‘Ay Sarayı’ boş ‘Cam Kent’ ise sessiz
Son derece stilize ve postmodernist kurgusuyla bilinen ünlü yazar 77 yaşında hayatını kaybetti. New York Üçlemesi 4 3 2 1 de dahil pek çok beğenilen eserlere imza atan yazar, ardında 40 ayrı dile çevrilen 34 kitap bıraktı…
Haber Merkezi |Edebiyat dünyası bu hafta üzücü bir haber ile sarsıldı... En çok satanlar listesinde kendisine sıklıkla yer bulan yazar Paul Auster, akciğer kanseri komplikasyonları nedeniyle yaşamını kaybetti.
Auster, yazarlık kariyerindeki ilk patlamasını, New York Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Cam Şehri'nin yayımlanmasıyla yaşadı. Ardından da Ay Sarayı, Kehanet Gecesi, Köşeye Kıstırmak, Son Şeyler Ülkesinde, Leviathan, Şans Müziği, Timbuktu, Yanılsamalar Kitabı, Yükseklik Korkusu, Brooklyn Çılgınlıkları, 4 3 2 1 gibi kitapları izledi.
Sevenlerini hüzne boğan bu vedanın ardından Paul Auster’ı, dilini, hikayelerini en iyi özümseyen isimler ve Türk meslektaşlarından dinleyelim…
ÖZEL BİR YAZARI KAYBETTİK / İlknur Özdemir
Sevdiğimiz yazarlar aramızdan ayrılınca ne düşünürüz? Üzülürüz mutlaka, okuduğumuz kitaplarını hatırlarız, altını çizdiğimiz satırlara tekrar göz atarız. Biraz buruk duygularla anarız onları. Yüzeyden bildiğimiz kadarıyla.
Ama ya o yazarın hem yayıncısı, hem çevirmeni olmuşsanız, üstelik onunla tanışmış, evinde oturup saatlerce sohbet etmişseniz ne yaparsınız? Ben böyle tanıdım onu, böyle görüştüm.
Paul Auster’ın öldüğünü öğrendiğim andan beri karışık duygular içindeyim. Artık onun yeni bir kitabını okuyamayacak olmak üzüyor beni, tıpkı Lizbon’a Gece Treni’ni çevirdiğim Pascal Mercier’in yakın zamandaki ölümünün de üzdüğü gibi... Artık yazamayacak olmaları ne acı. Kim bilir daha kafalarında ne romanlar, ne roman kahramanları, ne fikirler vardı, yazıya dökebilecekleri.
Ama Paul Auster’ın, son romanı Baumgartner’i son yazdığı kitap kabul ettiğini okumuştum bir yerde. Gerçekten de son oldu. Kitap elimde, daha ben okumaya başlayamadan yazarı ayrıldı aramızdan.
Onun yazdıklarını neden sıcak bulduğumu hep düşündüm. New York’taki evinde sohbet ederken ona, ‘sizin Avrupalı bir yazar olduğunuz duygusu veriyor, yazma tarzınız’ demiştim. Çoğu kişinin böyle düşündüğünü, ama tamamıyla Amerikan yaşamından kesitler sunduğunu söylemişti. Belki de üniversiteden sonra Fransa’da yıllarca kalmış olmasının, o kültürü tanımasının, Fransızca öğrenip çeviriler yapmasının bir etkisidir bu.
İlk çevirdiğim kitabı Yalnızlığın Keşfi idi, baba-oğul ilişkisini müthiş bir yorumlamayla anlatan bir anı-roman. Sonra başka kitapları geldi. İlk kitapla birlikte onun dünyasına girince ve o dünyayı tanıyınca, sonraki kitaplarını çevirmek de zor olmadı. Zaten bazı karakterleri birden fazla kitabında ortaya çıkıyordu. Çevirirken bazen kendimi kaptırdığımı fark ediyordum. Birkaç kitap sonra artık bir karakterin okura ne gibi sürprizler hazırlayacağını -az da olsa- tahmin etmeye başlamıştım. Yap-boz gibiydi çoğu kitabı, parçaları yerine oturtmanız gerekiyordu.
Gerçekten çok yönlü, yaratıcı, özel bir yazarı kaybettik. Ama hayatında acılar eksik olmamıştı. 2000’lerin başında New York’ta feci bir trafik kazası geçirmişti ailesiyle birlikte. Ölümden dönmüşlerdi. Birkaç yıl önce, ilk evliliğinden olan ve uyuşturucudan kurtulamayan oğlu, küçük çocuğuyla yatakta yatarken çocuğun ölümüne neden olduğu suçlamasıyla tutuklanmış, hemen arkasından hayatını kaybetmişti. Hem oğlunun hem bebeğin ölümü dayanılmaz acılar yaşatmış olmalı ünlü yazara. Sonra da kanser hastalığı başlamıştı 2022 sonunda. Bu kadar dayanabildi demek.
Tekrar tekrar okuyacağım kitaplarını, hem kendi çevirdiklerimi hem diğerlerini.
Belleğimde, dünyamda bıraktığı iz için teşekkür borçluyum ona.
Yattığı yer incitmesin.
HOŞÇA KAL KADİM DOST / Seçkin Selvi
“…ve S.T.Baumgartner destanının son bölümü başlıyor.”
14 Ekim 2023 günü kitabın bu son cümlesini çevirdiğimde, başlayacak bir son bölüm olmayacağını biliyordum. Hastalığı açıklanmıştı. Destan bitmek üzereydi. Sander Yayınları’na çevirdiğim ve Türkiye’deki ilk Paul Auster kitabı olan “Ay Sarayı” ile başlayıp Can Yayınları’nda devam eden yaklaşık elli yıllık bir iş arkadaşlığının, uzaktan da olsa uzun süreli bir dostluğun sonuna geldik işte. Dostluk derken, kendisiyle hiç tanışmadım, ama çağdaş edebiyata unutulmayacak imzasını atan yazarın on altı kitabını çevirirken gelişen bir dostluk oldu bu.
Paul Auster, yaşamla, değer ölçütleriyle, başta Vietnam Savaşı olmak üzere ülkesinin ve toplumunun yakın tarihiyle yüzleşerek, hesaplaşarak günümüz Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri oldu. Özümsenmiş kültür birikimi sonucunda ne diyeceğini iyi bilen duru bir zihne özgü dolambaçsız anlatımı, akıcı biçemi, sinematografik denecek kadar renkli ve canlı betimlemeleriyle Amerikan edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da vazgeçilemeyecek ve unutulmayacak yazarları arasında yerini aldı. Vefat haberi üzerine okurlardan aldığım sayısız mesaj Paul Auster’a ülkemizde de verilen değeri kanıtlıyor. Onun kadife gibi sözcüklerini bir daha okuyamayacak, bir daha çeviremeyecek olduğum için üzgünüm, çok üzgünüm.
KARANLIK DUMANLI KİTAPLARIN ŞEFKATLİ VE HÜZÜNLÜ SESİ / Buket Uzuner
“Amerikan Edebiyatı’nın en Avrupalı yazar”ı, eserleriyle kendinden sonraki yazarları etkilemiş, New York merkezli romanlarıyla dünya edebiyatında kendi özgün sesini duyurmayı başarmış Paul Auster artık kitap yazmayacak. O, benim yazarlığımı da etkilemiş, çok sevdiği(miz) New York şehrini eserlerinin asıl karakteri yapmış, kurgu-anlatıcının alışılmışın dışında güvenilmez ve oyuncu kimliğiyle labirentler kurmayı ustalıkla başarmış, önemli edebiyat ödüller kazanmış bir yazar.
Yüzyılın sonunda,1999 yılında onun New York’ta Barnes and Noble kitapçısında yaptığı söyleşi ve imzaya katılmış, kendisine Türk yazar olduğumu söyleyince, bana Orhan Pamuk’u ve Türkiye’de durumun nasıl olduğunu sormuştu. Hatta o kısa sohbette çevirmeni ve arkadaşı İlknur Özdemir ile Yusuf Eradam’dan da bahsettiğimizi anımsıyorum.
Bir veda yazısı yazmak, özellikle sevilen bir yazarın arkasından konuşmak, hiç kolay değil. Bu yüzden acaba Paul Auster, kendisini anan başka bir yazar kendi hakkında ne yazsın isterdi, diye düşünüyorum. Sanırım bir yazar, kendini diğer yazarlardan ayıran önemli özelliğinin anılmasını sever. O halde Auster’ın bence çok önemli özelliği, hemen tüm iyi yazarlar gibi çocukluğundan gelen bir tanıklık, düşünce ve takıntıda gizli, diye başlayayım. Yazar, ergenlik yaşlarında katıldığı bir yaz kampında yakın arkadaşının az ileride yıldırım çarparak gözünün önünde ölmesini hiç unutamamış, hiç aklından çıkartamamış, sadece şans eseri hayatta kaldığı o korkunç anı, eserlerinde şans konusunu en fazla işleyen yazarlardan biri olmasına neden olmuştur. Bence Auster’ın şansla ilişkisi tüm yaşamını da etkilemiştir.
Paul Auster’ın ölüm haberiyle beraber yabancı yazar arkadaşlarımdan, okurlardan ve kuzenlerimden başsağlığı mesajları alınca, onu ‘benim yazarlarım’dan biri olarak yıllarca yanımda taşıdığımın farkına vardım. Özellikle Amerikalı olup da adını bile duymamış yazarlara -büyük ihtimalle bezdirene kadar- uzun uzun Paul Auster anlattığımı anımsadım. Ve sonra defalarca seyrettiğim ödüllü senaryosunu yazdığı ‘Duman (Smoke)’ filmini (Yönetmen: Wayne Weng; oyuncular: Harvey Keitel ve William Hurt ) yeniden izlemek için büyük bir dürtü duydum. Bu yazıyı bitirir bitirmez o müthiş siyah-beyaz filmi hemen izleyeceğim.
Paul Auster’ın Iowa Üniversitesi, Yazarlar Semineri’nde tanıştığım ve o dönem Vatan-Kitap Dergisi (Buket Aşçı’yı anarak) için röportaj yaptığım yazar karısı Siri Hudvest ve kızı Sophie’nin şimdi çok üzgün olduklarını tahmin etmek güç değil. Yine de onların, dünyaya yazmak için gelmiş ve ömrünü edebiyata adamış insanların, dünyadan giderken geride okunacak kitaplarıyla yaşayacağını bilerek teselli bulduklarından eminim.
Güle güle Paul Auster, alkışlarla…