Arada kalanların öyküsü

Talin Azar, ünlü Fransız pilot Maryse Hilsz’in uçağının 1934’te hayatlarının tam ortasına düşmesiyle kaderi sonsuza dek değişen Arsuzlu Malik ailesinin hikayesini anlattığı romanı, ‘Ev-İskenderun Sancağı 1934’ ile okurlarının karşısında: “İskenderun çevresinde olup bitenler, dünyaya açılmak için bana bir kapı oldu…”

Haber Merkezi |

Helin KAYA

2017’de ilk kitabınız Kuklacı’yı yayınladınız. Şimdi yeni romanınız ‘Ev’ ile okurların karşısındasınız… İki romanın da odağında çok kültürlülük var, değil mi?

Evet, her iki romanın da Türkiye’deki çok kültürlülüğün, gayrimüslim nüfusa dair yaşantıların, çok dinli ve çok dilli yapılara sahip çıkmanın ve bunlara eşlik eden endişelerin ifadesi olduğunu söyleyebilirim. Aralarındaki diğer bir ortaklık da Maryse Hilsz ve Cahide Sonku gibi kadın kahramanların biyografileri üzerine inşa edilmiş olmaları. Ama onun dışında bir benzerlik yok. ‘Kuklacı’ gerçek bir aile hikayesi. Sınır dışı edilen ve bir haymatlos (vatansız) olan Stavro Kouklopaiktis’in aklını yitirmesi ile ilgili.

Bunun altında ait hissettiği vatanına dönmek için duyduğu tutkulu arzu kadar Cahide Sonku’ya duyduğu aşk da var. Tema iptilaya dönüşen bir aşk benim için. 1920’lerden 1990’lara Tatavla’dan Kurtuluş’a İstanbul’daki Rum yaşantısına, kültürüne ve aynı dönemde gelişen Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, mübadele, zorunlu göç gibi hadiselere odaklanan bir dönemi ele alıyor. ‘Ev’ ise, ‘Kuklacı’ya göre biraz daha farklı bir dönemin, Fransız manda döneminin, 2. Dünya Savaşı öncesinin ve daha geniş bir coğrafyanın hikayesi. İskenderun ve Arsuz’a dayanan köklerimden kaynaklı bir araştırma. Bölgede günümüzde üzerinde fazlaca durulmayan, İskenderun Sancağı anılırken çok fazla sorgulanmayan, unutulmaya yüz tutmuş bir dönemin hikayesi. Teması benim için arada kalmak.

Biraz açabilir miyiz bu ‘arada kalma’ hissini?

Romanı bir arada tutan unsurun arada kalma teması olmasını istemiştim. Bu durumda ünlü kadın pilot ve Fransız direnişçisi olan Maryse Hilsz roman kahramanı olarak biçilmez kaftan oldu. Ölümüne kararlılığıyla tam bir muğlaklık içinde olan İskenderun’a kontrast yaratacaktı. Ve onun Arsuz’a gelişiyle Malik ailesinde yediden yetmişe bir dönüşüm etkisi olacaktı. Muhtemelen de böyle yaşandı diye inanıyorum. Ünlü kadın pilot ve 2. Dünya Savaşında Fransız direnişinde önemli rol almış olan Maryse Hilsz’in Arsuz’a gelişi 1934 yılı. İskenderun Sancağı o sıralarda Suriye’de Fransız mandası altında. Bir yönetim ve bir coğrafi sınır değişikliği kapıda, milliyetçilik akımları ve haliyle çeşitli kesimlerin kararsız kaldığı bir ortam mevcut. Sancak yönetimi sonlanınca özerk Hatay Devleti kurulacak ve plebisit, yani halk olmasını takiben Hatay Türkiye Cumhuriyeti’ne eklenecek. Fransız yönetimi çekilirken yeni endişelerle bölgenin demografisinde değişiklikler olacak. Bu dönüşüm sırasında sancak halkının kafa karışıklığını, karar aşamasında taraflara göre değişebilecek fikirleri araştırmaya çalıştım.

Ev, 1930’ların İskenderun’unda geçiyor. Kitapla beraber okur nasıl bir İskenderun’a kapı aralıyor?

İskenderun cemiyet hayatı her zaman çok renkli olan bir kent. Ulaşılan bu sosyalliğin, Avrupailiğin, zengin mutfak kültürünün, şaşaanın izlerini sürmek bana keşif gibi geliyor. Bugün de çok kozmopolit ama 1930’lu yıllarda nüfusun bileşenleri çok renkli. Çok sayıda din ve mezhep olduğu kadar farklı milliyetler de mevcut. Arada kalmasının sebebi tam da bu. Farklı milliyetçiliklere dair ideolojilerin sahne aldığı bir dönem. Aslında o tarihlerde sadece sancakta değil tüm dünyada olan da biraz bu. Ayrıca, İskenderun liman kent olmasıyla, meyankökü ticaretiyle, konsolosluklarda yaşanan resepsiyonları, baloları, Asi nehrine bağlı olarak genişleyen ticaret ağı, ipekçiliği, verimli Amik Ovasındaki tarımsal faaliyetleriyle, manda yönetimi garı, otelleri, kulüpleri, çeşitli misyonlardan ibadethane ve okul yerleşkeleriyle büyük bir kompleks. Bu kompleksin bileşenleriyle Sancak her açıdan zengin. Ama yakın senelerde yaşanmış olan kıtlık ve yükselen faşizmin eşliğinde bir o kadar yoksul ve yoksun. Bir diğer ilgimi çeken konu da dil üzerinden nüfusa dair çıkarımlar… İskenderun çevresinde olup bitenler yazdıklarımda dünyaya açılmak için bir kapı oldu bana.

Kitap İskenderun’un çok kültürlü dönemine bakış atıyor. 1930’lardaki İskenderun’un sosyal yaşamındaki rolü ve dönüşümü size ne çağrıştırıyor.

Bazı belgelerde İskenderun Sancağının Alsace-Lorraine ile benzeştirildiğini okumuştum. 1870- 1871 Prusya-Fransız Savaşının ardından Fransız İmparatorluğu bölgeyi Prusya’ya bırakır. Sonradan Versailles Antlaşmasıyla bölge tekrar Fransa’ya geçer. Bu dönemde Maryse’nin ailesi Alman orijinlerine rağmen Fransız tabiiyetini seçmiş. Maryse sonradan 2. Dünya Savaşında Fransa için Almanlara karşı direnişte görev almış. İskenderun’un Ankara Anlaşmasından itibaren geçirdiği süreç ve bu durum bana çok benzer geliyor ve açıkçası araştırmamı sürdürmek için kilit noktalardan biri oldu. Maryse’nin kendi orijini olan bir halka karşı yürütülen savaşta rol almış olması kafasında büyük bir dilemma yaratmış olmalıydı. Kendi köyünün üzerinden savaş uçağıyla geçiş anlarına dair okumalarım olmuştu. Bana hayatının bu kısmı çok kışkırtıcı gelmişti. Çünkü İskenderun’da Malik ailesinin yaşadıkları çelişkiyle büyük paralellik içindeydi. Bence, sosyal ve kültürel anlamda iki kent arasında böyle bir benzerliklerin olması kuvvetle muhtemel.

Kitabınız bizi çoktan yok olmuş birçok değerin geçmişine, İskenderun’a götürüyor. Depremden sonra bu kitabın yayına girmesi içerikte değişikliklere gitmenize yol açtı mı?

Yeniden bir gözden geçirme süreci oldu tabii ki. Tuhaf bir tesadüfle kitapta bazı felaketler 6 Şubat tarihiyle çakışıyordu. Sonradan editörlerimden Meltem Oral sayesinde yeni arşivler bulduk ve bunun hatalı olduğunu tespit ettik. Romanın zamanını soğukkanlılıkla yeniden düzenlediği için ona ve titiz katkıları için Foti Benlisoy’a müteşekkirim. Bunun dışında kitabın teşekkür kısmında bir bölüm var.

Bir Hatay’lı olarak, deprem sonraki süreçte neler yaşadınız?

Büyük bir çaresizlikti yaşanan. Depremin acıları ve yarattığı umutsuzluk hala sürmekte. Çeşitli dernek ve platformlarda elimden geldiği kadarıyla destek vermeye çalıştım. Ailemizin aktif olduğu Füsun Sayek Derneği ve Arsuz Kadınları Dayanışma Platformunda kadın ve çocuk odaklı çalışmalarda rol aldım. Şimdi, ‘Ev’in satışından İstos Yayınevi’nin de katkılarıyla depremzede öğrenci desteklemek çabasındayız. Ayrıca Yeniden Antakya Platformu’nda Antakya’ya dair bir bellek çalışmasına destek vermek arzusundayım.

ALTTAN ALTA KESİŞEN HİKAYELER

Talin Azar, Çukurova Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü mezunu. Murat Gülsoy’un yazım atölyesine üç yıl boyunca katıldı. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı arasındaki batılılaşma döneminde toplumun ve özellikle gayrimüslimlerin yoğun kullandığı dış mekanlarla ve oradaki yaşantıları ile ilgili bir doktora tezi yazıyor. İlk kitabı ‘Kuklacı’ 2017 yılında yayımlandı. Azar, kitabının yaratım sürecini şöyle anlatıyor: “Beyoğlu, Galata ve Harbiye bölgesiyle sınırlandırdığım akademik bir araştırma esnasında İstanbul’a ait yangın sigorta ve kadastro haritalarını kullanıyordum. Aslında bu serüven hikayelerin alttan alta birbiriyle kesişmesini ve bir örüntü içinde olduklarını fark etmemle beraber başladı. Sokak isimleri, mekan fonksiyonları, bu mekanlarda yaşamış tarihten gerçek kişilikler, toplumun bileşimi… Onlarla karşılaştıkça yazma isteğim arttı. Malzeme bana öyle zengin geliyordu ki, onu yönetemeyeceğim ve roman gibi bir formda sunamayacağım endişesiyle hep daha çok üstüne eğildim. Bu araştırma formu da zamanla takıntılı bir tutkuya dönüştü.”

ANKA-3 TOLUN bombasıyla hedefi 12'den vurdu! Borsada servet inşasının formülü uzun vadeli yatırım Mevduat faizlerinde son durum! İşte 500 bin ve 1 milyon TL’nin aylık getirisi Bu isim Türkiye'de sadece bir kişide var! Erkek ve kız çocuklarına işte en çok koyular isimler... Simpsonlar ABD’deki büyük yangını 20 yıl önceden nasıl bildi? TFF'den harcama limitleri kararı: Yüzde 30'luk pay iptal edildi