerektiriyor. Sesini duyurabilmek, kendi kararlarını alabilmek, kendi yolunu çizebilmek… Bunların hiçbiri kolay değil. Tüm bu zorluklara rağmen hayallerinin peşinden gitmek ve sonunda “İyi ki” diyebilmek her şeye değiyor.
Mücadeleci bir kadın var hikâyede. Aslında toplumsal olarak yabancı olmadığımız konular olduğunu düşünüyorum. Siz ne söylemek istersiniz?
Halil İbrahim Kutlu: Evet, Ayşe’nin hikâyesi, aslında bireysel bir anlatı değil, aynı zamanda kolektif bir hafızanın bir parçası. Hepimizin çevresinde benzer mücadeleler veren insanlar var. Oyun boyunca Ayşe’nin mücadelesini, kırılganlığını ve içsel hesaplaşmalarını görüyoruz.
Bazen güçlü, bazen çok savunmasız ama hep gerçek. O yüzden seyircinin onunla empati kurması bizim için çok önemliydi. Dünyanın her yerinde kadınlar benzer çıkmaza sürükleniyor. Kadınların varoluş sürecinin karşısındaki engeller aslında çok net; sınırlar, yasaklar ve olmazlarla dolu. Bu engelleri her birimiz yakından görüyor, bizzat yaşıyoruz. Oyunda da bu sınırları en keskin halleriyle izleyicilere çarpıcı şekilde vermeye çalıştık.
Başak Kaya: Kadınların toplumsal normlar ve kalıplarla mücadelesi ne yazık ki hâlâ devam ediyor. Ayşe hem kendi varlığını hem de geçmişini sorgulayan bir karakter. Evet dediğiniz gibi aslında hepimiz tarafından aşina olunan konular. İsterdim ki bu sorunları bu dönemde hala konuşuyor olmayalım ama ne yazık ki çözülen bir durum yok. Biz de aslında sanatın gücünü kullanarak bir ses olmak istedik. Umuyorum ki bir gün gelecek ve aşina olduğumuz konular tüm dünya için kalbimizi ısıtacak buna inanıyorum.
Oyunda karakterin gelişimini yönetmek nasıl bir süreçti sizin için?
H.İ.K: Açıkçası oyuncu kadar bizim için de zorlayıcı bir süreç oldu. Ayşe’nin sahne üzerindeki yolculuğunu oluştururken, onun hangi kırılma anlarında nasıl dönüşeceği odaklandık. Oyuncunun beden dili, sesi ve duygusal geçişleri bu hikâyede çok önemliydi. Birden fazla karakter/tip canlandırması bizi yaratım sürecinde oldukça besledi. O yüzden provalarda sadece metin analizi yapmadık, fiziksel çalışmalarla da karakterlerin ruh halini derinleştirdik.
Oyunun sahnelenme süreci nasıl gerçekleşti? Hikâye nereden ilham oldu size?
B.K: Metin, toplumsal belleğimizde yer eden ama pek konuşulmayan meseleleri ele alıyor. İlham kaynağımız da tam olarak buydu. Ayşe’nin yaşadığı durumlar, bir kadın olarak benim de birçok insanın da hayatında tanıklık ettiği ama belki de dillendirmekte zorlandığı hikâyeler. Biz, bu oyunda o seslere bir yankı vermek istedik. Reji sürecinde de karakterin yalnızlığını, mücadelesini ve kendi gerçekliğiyle yüzleşmesini sahnede nasıl görünür kılabiliriz, bunu düşündük. Bu yüzden sahne tasarımını mümkün olduğunca yalın tuttuk; karakterin iç dünyasını ve duygu değişimlerini daha net aktarabilmesi için gereksiz kalabalıklardan kaçındık. Ayşe’nin fiziksel hareketleri ve mekânla kurduğu ilişki, onun ruh hâlini doğrudan yansıtan unsurlar hâline geldi. Zaman zaman daralan, sıkışan alanlar yaratmak, bazen de genişleyip boşlukta kaybolmasını sağlamak, karakterin içsel dünyasını dışa vuran detaylar oldu.
Oyun sonunda seyircinin hangi duygularla oradan ayrılmasını önemli buluyorsunuz?
B.K: Ben, seyircinin Ayşe’nin yalnızlığını, direncini ve dönüşümünü hissederek ayrılmasını istiyorum. Kendi hayatına dair bir şeyler bulmasını, belki de oyun bittikten sonra bile Ayşe üzerine düşünmeye devam etmesini isterim. Çünkü bu oyun sadece izlenen değil, aynı zamanda hissedilen ve içselleştirilen bir anlatı olmalı. Oyun bittiğinde, seyircinin kendi hayatındaki 'Ayşe'yi düşünmesini, belki de sorgulamasını istiyorum.
Var Olmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları, 19 Mart’ta Ara Sahne’de.