Bu kitapla günümüz Türkiye’si panoraması çıkarıyorum
O, Türkiye’nin tartışmasız en çok satan ve en çok sevilen yazarlarından… Kitapları Çinceden İspanyolcaya, Rusçadan Hintçeye kadar çevrilen Ahmet Ümit’in yeni romanı ‘Yırtıcı Kuşlar Zamanı’, Yapı Kredi Yayınları’ndan bu hafta çıktı. Bizi, Başkomser Nevzat’a yeniden kavuşturan son kitabını, Nevzat’a neler olacağını ve milyonların sevgisini Ahmet Ümit ile konuştuk.
Haber Merkezi |Şebnem Turhan
Başkomser Nevzat, bizim kalbimize nasıl girdi, hikaye nerede ve nasıl başladı?
Bu acayip bir hikaye aslında. En başlarda benim polisiye yazmam bir kere bilinçli bir tercih değil. Meğerse ben polisiye yazıyormuşum, bana söylediler. Oturup, “ben polisiye yazayım” dersiniz ya, benimki öyle bir şey değil. Gerçekten ‘Çıplak Ayaklıydı Gece’ kitabımda ‘Pezevenk’ isimli bir öykü var, polisiye öykü. Çok değer verdiğim abim vardı. Çok gencim o zamanlar, 1992 yılı, ben 32 yaşındayım. O dedi ki “Ahmet sen polisiye yazıyorsun.” Ve tabii çok bozuldum. Çünkü bilmiyorum ki polisiyenin ne olduğunu, küçümsedim. Ama sonradan anladım ki, gerçekten ben polisiye yazıyorum! Seviyorum polisiye yazmayı. Madem öyle, neymiş bu polisiye okuyalım dedim. Sonra yazarken bir karar aldım: Ben Agatha Christie gibi Hercule Poirot ya da Arthur Conan Doyle gibi Sherlock Holmes yaratmayacağım, her romanım farklı bir karakter olsun böyle devam etsin. Böyle başladım, ‘Sis ve Gece’yi yazdım, bir daha o karakteri kullanmadım, ‘Kar Kokusu’nu yazdım karakteri bir daha kullanmadım, Patasana’yı yazdım yine kullanmadım. Hiç sabit karakter yok. Fakat o arada rahmetli, gazeteci Okay Gönensin, Yeni Yüzyıl Gazetesi’ni çıkarıyordu. Bana “bizim dergide tefrika olmak üzere polisiye hikayeler yazabilir misin?” dedi. Ben de “Tefrika olmaz, çünkü polisiye yazıyorum bir gün gazeteyi almazsa devam edemez. Onun yerine sen bana 1 tam sayfa ayır, illüstratör bulalım, ben hikayeyi yazayım başlasın ve bitsin” dedim. Böyle başladık. O zaman dedim ki bir karakter yaratayım, her bölüm yeni karakter olmaz. Siz de bilirsiniz hikaye uzar, vuruş meselesi var. Dedim ki karakterim ‘Nevzat’ olsun. Nevzat tanıdığım biri değil, babamın adı değil, arkadaşımın adı değil, sadece Nevzat olsun dedim. Yanına da deli bir oğlan verelim o da Ali olsun. Oldu ve yazdım ben onları, hikaye olarak. Aklımın ucundan geçmiyordu romanını yazmak.
İlk başta nasıl tepkiler aldınız?
Çok acayip bir şey oldu yazınca… Önce Türker İnanoğlu aradı “Ahmet çok iyi hikayeler, dizi yapalım” dedi, ben de “olur” dedim. Gittim görüşmeye anlattığı şey acayip bir şey, bir minibüs var içi dolu polisler filan. “Abi bu böyle olmaz benim karakterim belli” dedim. O da “sen bize bunu yazmaz mısın” diye sordu. Üç bölüm pilot yazdım işte, ‘Arka Sokaklar’ böyle ortaya çıktı. Ardından Uğur Yücel aradı “Bunu dizi yapalım bu çok iyi karakter” dedi. Uğur’la ‘Karanlıkta Koşanlar’ı yaptık. Yani benim karakterim bambaşka bir şeye dönüştü. Televizyoncular, sinemacılar… Bambaşka bir şeye dönüşüyor, alıp götürüyor benim karakteri. Ben de “şunun romanını yazayım da heba olmasın karakter” dedim. 2006 yılında ‘Kavim’ romanını yazdım. Çok beğenildi. Onun üzerine yine arada başka romanlar yazıyorum, hep Nevzat romanları yazmıyorum. Bu 16’ncı romanım. Sonra ‘Başkomser Nevzat’ın İstanbul Hatırası’nı çok beğendiler, ‘Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’, ‘Kırlangıç Çığlığı’ derken bu 5’inci romanı Başkomser Nevzat’ın. ‘Aşkımız Eski Bir Roman’ da Yeni Yüzyıl’da yayımladıklarım. Nevzat böyle arada bir iki roman sonra çıkacak. Ölmeyecek, ben öleceğim ama o ölmeyecek. Ben sevmiyorum karakter öldürmeyi. Terfi de almayacak, çünkü zamansız bir insan.
YAZAR OKURU DEĞİL KENDİNİ MUTLU ETMEKLE HÜKÜMLÜDÜR
Bir baskı var mıydı yeni bir Nevzat hikayesi için? Çünkü çok sevilen kahramanları hep okumak istiyoruz, malum. Hazırlığınız nasıl oldu?
Baskıyla yapmam. Çünkü yazarın yazdığı romanlarla ruh hali arasında bağlantı vardır. Eğer siz yazma isteğini, sevincini, neşesini kaybederseniz olmaz. Dolasıyla önce kendinizi mutlu etmeniz lazım. Yazar okuru değil kendini mutlu etmekle yükümlüdür. Ama ben iyi bir okur olduğum için ben mutlu olursam okur da mutlu oluyor. Öyle bir diyalektik bağlantımız var. Planım şu; öteki romanlarım genellikle tezli romanlar. ‘Patasana’, ‘Kayıp Tanrılar Ülkesi’ gibi... Araya bir tane Nevzat koyuyorum sonra arkasından tezli roman yazıyorum. Şimdi Nevzat sonrası yine tezli bir roman yazacağım. Ondan sonra Nevzat gelir. Nevzat’ların şöyle bir avantajı var: Artık karakteri herkes bildiği için bu olaya üç günde yoğunlaşabiliyorum. Ama öteki romanlarda bir de karakter yaratmak zorundayım. Her romanda bir karakter. Nevzat romanlarında herkes karakteri tanıyor o nedenle ben olaya girebilirim, kendimi tümüyle o olayın akıcılığına, olaya bırakabilirim. İki kitapta bir Nevzat devam edecek.
Bu yeni romanda Nevzat'ı neler bekliyor?
Aklımda hep Nevzat’ın karısıyla kızının katilleri bulma fikri vardı. Kitapta bunu görüyoruz. Aynı zamanda güncel olaylara da gönderme yapıyorum. Bu kitapla günümüz Türkiye’si panoraması çıkarıyorum. Gazeteci kitabı gibi. Kara para aklamak için güzellik salonları açanlar var, uyuşturucu baronları var. Ne varsa bugün günümüzde bizi rahatsız eden, hukuk dışı olan onları kapsadım. Yani taksicilerin şımarıklıklarından, uyuşturucu baronlarına, 250 bin dolara vatandaşlık alıp ülkede kalan, dünyada arandığı halde burada yaşamını sürdürenlere, iç işleri bakanıyla fotoğraf çektiren suçluların yer aldığı bir roman. Romanın esas özelliği, tarihi hiçbir şeyimiz yok. İstanbul Hatırası, Patasana, Kavim değil bu roman, deyim yerindeyse açık polisiye. Koşan bir roman, tümüyle polisiye özellikleri var. Nevzat ve Nevzat’ın travmaları. Duygusal bir kitap. Çok sert bir Nevzat var kitapta. Bu sertliğin sebebi de şu: Hepimiz sertleştik artık bu dönemde. Öfkeliyiz hepimiz ve bu öfkeyi Nevzat’a da veriyorum. Nevzat hikayelerinde doğrudan Nevzat’ın ekseninde olduğu romanlar yazmadım ben. En fazla arkadaşları işin içindedir, burada Nevzat tam olayın merkezinde. Travmalarıyla psikolojisiyle yıkımıyla. 7 yıl sonra karısıyla kızının katillerini bulacak ve bunu şaşırtıcı, sarsıcı bir şekilde keşfediyor. O açıdan psikolojik bir kitap diyebiliriz. Çünkü karısıyla kızı öldürüldüğü zaman majör depresyona giriyor Nevzat. Majör depresyon çok ağır, çıkmak için şok tedavi falan uyguluyorlar. Nevzat’ın psikolojisine çok girdiğimiz bir kitap olacak.
Sizin şu dönemde aktif yazanlar arasında dikkatle takip ettiğiniz Türk polisiye yazarı kim, en sevdiğiniz karakterler kimler?
Hepsini seviyorum. Hepsi arkadaşım, hepsini okuyorum. Birini söyleyemem. Politik olmak zorundayım. Yurtdışından da sevdiklerim yok çünkü çok çarpıcı olan yok. Stieg Larsson çok çarpıcı, enteresandı. Özellikle hem filmde hem kitapta karlar içinde cinayet fikri çok hoş fikir ama onun dışında çok beni çarpan bir şey yok. Çünkü benim sevdiğim polisiye beni saran polisiye kitapları, ‘katil kim’ polisiyesi değil. Dolayısıyla özellikle İsveç’te Henning Mankell’in kitaplarını okurdum orada da enteresan karakterimiz vardı. Beni çeken şey salt polisiye olması değil hikayenin içinde psikoloji, tarih, sosyoloji bütün bunların olması önemli. ‘Cinayeti kim işledi’ sorusu çok eskimiş. Agatha Christie yaptı zaten bunu. Gerçekten 80 kitap yazdı hepsi iyi değil, ama 7-8 tanesi gerçekten başyapıt, efsane kitaplar. O yüzden ben daha çok cinayet olacak ama geri planında tarihsel, psikolojik, sosyolojik bir derinlik olacak. Kuzey polisiyelerinde tek bir arka plan Nazi meselesi. Varacağı yer orası. Bizde Türk polisiyesinde neler neler var. Bunları anlattığınız zaman polisiye ilginç bir hal almaya başlıyor.
HER KESİMDEN OKURUM OLMASI ÇOK KIYMETLİ BİR ŞEY
Peki yeni bir dizi projesine sıcak bakıyor musunuz?
Diziye çok soğuk bakıyorum. Özellikle ulusal kanallarda olmasına. Dijital platformlar olabilir. Şöyle bir çabamız var. Alman yapımcılar Kayıp Tanrılar Ülkesi kitabımın dizi haklarını aldı. Onlar yapabilirlerse Berlin’de Almanca çekecekler. Kusura bakmasınlar yayıncılar ama Türkiye’de gerçekten emin değilim. Çok güvendiğim inandığım bir yapımcı gelir, sizin gibi ben aşığım Nevzat’a inanıyorum der beni ikna eder o zaman yaparım. Parçalıyorlar karakterleri, Hollywood da bunu yapıyor. Ama sinema filmi olur. O başka bir şey.
Çok satan, çok okunan takip edilen yazarsınız. Milyonlarca okuru olmak nasıl bir duygu? Her kesimden okurlarınız var. Farklı karakterlerden okurlarla nasıl bir iletişiminiz var?
Öncelikle her kesimden okurum olması çok kıymetli bir şey. Genellikle Türkiye’de işler şöyle yürüyordu: Kitap okuyanlar önceleri hep solculardı ve solcu yazarlar da çok fazlaydı. Sağcı yazarlar hala çok az, onu söyleyeyim. Dolayısıyla solcuları hep solcular okurdu. Ben solcuyum biliyorsunuz ama beni herkes okuyor. Cami hocası da okuyor, ülkü ocakları başkanı da okuyor, TİP’li de okuyor, profesör de çaycı da... Bu, çok güzel bir şey. Bütün herkesi kucaklıyorsunuz. Kalabalıklara gelince çok kıvanç verici elbette. Yaşarken bu sevgiyi yakalıyor olmak bir yazar için inanılmaz bir şey. Öldükten sonra kitaplarım okunursa çok mutlu olacağım ama zaten bilmeyeceğim. Ama yaşarken kitaplarımın bu kadar çok okunuyor olması, gittiğim her yerde kuyruklar oluşması çok güzel bir duygu. Şu anda kapının önüne bir masa koysak Yapı Kredi Yayınları Kitapevi’nin önüne buradan Tünel’e kadar kuyruk olur. Ben aşağıda iki dakika sizi beklerken hemen kitapevinden kitap alıp imzalatmaya geldiler. Çok güzle bir şey bu. Yorucu mu, fizik olarak çok yorucu ama ruhen çok besleyici bir şey. Her yazarın bir kişiliği var. Bazı yazarlar insanlarla ilişki kurmayı sevmezler bazıları sever, bazıları biraz uzak durur, bazıları konuşabilir bazıları konuşamaz. İnsanız, ben seviyorum ve buna açığım. Öyle bir sevgi var ki 7 yaşındaki çocuktan 70 yaşındaki insanlara kadar... Keşke daha fazla olsa, mutluluk verici bir şey.