Özel: Emniyetten açıklama bekliyoruz

CHP'li Özel, Mersin saldırısı konusunda, "Bütün her şeyi CHP’li terörist, CHP’nin gazetecisine oturtanlar dün Mersin’den gelen bütün bilgiler, saldırganın o olmadığı noktasındaydı, artık bir açıklama yapmak durumundalar. O günden bugüne bir isim ve bir resim ve burada yer alan bir ifade üzerinden CHP’ye saldıranlar tek argüman olarak bunu koyanlar ne diyecekler bir ona bakacağız." dedi.

Haber Merkezi |

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, TBMM'de düzenlediği basın toplantısıyla gündemi değerlendirdi.

Özel’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

"Türkiye, hafta başında Mersin’deki bombalı saldırı sonucunda şehit olan polisimize ağlarken ve yararlılarımızın bir an önce şifa bulmasını beklerken tükenmiş, bitmiş ve çareyi bir şehidin üzerinden siyasi rakiplerine saldırmakta bulmuş bir partinin, AKP’nin ne kadar seviyesizleşebileceğine tanık olarak geçirdik bu haftayı. Geldiğimiz noktada birtakım gelişmeler var.

“Utanmadan, sıkılmadan ‘CHP’nin gazetecisi’ diye yazıyorlar”

Birincisi şu; dün değindik ama artık bunun net olarak ortaya konması gerekiyor. CHP’nin bundan 11 yıl önce çalışmalarını yaptığı ve bundan 10 yıl önce kamuoyuyla paylaştığı raporda bir isim geçiyor. O isim üzerinden saldırıyı yapan terörist olarak ‘CHP’nin raporunda var’ diyorlar. Bunu çok net olarak söyleyelim; o isim rapor hazırlanırken içeride. Ama daha sonra AKP’nin 4’üncü yargı paketi ile yani Abdullah Öcalan ile görüştükleri, müzakereleri sonucunda verilen kararla cezaevlerinin boşaldığı 4’üncü yargı paket ile salıverilmiş. Ve o salıverilmeden 4 ay sonra raporumuz yayınlanmış. Şimdi bize raporda adı olan kişinin bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylüyorlar. Ve utanmadan, sıkılmadan CHP’nin gazetecisi diye yazıyorlar. Bunu kesin bir şekilde reddettik, lanetledik.

Şimdi bir başka tartışma var basında. Bizim açımızdan fark etmez. O gün gazeteci olarak içeride olduğunu söyleyen ki kendi beyanlarını rapora taşımışız. Ama arkasında durmamışız, sahip çıkmamışız. Şimdi iddia o ki ilk günden beri var. Biz emniyetten açıklama bekliyoruz, beklemeye de devam edeceğiz. Biz İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesi bazen Süleyman Soylu’nun kendi sayfası gibi kullanılsa da İçişleri Bakanlığı’nı, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü önemseriz. İlk günden beri bize gelen bilgi, aslında saldırgan o değil, parmak izi tutmadı, bir başkası saldırgan. Ama biz buna hiç sığınmadık. Raporda adı geçiyorsa sonradan Süleyman Soylu’nun ifadesi şu; 2013 yılında PKK’ya katıldı diyor. Rapor yazılırken değil, sonrasında. Teröristse, terör örgütü mensubuysa fark etmez. Saldırıyı yapan oymuş, değilmiş… Bizim meselemiz CHP’nin terör ile arasına koyduğu mesafe ve terörü kınamaktır. Ama bütün her şeyi CHP’li terörist, CHP’nin gazetecisine oturtanlar dün Mersin’den gelen bütün bilgiler, saldırganın o olmadığı noktasındaydı, artık bir açıklama yapmak durumundalar. Saldırgan o çıksa da çıkmasa da pozisyonumuz değişmez. O günden bugüne bir isim ve bir resim ve burada yer alan bir ifade üzerinden CHP’ye saldıranlar tek argüman olarak bunu koyanlar ne diyecekler bir ona bakacağız.

“Abdullah Öcalan’dan seçimlerde mektup getirip okuturlar”

Abdullah Öcalan’ın bu örgütün kurucusu olduğunu ve halen daha bu örgütün lideri olduğunu bilmezler mi? Bilirler. Ama Abdullah Öcalan’dan seçimlerde mektup getirip okuturlar. Mesela ‘PKK terörist bir örgüt değildir’ diyen Orhan Miroğlu, hiç inkâr etmedi bu sözünü, kayıtlarda var. Halen daha AK Parti MKYK üyesi. Mesele aynı tarihlerde ‘Binlerce Türk, Abdullah Öcalan’ın mesajı ile duygulanıyorsa artık gerçekten yeni bir dönem başlıyor’ diyen Abdurrahim Boynukalın. Bu sözden sonra milletvekili yapıldı. Şimdi de AK Parti’nin İngiltere temsilcisi. ‘Abdullah Öcalan’ın dışarı çıkmasına engel AK Parti değil, HDP’dir’ diyen Yiğit Bulut, halen Cumhurbaşkanlığı’nda başdanışman maaşı alıyor. Ama utanmadan sıkılmadan, Bülent Turan’ından tutun, sözcülerine, genel başkan yardımcılarına, Hamza Dağ’a kadar hepsi çıkıp sizin gözünüzün içine baka baka oradaki bir isimden bizi sorumlu tutuyorlar. Şimdi de açıklama bekleniyor o isim o isim mi, o da belli değil.

“Erdoğan, tüm soruların cevaplarını prompterden okudu”

Dün akşam Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? Dört gazetecinin karşısında soruları cevaplıyor. Daha önce kamera kayıyor, prompterler görünüyordu. Oradaki görüntülerden sonra çok sıkı tedbir aldılar, dün akşam görüntüde prompter yok. Var mı yok mu vallahi de var billahi de var. Aydınlatma ışığının altında, ekranın üstünde prompteri koymuşlar. Ama Abdulkadir Selvi’ye yakın çekim yapmamak suretiyle prompteri kadraja sokmamayı başardılar. Ben diyorum ki dün Recep Tayyip Erdoğan, tüm soruların cevaplarını prompterden okudu. Oradaki dört sayın gazeteciden birisi çıkıp yalanlasın, çıkıp özür dilerim, ben yalan attım diyeceğim. Cumhurbaşkanlığı yetkilisi yalanlasın, prompter yoktu diye. Öyle bir döneme gelmişiz. 20 yıllık iktidarın sonunda gazetecilerin karşısına soruları almadan çıkamayan birisi yönetiyor ülkeyi. Soruların cevaplarını ekrandan okuyor.

“Cesaretin varsa Kemal Bey’in karşısına çıkacaksın”

Bizim iktidarımızda gazeteciler özgürce soracak. Bizi nereye davet etseler gidiyoruz arkadaşlar. Ben TV NET’e, Yeni Şafak’ın televizyonuna gittim, çayımı içtim, ikinci kata çıktım. Sor kardeşim dedim, ne sorduysa cevap verdim. Dedim ki arada çağırın ki birikmiş yalanları tüketelim. Çünkü dünyanın iftirasını oradaki gazeteci atmıyor, daha önce birikmiş haberler… CHP milletvekilleri terör örgütü cenazesine gitti mi? Yalan olduğu teker teker çıktı. Burada da ispatlamıştık. CHP hakkında ne kadar iftira varsa hepsi çöktü, gitti. Ama düşünün ki kendisini hiç rahatsız etmeyecek sorular olduğu halde soruları önden alıp cevapları ekrana yazdıran birisi yönetiyor ülkeyi. Yıl 2022. Basın özgürlüğü, gazetecilerin oradaki pozisyonu… Hiç girmiyorum… Cesaretin varsa Kemal Bey’in karşısına çıkacaksın. Kanalı, gazetecileri sen belirle. Sen sorularını yine hazırlat, biz gazetecilerin soruduğu sorulara yanıt vereceğiz. Ama sen acaba Kemal Bey’in soracağı sorulara yanıt verebilecek misin? Yok. Orada tutulurlar. Dut yemiş bülbüle dönerler. Hodri meydan, yaptığı icraata güvenen, yaptığı rezillikleri savunabileceğine ve milleti ikna edebileceğine inanan hodri meydan çıksın karşımıza.

“Allah’tan kork”

Dün ne diyor ‘O gazetecilerin hiçbiri iddia edildiği gibi gazeteci değil. Terörist olduklarını en baştan söyledik, hala söylüyoruz. Ama bunlarda yüz yok. Yargı bunları terörist oldukları için cezalandırıyor.’ Ya Allah’tan kork. Bir örnek üzerinden gidiyorsun da Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu… Bunlar burada. Hadi hepsi bir yana… Nedim Şener’e biz o gün de terörist diyorduk, doğru, bugün de terörist diyorduk diyor. Buna da cevabı Nedim Şener versin.

Benim Nedim Şener’e benim bir cevabım var. Ben dün kendisine hakaret etmedim. Hatta düne kadar ben cezaevinde görüştüğüm kimsenin mahremini de hiçbir yerde anlatmadım. Mahrem kısımlar duracak. O çektiği sıkıntılar, ailesinin çektiği sıkıntılar… Onların hiçbirisine girmem. Ama dün dedim ki bu rapor yayınlanırken, rapor bu rapor, bizden izin aldı mı diyor. Hangisinden izin almışım, hangisi inkâr ediyor. Cezaevinde gazeteciyi ziyaret ediyorsun, anlattığı derdini, sorununu raporlaştırıyorsun. Bunun için kimseden izin almadık. Ama senin gibi içinde adı geçen 187 kişiden biri de çıkıp benden görüşmediler demedi. Ya görüşmüşüz ya da mektup yazmışız. Bizden yana olur, olmayan olur. Aşırı sağ basından olanlar vardı…

“Dönemiyor, şimdi kıvırıyor”

Sen önce dedin, benle görüşmedi. Görüştük dedim. İspatla dedi, çıkardım defteri dedim ki ‘Bak kardeşim 9 Ağustos 2011’de ben gitmişim’, Adalet Bakanlığı’nın kayıtlarında var. Sen bu ziyarette eşinin, kızının adını, okuduğu okulu, o sunu bu sunu söylemişsin. Sen burada niye duruyorsun, seninle bu cemaatin ne derdi var dediğimde, ‘Hrant dosyası’ demişsin… Hepsini dün kabul ediyor ki. Sonra diyor ki ‘Benimle rapor hakkında mı konuştun, bunu ispat etmezsen…’ Küfür, hakaret. Bu nasıl bir iş. Rapor zaten bunlardan ibaret. Gazetecilerin cezaevlerinde haksız tutulmaları ve yaşadıkları güçlükler. Ama başta yalanı attı. Dönemiyor, şimdi kıvırıyor.

“Ahmet Şık bir konuşsa kimsenin yüzüne bakamazsın”

Bak Nedim Şener, bir; o kadar kişi gördüm cezaevinde kimi düşüncesi bana yakın, kimi çok uzak. Kimi şimdi yandaş kimi başka kimi vatandaş kimi muhalif. Senin gibi cezaevine girip de huy, tavır değiştiren, dün saldırdığın koğuş, hücre arkadaşın Ahmet Şık dünyanın en düzgün adamlarından birisi, bir konuşsa kimsenin yüzüne bakamazsın. Ne durumda olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama ben şöyle bir görmedim, ya Cübbeli Ahmet Hoca’ya gittik, benim ne işim olur, ama sağlığıyla ilgili sorun var, yanlış ilaç kullanıyor, yardımcı olduk. Çıkınca aradı, bayramda seyranda arar. Benim ifadelerimle ilgili beni kınayan açıklamalar yapıyor, ama çıkınca aradı bir teşekkür etti. Herkes bunu yapar. Cezaevinde ziyaretine gelenlere dünyanın lafını, olumlu şeyini söyleyip de çıkınca kendini içeri tıkanlara, celladının elini öpmeye koşan bir sen varsın. Sen çıktıktan sonra AK Parti ile aklandın, paklandın. Hatta biliyoruz ki cemaate de açıktan bir pozisyon almadın. Ne zaman bu işler, bunların terör örgütü olduğu ortaya çıktı, ondan sonra…

“‘Fetullah Gülen ile sorunum yok’ dedin mi?”

Gelelim, yaz bunu rapora, gazetede de çıksın dediğin kısma. Nedim Şener, sen o gün çıkıp da ‘Ya ben Hrant dosyası üzerine çalıştım, bir şey yazdım ama benim cemaatle, Fetullah Gülen ile bir sorunum yok. Özellikle yurt dışındaki eğitim çalışmalarını önemsiyorum, hatta kendi çocuğumu bile okullarına verebilirim, yaz bunu’ dedin mi, demedin mi? Dedin. Ben bütün kutsalların, değerlerin üzerine bunu söylerim, cesaretin varsa sen de söyle. Cesaretin varsa ben dilekçeyi imzalamaya hazırım, imzalayalım, görüş odasındaki 9 Ağustos 2011’deki kamera kayıtları açıklansın. Çık imzayı ver. Orada ‘Benim Fetullah Gülen cemaati ile bir derdim yok, çocuğumu bile okullarına verebilirim’ diye selektörü yap, ondan sonra çıkıp da ben yazmadım onu çıkınca utanmayasın diye, senin bu utanmazlık halini çoktan kabullenmiş olduğunu öngöremedim. Sen çıktın ve gittin celladına âşık oldun, yanaştın, şimdi celladının giyotini, her akşam eskiden aynı fikirde olduğun birilerini doğruyorsun kardeşim. Helal olsun sana. Sana bu yakışır. Bize de seni bu kadar bile ağzımıza almak yakışmaz da sen arandın.

“Özür dileyecek misin?”

Eren Erdem… Aldılar içeri koydular, 19 yıl ceza istediler. Tecrit hücresinde tuttular. 490 gün cezaevinde yattı ve serbest kaldı. Üst mahkeme itiraz etti. Bir daha yargılandı, 4 yıl iki ay verdiler bu sefer. Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Anayasa Mahkemesi, Eren Erdem haklıdır dedi. Yargıtay’a gitti, ‘delil yok, beraat etmelidir’ dedi. Bugün son mahkemesi vardı. Alt mahkeme beraat ettirdi. Şimdi ey Akşam gazetesindeki ‘CHP’li gazeteci polisi şehit etti’ diye manşet atan utanmaz, ey arlanmaz, şimdi yarın özür dileyecek misin Eren Erdem’den ve CHP’den? (Akşam gazetesinin ‘Paralelin CHP’li tetikçisi’ yazan manşetini göstererek.) Bugün beraat etti kardeşim. 18 gazete birden Eren Erdem’e terörist, FETÖ’cü ilan ediyorsunuz ne oldu. Bu manşetlerin, iftiranın bir bedeli var mı ödenecek. Şu kadarcık özür dileyin ya. Varsa bir başyazarınız, çıksın köşesinde desin ki ‘O gün öyle yaptık ama bugün utandık, hukuka saygımızdan dolayı bunu düzeltiyoruz’ deyin. Bakın bir bu işe.

“Erdoğan’ın ve ailesinin kişisel dünyadaki mal varlığı sorunudur”

Günün gündemi Milli Güvenlik Kurulu, utanmadan, sıkılmadan ‘CHP milli güvenlik sorunuymuş.’ Bak. Söylersen işitirsin. Bu ülkenin en önemli milli güvenlik sorunu Recep Tayyip Erdoğan’ın ve ailesinin kişisel dünyadaki mal varlığı sorunudur. Gerekçemiz de şudur; Rusya ile takışırken Putin, IŞİD petrolleri konusunda Birleşmiş Milletler’de sunum yapacağım dedi Putin’e özür mektubu yolladın sen. Ne zaman Trump, senin mal varlığını araştıracağım dedi, sus pus oldun, Trump ile ahbap oldun. O gün mal varlığını araştırmayan namettir, namussuzdur, hodri meydan diyebilseydin bugün Türkiye bu durumlarda olmazdı. Onu demedin, çünkü diyemiyorsun. Bir milli güvenlik sorunu varsa o Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel ölçekteki Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunma noktasında karşısına dayatılan ve cevap veremediği sorular; IŞİD petrolünü taşıtan tankerlerin uygu görüntüleri ve o gün ambargoyu delmenin Türkiye’ye ağır maliyetleridir.

“Böyle bir hasretle de alay eden bir adamsın sen”

Türk vatandaşlarının yazın tatil yapamaz durumda olmasının itirafı mı diyelim, vatandaşın aklıyla alay etmek mi diyelim, be hey vicdansız adam mı diyelim… Milletin çoluğu, çocuğu kışın çalışıyor, o çocuklar yazın tatile gitmek istiyor. Kışın götür tatile diyor, yazlık oteller kışın ucuz olur. O çocuk da istiyor ki babası bir ördek alsın denize girsin. Sen diyorsun ki Rus’un, Ukraynalının, İspanyol’un, İngiliz’in çocuğu deniz suyu sıcaklığı 25 dereceyken girsin, bizimkiler kışın gitsin eksi 2 derece hava sıcaklığı, 4 derece deniz sıcaklığında karşıdan denize baksın. Adamın yemeğe, çocuğunun karnını doyurmaya parası yok, ayrıca da böyle bir hasretle de alay eden bir adamsın sen.

Hülya Nergin, AK Parti Kayseri Milletvekilimiz. Bir köyde bir amcaya denk gelmiş, amca demiş ki ona ‘Maaşlarımız çok yüksek kızım bizim maaşlarımızı düşürün.’ Ya bir amca der, bir amca dedi diye bir milyon amcayı çıldırtmanın bir anlamı var mı? Amcanın geliri vardır, olur, çok ucuz bir yerde kendi evinde yaşıyordur, bir harcaması yoktur. Bilinmez. Bir amca dedi diye bin amca ile alay etmenin yeri var mı? Bir de tweet atmışsın. Ayrıca siz ne kadar koptunuz bilmiyorum, ama şöyle bir gerçekliği var. O amca geçmişte sana oy verdiyse sonra da siz onlara bunları yaşattıysanız bütün emekliler ile amcamın hali buysa Anadolu’nun öyle bir feraseti var ki bir kadın milletvekili kalkmış, köyüne, ayağına kadar gelmiş. O amcalar ‘ah elim kırılaydı da sana oy vermeyeydim, git buradan kızım’ demez de aynen böyle söyler. ‘Kızım bizim maaşımız çok, siz kesin bizden, verin zenginlere…’ Dediyse sen o mektubu okuyamamışsın kardeşim. Okuturlar. Binlerce, milyonca amca, sana o okuyamadığın mektubu seçim sandığında okutur.

Bir kere süfli demek, bayağı, aşağı demek. Bu ülkede ne zamandan beri daha iyi bir telefon, araba ya da daha çok konsere gitmek aşağılık talepler oldu. Bu nasıl bir aşağılama. Gençlere söylenecek söz mü bu. Sonra bunlar en süfli taleplerse dünyanın en pahalı Mercedes’ine neden bizim Cumhurbaşkanı biniyor? Dünyanın en pahalı uçağı 7 tane var, neden biri bizde? Neden dünyanın en pahalı yatlarından bir tanesini donanmadan aldın da kendine makam yatı yaptın? Neden dünyanın en güzel koyunda yazlık sarayın var? Neden bir kışlık saray inşa ettirdin Ahlat’a? Neden yiyip yiyip doymuyorsunuz o sarayda? Ne süfli talepler bunlar. Sen bu süfli talepleri bıraksan da birazcık vatandaş gibi mi yaşasan acaba. Sen vatandaşı yeni bir telefon isteyemez hale getirdin ya o bindiğin uçaktan, o oturduğun saraydan, o bindiğin uçaktan seni indirmek de ilk seçimde bu vatandaşın boynunun borcudur.

Cumhurbaşkanlığı için bir yılda 3 milyar TL mal ve hizmet satın alınmış. Bakın, saray, arabalar, uçaklar, yazlık saraylar, yemeler, içmeler, sarayda harcanan her şey… Maaşlar hariç, mal ve hizmet satın alma. Biliyorsunuz bu arkadaşlar, bunları yaparken tasarruf genelgelerine uymazlar, ihale kanununa uymazlar. 3 milyar TL devletin parasını da saraydakiler yemiş ya da üstüne binmiş." (ANKA)

Son 60 yılın en soğuk kışı olacak: La Nina geliyor, uzmanlar tarih verdi Borsada servet inşasının formülü uzun vadeli yatırım Tüm hat sahiplerini ilgilendiriyor: Yeni yılda vergi artışı kapıda! Beşar Esad'ın Rusya'ya nasıl kaçtığı ortaya çıktı Asgari ücret en çok hangi sektörleri etkiliyor? İlber Ortaylı, canlı yayını terk etti! "Bırakın bu konuşmayı"