Aşkım Akyıldız’la renkler, kelimeler, anılar
Yazar ve ressam Aşkım Akyıldız’ın İstanbul’daki çalışma masasının başında, hayatının ve sanatının izlerini sürdük. Minimalist yaşam felsefesini, yaratım sürecini ve ona ilham veren objeleri konuştuk.
Haber Merkezi |FARUK ŞÜYÜN
İstanbul’da, Aşkım Akyıldız’ın çalışma odasında 25 yıl önce antikacılar çarşısında yaptırdığı eski görünümlü yazı masası ve aynı dönemi simgeleyen sandalyesinin önündeyiz. Aslında Gökçeada’da ve Enez’deki evinde de birer çalışma masası varmış. Gökçeada’da olanı eşi ressam Mevlüt Akyıldız yapmış. Ben görmedim, ama ahşaptanmış, yeşilin huzur veren tonuna boyanmış, ucunda zarif bir zakkum motifi ve üzerinde “Aşkım Akyıldız” ismi işlenmiş bir masaymış. Oradaki biraz daha ‘eğlenceli’ymiş; adanın sahillerinden özenle topladığı taşlar ve deniz kabukları süslüyormuş. Ona baktıkça adanın ruhunu hissediyor, dalgaların sesini duyuyor, martıların özgürlüğüne ortak oluyormuş. İstanbul’daki masa ise daha çok ‘şehirli’ bir masa. “Burada geçmişin izlerini, ailemin hatıralarını ve sanatımın farklı yönlerini bir arada tutuyorum” diyor Aşkım Akyıldız.
Yaptırırken küçük olmasını tercih etmiş çünkü hayat felsefesi “az ama öz” üzerine kurulu. Sadeliği ve küçülmeyi seviyor. Eşyaları, kıyafetleri, her şeyi az ve öz. Minimalist yaşam tarzını benimsemiş; doğayla, adayla bütünleşmiş, “Az olanın içinde çoğalmayı, sadeliğin içinde zenginleşmeyi öğrendim. Çevremdeki insanlar da eşyalar da azdır” diyor Aşkım Akyıldız. Bu nedenle de biriktirmeyi sevmiyor, “fazlalık” kavramı yok onun hayatında. Sadece derin anlamı olan, ruhuna dokunan şeyleri saklıyor.
Her yerde defterleri duruyor. Sürekli masada yazmıyor; koltukta, yatakta, nerede rahat ederse orada dökülüyormuş kelimeler kaleminden. “Kurşunkalemle yazıyorum, silgi kullanmıyor, hatalı yazmışsam üzerini çiziyorum” diyor. Resimlerinin de yer aldığı defterleri gösteriyor sanat eserine dönüşmüşler: Mürekkep lekeleri, karalamalar, belki birkaç damla gözyaşı ya da kahve lekesi neden olmasın? Hepsi yazma serüveninin izleri.
Masanın üzerinde rengârenk ecoline şişeleri var. Çünkü sadece yazmıyor, resim de yapıyor. Yazı ve resim, lise yıllarında aynı anda filizlenmiş ruhunda. Kelimeler yetmemiş anlatmaya, renkler de katılmış hikâyesine. Birbirini tamamlayan, birbirini güçlendiren iki sanat dalı, kendini ifade etme biçimi olmuş. “Yazı ve resim kol kola gittiler ancak resim, daha baskın hayatımda” diye anlatıyor.
Masanın üzerindekileri konuşmaya devam ediyoruz; çıngırak, babasından kalma bir hatıraymış. Babasının Almanya’daki bitpazarlarından aldığı bir obje. Gümüş bir çerçevenin içinde, Gökçeada’da çektiği kızı Ayşenaz’ın siyah beyaz bir çocukluk fotoğrafı duruyor.
İki bebek figürü ise “Zaman İpektendi” adlı sergisinden kalma. Sağdan soldan, eşten dosttan, bazen de dükkânlardan topladığı antika ipek kumaşları kendi elleriyle dikerek 40 farklı figür yaratmış bu sergi için. Aynı isimli öykü kitabındaysa babasıyla olan anılarını, ipek gibi yumuşak ve narin anları anlatmış. Babası vefat ettikten sonra yayımlanmış bu kitap.
Kapağında camaltı tekniğiyle yapılmış bir desen bulunan kalem kutusunun üzerindeki resim eşine ait, kutu da onun hediyesi.
Çekmeceleri açtığımızda ise sanatının başka bir yönüyle karşılaşıyoruz. Kendi elleriyle hazırladığı zarflar, küçük defterler, mektup kâğıtları... Her biri özenle yapılmış, her birinde onun ruhundan bir parça var. Dostlarına özel günlerde hediye ediyormuş bu güzelliklerden bazılarını, belki bir gün bir mektup sergisi de açacak.
Bir dosyanın içinde mektuplar ve fotoğraflar duruyor. Bu mektupların hikâyesi de çok özel. Aşkım Akyıldız okuma yazmayı öğrendiği 6-7 yaşlarında, Almanya’daki anne ve babasına mektuplar yazmaya başlamış. Babası, vefatından bir yıl önce, Aşkım’ın çocukken yazdığı mektuplardan oluşan bu dosyayı hediye etmiş ona. Dosya, “Sitemim Lal” adlı sergisinin ilham kaynağı olmuş.
Altın yaldızlı yapraklar da çekmeceye serpilmiş durumda. Bazılarını hediye paketlerine iliştiriyormuş. “Yazın Gölgesi Düştü” adlı suluboya sergisinde, ipek kumaşlardan yaptığı figürleri sergilemiş.
20'li yaşlarında, o zamanlar sevgili oldukları eşi Mevlüt Akyıldız’ın imzasını taşıyan iki camaltı resim, onun ilk sanat eseri hediyeleri olmuş. Şimdi masasının yanındaki camlı dolapta sergileniyor. Kızının aldığı kurbağa figürü ve babasına ait cam küre içindeki Rolex saat de bu dolapta. Raflardan birinde duran nikâh şekerleri ise Gökçeada’da evlenmeye karar verdiklerinde sahilden topladıkları taşlardan yapılmış. Üzerine denizkızı resmi çizip boyayıp balık ağına koyarak davetlilere dağıtmışlar. Babasından kalan küçük cam tabaklar onun çok sevdiği, içinde tek bir kurabiye ya da çikolata ikram ettiği değerli parçalar.
Yayımlanmış altı kitabı bulunuyor; beşi şiir, biri öykü… Şimdilerde yeni bir kitap projesi var aklında. “Odaların Tarihi” adlı, uzun zaman önce okuduğu ve çok etkilendiği bir kitabı bugünkü gözüyle yeniden okumaya başlamış. Odaların tarihini, orada yaşananları, insanların odalardaki düşüncelerini, aşklarını, hüzünlerini, ölümlerini anlatmayı planlıyor şiirsel bir dille. Henüz notlar alıyor, nasıl şekillendireceğini tam bilmiyor ama çok heyecanlı.
Ve son olarak, yine ahşap bir kutunun içinde duran el emeği göz nuru eserleri; eski kumaşlardan yapılmış küçük keseler, kalem keseleri ve zarif kuş figürlerine bakıyoruz birlikte... Aşkım Akyıldız'ın masası, onun renkli dünyasının, sanatının, anılarının ve hayallerinin yansımalarıyla dolu. Her bir obje, her bir detayın sağlam hikâyeleri var; sade ama zengin, mütevazı ama derin hikâyeler…