Atatürk ile rüya gibi bir buluşma
Sanat ve teknoloji tiyatro sahnesinde birleşiyor; ulusumuzun ölümsüz lideri Atatürk, hologram teknolojisi ile bugünün dünyasına ‘Keşke’ ile dönüyor. Bir anlamda tüm ‘keşke’leri olur kılan oyunda, izleyiciye, hayal mi yoksa gerçek mi ayrımının zor olduğu bir ortamda büyülenmek kalıyor.
Haber Merkezi |GÜLSEREN ÜST POLAT
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile sohbet etmeyi, dertleşmeyi, onu görmeyi kim istemez ki? Söz konusu Atatürk olunca yaşlısından gencine herkesin bir ‘keşke’si var mutlaka. İşte bu düşünceden yola çıkarak yazılan bir tiyatro oyunu ‘Keşke’… Üstelik hologram teknolojisi sayesinde Mustafa Kemal Atatürk ile buluşma ihtimalini de gerçeğe dönüştürüyor. Anlayacağınız gerçek ile hayalin birbirine karıştığı sihir gibi bir dünyaya taşıyor izleyiciyi.
Nur Ger, Evren Bingöl ve Murat Günenç… İki yıl önce üç kişi ile başlıyor ‘Keşke’nin yolculuğu ama sonrasında büyük bir aile olarak devam ediyor. Kolektif bir çalışmayla sahneye taşınan bir sosyal sorumluluk projesine dönüyor. Sosyal sorumluluk projesi diyorum çünkü bu işin içinde olanların da özellikle altını çizdiği gibi sürecin parçası olan hiç kimsenin ticari beklentiyle yapmadığı ki yapsa da maddi olarak altından kalkmanın kolay olmadığı, manevi boyutu olan bir proje.
Evren Bingöl ile Anıl Helvacı’nın birlikte kaleme aldıkları ve Ekim ayında prömiyerini yapan oyunu, Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim yönetiyor. Sahnede çağdaş, yaratıcı bir Türk kadınını canlandıran Nur Ger’e, hologram oyuncu olarak Evren Bingöl eşlik ediyor. Sanat yönetmenliğini Selçuk Gürışık’ın, yönetmen yardımcılığını Deniz Eylem’in üstlendiği bu oyunun, dijital prodüksiyonunda ise Murat Günenç var.
Başarılı bir iş insanı olmasının yanında pek çok sivil toplum kuruluşunda görev alan ve Yanındayız Derneği’ni kuran Nur Ger’i bu kez tiyatro sahnesinde gördüğümüz Keşke’nin hikayesini Nur Ger ve Murat Günenç ile konuştuk.
Önce oyunun fikir aşamasından başlamak istiyorum. Bu oyun fikri nasıl doğdu?
NUR GER: Evrende Atatürk sevdalıları birbirini buldu, diyebiliriz aslında. DasDas Akedemi’de öğrenciydim. Yanındayız Derneği’nde başkanlık yaptığım dönemde, birlikte çalıştığımız Evren’e (Bingöl) bir fikir olması açısından ne yapabiliriz diye soruyordum. Hologram, performans sanatında gördüğümüz bir teknoloji ama direk hologram bir oyuncunun olup olmadığını sordum. Bu fikrin etrafında dönerken kafamdaki aslında toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde bir şeyler yapmaktı. Evren ise ‘sizi Atatürk ile konuşturalım’ dedi. Ben henüz öğrenciyim ve böyle bir şeyin altına nasıl girerim diye düşünürken Evren senaryo hazırlamaya başladı. Eş zamanlı, tamam dediğimiz anda Murat (Günenç) Türkiye’de ve dünyada bu işi yapacak bir kişi var, o da bu projeyle olmayı kabul ederse, o zaman bu işe gireriz” dedi. Tabii bu bahsettiğim iki yıllık bir süreç.
‘Keşke’ ne anlatıyor, biraz da içeriğinden söz edelim?
N.G.: Atatürk’e çocukluğundan itibaren hayran olmuş, yaratıcı bir kadın var oyunda. Diyor ki: ‘Keşke Atatürk burada olsaydı, ben onunla dertleşirdim, konuşurdum.” O anda birden Atatürk geliyor ve “Geldim, hadi beraber konuşalım” diyor. Babacan, bir tavırla geliyor ve oyun başlıyor. Yıllar sonra bile bizlere ilham vermeye, öncülük etmeye devam eden ve geleceği yüzyıl öncesinden gören bir liderin, günümüz ülkesine gelişinin hayali olarak kurgulandığı bir oyun.
MURAT GÜNENÇ: Nur’un şokuyla başlıyor oyun zaten.
Peki, ne vadediyor izleyiciye?
N.G.: DasDas Akademi’de öğrencilik yaptığım grubun yaş ortalaması 23-25 civarında. Dediler ki: “Bir rüya gibiydi. Atatürk’le bir saat geçirdik. Hayal ettiğimiz şeyi gerçekleştirdik.” 2024'te, Cumhuriyetin 101. yılında, temel değerleri Atatürk’le birlikte bir kez daha yaşamak, onun kimliğini hissetmek, içine çekmek ve onunla beraber olmak isteyen çocuk ve büyük her yaş grubu oyuna gelsin. Biz bunu verebildiğimiz için çok mutluyuz.
Oyunda iki oyuncu da olabilirdi. Ama bunun yerine hologram tercih edildi. Neden?
N.G.: Çünkü biz bir hayali, bir rüyayı iki oyuncu ile veremezdik. Gerçek mi hayal mi anlayamadığınız bir dünya yarattık aslında. Aynı zamanda teknoloji çağındayız. Tiyatro da çağının her döneminde hep öncü olmuş ve ayna tutmuş topluma. Biz de istedik ki bugünün teknolojisinde gelsin Atatürk.
Hologramı görüyoruz farklı yerlerde ama bir oyun boyunca hologramın bir karakteri canlandırdığı örnek var mı başka?
M.G.: Performanslarda kısa kısa gözükür ama oyunun ana karakteri olarak hiç yok. Asya'da holografik tiyatrolar vardır ama bizim yaptığımız gibi değil. Dekorda ne hologram ne gerçek anlamayanlar olmuş. Yani aslında baya bir realite ile sürrealiteyi çarpıştırıyoruz. Bu çok cesur bir oyun açıkçası. Hatta bir ayağı delilikteydi en başlarda. O delilik bulaşıcıydı. Hepimiz o deliliği cesarete çevirdik.
Teknolojik olarak süreç nasıl gelişti peki?
M.G: Çok ciddi Ar-Ge yaptık. Ben bir ara her pazar DasDas’taydım. Başbakan, cumhurbaşkanı, CEO, ünlülerin hologramı zaten sürekli yaptığımız şey. Bunlar normal bizim için. Ama bizim heyecanımız bu oyunu sürekli ve her yerde oynanabilir kılmak, her yerde aynı etkiyi yaratabiliyor olmaktı. Mesela Ar-Ge yaptığımız şeylerden biri, hızlı kurulmasıydı. Bize sahne normalde 48 saat önce verilir. Ama bir gece önce sahnede oyun oluyor, bize 8 saat kala sahne veriliyor. Biz bu sürede hem teknolojiyi kuruyoruz, hem sahneyi kuruyoruz, hem prova alıyoruz, hem de oyun için hazır oluyoruz. Aslında hologram ulaşılmaz bir şey değil. Ama biz bu proje için iki sene çalıştık. Son altı ay ise deli gibi çalıştık. Güzel kurgular, güzel teknolojiler, güzel sonuçlar ancak planlayarak çıkıyor. Biz burada onu başardık.
O zaman şunu anlıyoruz, bu oyun Türkiye’nin her ilinde tüm sahnelerde oynanabilir…
M.G.: Evet, bunu başardık. Ama hepimiz daha genç duruyorduk bu işe başladığımızda (Gülüyor). Dekor kurulabilen her tiyatro sahnesinde oynanabilecek kıvama getirdik. Her yere adapte edilebilir, hızlı taşınabilir, hızlı kurulabilir. Herkese ulaşılabilecek, Atatürk'ü herkese dokundurabilecek bir model oluşturmamız gerekiyordu. Teknolojiden hiçbir şekilde tasarruf göstermeden, en iyi sonucu, en iyi oyunculukla bir araya getirecek bir şey çıkarttık ortaya.
N.G: Çok küçük sahneler dışında her yerde oynayabileceğiz oyunu. Çünkü ben bunu özellikle istedim. Her ilde oynansın, çocuklar dahil herkes görsün istiyorum.
Böyle bir şey söylemek istemiyorum ama ya bir teknik aksaklık olsa…
M.G.: Her şeye hazırlıklı olmak lazım. Ama bizim zaten çok iyi bir oyuncumuz var. İnsanların yaptığı en büyük hata teknolojiyi amaç kılmak. Teknoloji araç olunca insanla yan yana duruyor. İnsana yardımcı oluyor. Teknoloji amaç olunca insan ortadan kalkıyor. Ve hızlı tüketilebilen bir şey çıkıyor. O yüzden biz burada insanı odakta tuttuk. CGI kullanarak, holografik teknolojiyi oluşturarak bence en iyi Atatürk'ü çıkarttık. Ama oradaki amaç en iyi senaryoyu ve en iyi oyunculuğu spotlight'a çıkartmak için hologramı kullanmaktı. Kısacası teknoloji başrolde değil, çok güçlü bir yardımcı oyuncu, bu oyunda.
İnsani yanları öne çıkıyor
Herkesin kalbinde farklı bir Atatürk var. Filmlerde, oyunlarda herkes Atatürk'ün farklı bir yanını ya da dönemini yakalamaya çalışıyor. Bu oyunda Atatürk temel olarak neyin üstüne kurgulandığı?
N.G.: Oyunda bir Atatürk var ama bizden biri. Tıpkı benim gibi, salondaki izleyiciler gibi, ‘çok insan’… Yani biz bir akşam onun evine gitseydik, otursaydık, O’da kahvesini alsaydı, sohbet etseydik gibi… İnsani yanlarını görüyoruz. Ama insanların bunu anlayabilmesi için gerçekten oyunu görmeleri gerekiyor.
M.G.: Daha ‘insan’ olan Atatürk var. Biraz daha filtreden geçmiş hayatı. Daha sakin, daha durgun. Daha ağır bir döneminde. Gözlemliyor, konuşuyor, sohbet ediyor. Herhangi bir mesajı yok, herhangi bir parmak sallaması yok. Bayağı kendi hayatından yansımaları ve sohbetleri var.
N.G.: Bu oyun 20 yıl sonra da oynanabilir. Evrensel ve zamansız bir oyun. Belirli bir döneme, belirli bir şeyin muhalefetine ya da bugünkü konulara istinaden yapılan bir tekst değil. Bir sürü soruya cevap, evrensel değerler üzerinden geliyor. Bu evrensel değerleri 20 yıl sonra da konuşabilirsiniz. Biz 5 sene sonra da bu oyunu oynarız, çünkü zamansız. Bu tekst için kolektif olarak çok emek verdik.
Hologram bile olsa Atatürk'le oynuyorsunuz, hem de başrolde… Bu size ne hissettiriyor?
N.G.: Ben her sahne başladığında ve Atatürk geldiğinde aynı şeyi hissediyorum. O anda gerçekten Atatürk geldi gibi bir duyguya kapılıyorum. Biz çok güzel sohbet ediyoruz. Bazen utanıyorum, bazen kızıyorum ve bir anda da gittiği için çok üzülüyorum. Herkes o anda çok üzülüyor. Bu noktada şunu da söylemek lazım, bugüne kadarki Atatürklerin en Atatürk'ü diyebilirim. Evren'in oyunda giydiği kostüm bile Atatürk'ün terzisinin torunu Levon Kordonciyan’a diktirildi mesela.
Başrol olarak sahneye adım atmak peki? Büyük cesaret istiyor.
N.G.: Yapılmayanı yapmaya cesaretim var sanırım ama o cesareti de çok çalışkan olmamdan alıyorum. Ve hayatım boyunca böyle biriydim. Zor olanı yapmak bende hep vardı. Bunun bu boyutunu provalar başladığı anda idrak ettim. Ve ilk söylediğim şey ‘bunun senkronu ne olacak’ oldu. Ben bu senkron ne olacak konusunda neredeyse kafayı yedim. Çünkü Atatürk ile aynı anda konuştuğumuz üst üste binen konuşmaların olduğu kısımlar var. Doğal bir sohbette olduğu gibi. Bir Temmuz’da ezber için girdim eve. Herhalde Ekim’e kadar 10 günden fazla dışarı çıkmamışımdır yani her gün 7/24 çalıştım. Başka türlüsü de olmazdı zaten.
Aktif iş hayatı ve STK’larda geçen uzun yıllar… Bundan sonra tiyatrodan devam mı peki?
N.G.: İlk hedefim bu oyunu bütün Türkiye'de oynamak. Yeteri kadar yerde oynasın, görülsün istiyorum. Bu oyuna herkes doyduğunda başka bir şey olur. Ama genel olarak sorarsanız evet bundan sonra yolum tiyatrodan devam eder. Çünkü bu benim her zaman çok istediğim bir şeydi. Doğru zaman buymuş.