Bireyselliğin anlamı yoksa…
Yönetmen Bong Joon-Ho’nun yeni yapımı Mickey 17, bir kolonizasyon hikayesi gibi görünse de aslında hiç de yabancı olmadığımız bir düzeni anlatıyor.
Haber Merkezi |Canan Demiray
Koreli yönetmenin sinemasına aşina olanlar, izleyecekleri yapımda her zaman bir sistem eleştirisinin kaçınılmaz olduğunu bilir. Yönetmenin Oscar ödüllü yapımı Parasite’te bodrum katına, Snowpiercer’da trenin vagonlarında yaşanan sınıfsal ayrım, yeni filmi Mickey 17 ile uzaya taşınıyor. Ancak değişen sadece mekan; Bong’un dünyasında uzayda bile kapitalizmden kaçış yok. Her zaman olduğu gibi, en alttakiler sömürülüyor ve yönetmen bunu anlatmanın en çarpıcı yolunu buluyor.
Yıl 2054. Robert Pattinson’ın canlandırdığı Mickey Barnes, dünyada ekonomik sıkıntılarla boğuşan sıradan bir adam. En yakın arkadaşı Timo ile girdikleri makaron işi batınca borç batağına saplanıyor. Peşindeki eli kolu uzun tefecilerden kaçmanın tek yolunun, Niflheim adlı buz gezegenine gitmek olduğunu düşünüyor. Uzayın kolonileştirilmeye çalışıldığı bu dönemde Kongre Üyesi Kenneth Marshall’ın öncülüğündeki bu projeye katılıp çalışmayı kabul ediyor. Ancak Mickey’nin okumadan imzaladığı sözleşmenin içeriği genç adamın ölüm fermanı. Neden mi? Çünkü gideceği gezegende Mickey, “harcanabilir eleman” olarak işe alınıyor, bu tehlikeli görevlerde kullanılıp öldüğünde yerine bir klonunun üretilmesi anlamına geliyor.
Bedenini ve haklarını bırakıp kolonizasyon çabalarına hizmet etmek zorunda kalan Mickey her öldüğünde, bedeni yeniden basılıyor, bilinci geri yükleniyor ve sanki hiçbir şey olmamış gibi görevine devam ediyor. Hayatı tamamen değersiz görülüyor. Düzeni kabul eden Mickey’nin tek dayanağı ise sevgilisi Nasha.
Her şey, Mickey 17’nin görev sırasında kaza geçirerek öldüğü düşünülünce karışıyor. Yerine hemen yeni bir Mickey basılıyor. İki Mickey’in aynı anda var olması, sistemin temel kurallarına aykırı. Peki, kim gerçek Mickey? Klonlanabilir bir varlık olmasına rağmen, asıl benliği hangisine ait? Mickey’ler kıskançlık, öfke ve hayatta kalma içgüdüsü ile hareket ederek birbirine giriyor.
Sahi, bireyselliğin anlamı nedir?
Mickey 17, bir kolonizasyon hikayesi gibi görünse de aslında hiç de yabancı olmayan bir düzeni anlatıyor. Buradaki sınıf ayrımında işçiler yalnızca görev için var, ölünce yenileri üretiliyor, sadece harcayacakları kaloriye göre korkunç yiyeceklerle besleniyor. Yöneticiler motivasyon konuşmaları yaptıktan sonra kimseye faydası olmayan sosları ve yemekleriyle donanmış kendi zengin sofralarına yerleşiyor.
Film, Edward Ashton’ın 2022 tarihli Mickey7 romanından Bong Joon-Ho tarafından uyarlanmış ve senaryosu da yönetmenin kendisi tarafından kaleme alınmış. Set tasarımlarında, The Favourite ve Poor Things ile dikkat çeken Fiona Crombie’nin imzası var. Sinematografik açıdan steril bir bilimkurgu atmosferinden ziyade, kasvetli ve endüstriyel bir sömürü düzeni tasarlanmış.
Mickey 17, yalnızca kapitalizm ve sömürgecilik eleştirisi yapmakla kalmıyor, aynı zamanda benlik algısı ve insan olmanın anlamı üzerine düşündüren bir hikâye anlatıyor. Bu süreçte izleyiciyi de kendi etik sınırlarını sorgulamaya itiyor: Bir insanın yerine yenisi geçebiliyorsa, bireyselliğin anlamı nedir? Mickey’nin kendisiyle yüzleşmesi, klasik bir doppelgänger anlatısı gibi işlenirken, aynı zamanda insanın kendi varlığını sorguladığı daha büyük bir meseleye dönüşüyor. Beden mi, hafıza mı, yoksa deneyimler mi bir bireyi oluşturan temel unsur?