Ali Koç ekonomi için 'sabır' istedi, 'Yeter ki kendi kalemize gol atmayalım' dedi

Murat Ülker, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç ile gerçekleştirdiği özel röportajda, "Şu anda Türkiye ekonomisinin mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Zorlukları aşıyor muyuz?" sorusunu yöneltti. Ali Koç, bu soruya "Doğru politikaları sürdürebilir ve sabır gösterebilirsek, bu zorlukları aşacak her türlü potansiyele sahibiz. Yeter ki kendi kalemize gol atmayalım." şeklinde yanıt verdi. İşte röportajın devamı...

Haber Merkezi |

İş insanı Murat Ülker, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç ile özel bir röportaj gerçekleştirdi. Ali Koç, kulüp başkanlığından iş dünyasındaki holding yöneticiliğine kadar uzanan kariyerindeki önemli dönüm noktalarını ve deneyimlerini samimi bir şekilde paylaştı.

İş insanı Murat Ülker, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç ile gerçekleştirdiği röportaja başlarken teşekkürlerini sundu. Ülker, Koç’un 27 sorusuna özenle ve detaylı cevap verdiğini belirterek, verdiği cevaplardan faydalandığını vurguladı. Röportajda, Koç Holding’in politikaları ve bakış açıları üzerine derinlemesine bir sohbet yapıldı. Ayrıca, Ankaralı Koç Ailesi’nin, Anadolu’dan global ölçekteki başarılarına kadar Cumhuriyet neslini nasıl temsil ettiğini de ele aldılar. Murat Ülker, Koç Ailesi'nin gelenekselliği ve Koç Holding’in değerlerinin Türk ekonomisindeki rolünü de vurgulayarak, Koç ailesinin Türk özel sektöründeki en büyük kapital gücü olduğunu ifade etti.

Murat Ülker'in Ali Koç ile olan röportajı şu şeklide:

1.  Bugün itibariyle Ali Koç’un Fenerbahçeli imajından memnun musun? Yoksa 2018’de başlayan Başkanlık sürecini “keşke hiç yaşamasaydım” dediğin oluyor mu? Futbolun bu kadar içine girdiğinize pişman mısın? Fenerbahçe Başkanlığı sana neler kattı, neye mal oldu?

Hayat, keşke diyecek kadar uzun değil. Fenerbahçe için yaptıklarımdan bir gün pişmanlık duymadım. Allah bana Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlık makamını nasip etti; bu makamda oturuyorsanız “keşke” değil “iyi ki” dersiniz.

Fenerbahçe Başkanı iseniz, zaten futbolun içine sonuna kadar girmek zorundasınız. Bu konuda pişmanlığım değil, üzgünlüğüm var. Üzgünüm; zira Türk futbol iklimi ne yazık ki hem daha kötüye gidiyor hem de kutuplaşan bir toplumun daha da kutuplaşmasına sebep oluyor.

Üzgünüm, çünkü Başkanlık dönemimde göz göre göre pervasızca Fenerbahçe’nin hakkı yendi. Türk futbolundaki adaletsizlik ve haksız rekabetin boyutu artık herkes için aşikar.

Fenerbahçe Başkanlığı bana hem pek çok şey kattı hem de pek çok şeye mal oldu, detayları bu röportaja sığmaz!

2. Bir süredir Fenerbahçe maçlarında görünmüyorsun, sözcü olarak da ortalarda yoksun. Bu yeni bir strateji mi, yoksa...?

Bu sezon tüm maçları izliyorum. Bazen işlerimin yoğunluğu sebebiyle katılamadığım maçlar oluyor, fakat bu sezon mümkün olduğunca içerideki ve dışarıdaki maçlara katılım sağlıyorum.

Artık bu sezon Acun Bey, futboldan sorumlu yönetici olarak sözcülüğümüzü üstlendi. Medya sektöründeki deneyimiyle bu anlamda bize oldukça faydalı oluyor ve daha çok onu görüyorsunuz. Yeri geldiği ve gerektiği zaman tabii ki ben de konuşacağım.

3. Fenerbahçe sizin başkanlığınız sırasında başta Basketbol olmak üzere sporun nerdeyse her dalında başarıdan başarıya koştu. Bu başarılar bize yetiyor mu? Amaç tabii futbolda şampiyonluk. Bu bir tür takıntımız mı? Yoksa bunu kaşıyan spor kamuoyu mu? Başarıyı sadece futbol ligi şampiyonluğu olarak mı görüyorlar?

Biz Fenerbahçe Spor Kulübü olarak, “Dünyanın en büyük spor kulübü” mottosunu kullanıyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz tüm branşlarda, olması gerektiği gibi, şampiyonluğu hedefliyor ve bunda da çoğu zaman muvaffak oluyoruz. Dünyada bizim kadar çok amatör branşı ve bu branşlarda istikrarlı bir şekilde üst düzey başarısı olan bir spor kulübü daha olduğunu düşünmüyorum.

Ülkemiz adına son üç olimpiyata en çok sporcu yollayan kulübüz.
Futbolda başarı olmadığı zaman ne yazık ki diğer branşlardaki başarımız yeterince değer görmüyor. Diğer bir deyişle, hiçbir branşta olmayan, olimpiyatlara çok sınırlı katkı sağlayan bir kulüp futbolda başarı sağladığı zaman çok başarılı kabul edilebiliyor. Kısacası, ülkemizde futbolda başarılı iseniz yeterli oluyor.

Aslında, futbolumuzdaki son 5 ve 10 sezon istatistiklerine baktığınız zaman Fenerbahçe gayet başarılı ve bu istatistiklere rağmen şampiyonluğu yoksa işte bu durum bahsettiğim haksız rekabetin diz boyu olduğu futbol iklimimizden kaynaklanıyor.

4. Daha önce de Fenerbahçe’de Yönetim Kurulu’nda yer aldınız ama   son 7 yıldır Avrupa’nın sayılı büyük kulüplerinden, büyük   bir tarihe sahip Fenerbahçe’nin başkanlığını yapıyorsunuz. Spor kulübü liderliği ile iş dünyası liderliği arasındaki büyük farklar ve benzerlikler nelerdir? Hangi alanda daha fazla duygusal zeka hangisinde ise stratejik akıl gerekiyor?

Spor Kulübü ve iş dünyası liderliği arasında pek çok benzerlik olduğu gibi siyah-beyaz kadar farklılıklar da vardır.

Futbol dünyası iş dünyasına nazaran çok daha dinamik ve günlük anlamda değişken. Bununla beraber ülke nüfusunun çoğunluğunun ilgi ve dolayısıyla takibinde olduğu için büyük taraftar kitlelerine sahip kulüplerin başkanları ve yöneticileri siyasette bile görülmeyen bir baskı altındadır.

Milyonlar ile ifade edilecek eşsiz bir taraftar gücüne sahip olmanın büyük avantajları olmakla beraber yanında çok büyük sorumluluklar barındırmaktadır. Yani şirketler sadece hissedarlarına hesap verirken bizler milyonlara hesap veriyoruz.

İstikrarlı ve sürdürülebilir başarı için her iki alanda da sağlam ve sağlıklı finansal yapıya sahip olmak ve efektif marka yönetimi bence en önemli benzerliklerdir.

Duygusal zeka bence son derece önemli ve değerli bir kişilik özelliğidir ve hayatın her alanında doğru kullanımı çok büyük fayda ve avantaj sağlar.

5. Kadın futbolu hakkında ne düşünüyorsunuz, planlarınız nelerdir? Türkiye’de futbol kulüplerinin daha iyi yönetilmesi mümkün mü? İşin felsefesi mi eksik, organizasyon mu bozuk, süreçler mi bozuk; ya da hepsi düzgün de sorun toplum mu?

UEFA’ya göre orta ve uzun vadede Avrupa futbolunda en büyük büyüme ve gelişim kadın futbolunda yaşanacak. Bu bağlamda, kadın futboluna yatırım ve taraftar ilgisi olağanüstü bir şekilde arttı. Ancak bu alanda en gelişmiş ülkelerde bile hala ekonomisi zayıf.

Ülkemizde de kadın futbolunun ufak ufak gelişmesi çok sevindirici.
Türkiye’deki kulüplerin iyi yönetilmediği aşikar, daha iyi yönetilmesi ise son derece mümkün. Ancak, bunun gerçekleşmesi için tüm ekosistemin ve paydaşlarının topyekün değişmesi ve gelişmesi gerekir. Mevcut sistemin tüm kademelerindeki çarpıklıkları ne yazık ki herkesi son derece olumsuz etkiliyor.

Türkiye’de kulüplerin daha iyi yönetilmesi konusunda ise meseleyi sadece kulüpler olarak değerlendirmek bize hata yaptırır. Ülkemizde topyekün bir spor yapılanması yapmak gerektiği kanaatindeyim, liyakat bu anlamda parolamız olmalı. Bağımsız Federasyonlar, bağımsız yöneticiler ve en önemlisi sporun içinden gelen kişilerin görevlendirilmesi ve sabırla istenilen kurumsal seviyelere ulaşılabilmesi hedeflenmeli. Bu hedefe ulaşmak için devletimizin de işin içinde olacağı 10 yıllık bir yol haritası belirlenmeli ve sabırla uygulanmalı.

6. 2018’de ilk kez başkanlık koltuğuna oturduğunda geleneksel Fenerbahçe değerleri ile çağın gerektirdiği yeni yönetim değerleri arasında bocalama yaşadın mı?  Bir yandan kulübün kültürel mirasını korurken uygulamak istediğin yenilikçi yaklaşımlar konusunda nasıl denge kurdun? Bu konuda hangi liderlik becerileri öne çıktı?

Fenerbahçe’nin değerleri son derece çağdaş ve ileri görüşlüdür. Dolayısıyla çağın gerektirdiği yeni yönetim değerleri ile çelişki yaratacak bir durum söz konusu değildir.

Kulübümüzün kültürel mirasını korumak her Fenerbahçelinin görevi ve sorumluluğudur. Mirasımızı korumak yenilikçi yaklaşımların uygulanmasına bir mani değildir. Zaten en beğendiğim mottolardan biri “geçmişine sahip çıkmayanlar geleceğini de risk ederler”.

7. Futbol kulüplerinin gelirleri ile giderleri arasında büyük farklar var. İnanılmaz derecede hesapsız kitapsız borçlanma var. Normal bir işletme böyle borçlansa iki güne batar. Siz bu mali disiplini nasıl sağladınız? Zor oldu mu? Bu konuda tüm kulüpler için yapılması gerekenler nelerdir?

Mevcut durumda, Fenerbahçe’nin futbol operasyonlarının gelir gider dengesi aslında çok sağlıksız değildir. Faaliyet karı seviyesinde kesinlikle denge vardır. Fakat, geçmişten gelen ağır finansal borçların yarattığı faiz yükü eklenince vergi öncesi kar seviyesinde büyük zararlar söz konusudur.

Sağ olsun devletimiz kulüplerimize yardımcı olmak için muhtelif bankaların içinde bulunduğu bir borç yapılanmasına öncülük etti. Bu anlaşmaya göre her gelirimizin %50’si bankalara gidiyor ve takdir edersiniz ki kulüplerin günlük ihtiyaçlarını karşılaması ve sezon boyunca taahhütlerini yerine getirmesi çok daha güçleşti. Bu yapılanmaya göre de %50 faiz ödüyoruz ki, bunu sürdürebilmek çok zor.

Evet, geçmişte çok hesapsız kitapsız borçlanmalar yapılmış, buna ilgili merciler de müsaade etmiş. Bu duruma zamanında müsaade edilmeseydi süreç hiç bu noktaya gelmezdi. Yani sadece kulüpler sorumlu değil. Bugün çok daha net ve keskin kurallar ve süreçler var. Biz kulüp olarak daha disiplinli davranıyoruz, davranmak durumundayız. Çok zor oldu, olmaya da devam ediyor.

Ancak unutulmaması gereken önemli bir unsur da son 6 yılda futbol ekonomisini derinden ve olumsuz bir şekilde etkileyen yayın gelirlerinin 500 milyon dolardan 96 milyon dolara düşmesi, TL’nin durumu, faizlerin artması, verginin %15’ten %40’a çıkması, Spor Toto gelirlerinin olağanüstü düşmesi ve pandemi kulüplerin kontrolü dışında gelişen unsurlardır. Bu etkenler kesinlikle göz ardı edilmemeli.

8. Takıma teknik direktör seçmekle şirkete CEO seçmek aynı şey mi? Ya da iş yerine çalışan seçmekle takıma oyuncu seçmek aynı mı? Nedir bu seçimleri yaparken temel ilkeleriniz?

Tabii ki değil, hatta çok, çok farklı. Aradaki farklar saymakla bitmez, dolayısıyla burada detaylarına girmeyeceğim.

Teknik Direktör ve takıma oyuncu seçmek süreçlerinde çok daha fazla data ve istatistik ve görsel analizler kullanılıyor.

Gelelim şimdi Aile konusuna...

9. Koç Ailesi birbirine oldukça bağlı ve bence tam bir Anadolu ailesi, siz bu konuda Vehbi Bey’in değerlerini korumaya özen gösteriyorsunuz. Yeni kuşakların bu değerlere bağlılığı konusunda sorunlar yaşıyor musunuz, tavsiyeleriniz nelerdir?

Biz, evet, sizin de söylediğiniz gibi birbirine ve geleneklerine bağlı olarak yaşamaya devam eden bir aileyiz. Dünya değişiyor, dünya değiştikçe insanlar da değişiyor. Değişim hepimiz için kaçınılmaz bir unsur fakat değişirken kültürel ve geleneksel erozyona uğramamak hepimiz için temel ilkeler olmalı. Yeni kuşak elindeki bir telefonla, tabletle ya da bilgisayar aracılığıyla tüm dünya kültürlerini tanıma imkanına sahip. Bu büyük bir zenginlik olduğu kadar kontrol edilmediği takdirde kişiyi kendi kültüründen uzaklaştırması mümkün olan bir tehlike.

Kültürel zenginlik insan gelişimi için sınırsız bir kaynak. Bunun avantajlı yönleri olduğu kadar dezavantajları da var. Bir defa unutmamamız gereken en temel ilkeler vatanını, milletini ve bayrağını sıkı sıkı korumak, sahiplenmek.

Kendinize bir yol gösterici arıyorsanız o yolu Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden giderek bulabilirsiniz. Umudunuzu kaybetmeyin ve kendinizi geliştirin. Özel yeteneklerinizi keşfedin yeni şeyler denemekten korkmayın, başarısız olmanın öğrenme sürecinin bir parçası olduğunu unutmayın.

10. Atlantik’i geçerken babanız Rahmi Bey’in yanında olmayı istediniz, aklınız onda kalacağına risk almayı seçtiniz. 21 günlük bu süreci hatırladığında, 21 gün sana uzun gelmedi mi? Ben sizden yıllar sonra 9 günde geçtim, bu sürede bile zorlandım. Ama çok eğlenceli olmasa bile öğretici idi. Siz bu süreçte neler öğrendiniz.

Ben bu seyahate niye gittim? Bir daha git deseniz gitmem. Bir süre sonra balinalar bile sıkıcı geliyor. Ben Babama çok düşkündüm, hala da öyle. O zaman iletişim şimdi olduğu gibi değil telefon yok bir şey yok. 21 gün denizde ne oluyor, nasıl oluyor haber alamıyorsun. Dedim ya ben burada kalıp merak edeceğim ya da yanında olup ne yaşayacaksak beraber yaşayacağız. Aklımın babamda kalmasındansa onunla birlikte olmayı tercih ettim. Benim için son derece ilginç ve güzel bir tecrübe olmuştu o seyahat.

Bu seyahatte özellikle disiplinli olmayı öğrendik. Teknedeki herkesin bir vazifesi ve bu vazifeleri yerine getirmenin belli saatleri vardı. Ancak öğrendiğim en önemli şey; denizle şaka olmayacağı!

İş Hayatınız ve Koç Holding hakkında konuşacak olursak

11. Koç grubu oldukça kurumsal yönetilen bir holding ve yine kurumsal yönetilen şirketlerden oluşuyor. Hem Holding’de başkan vekili olarak çalışıyor, hem de birçok koç şirketinde yönetim kurulu üyesi olarak bulunuyorsun. Fenerbahçe Başkanlığı ile zaman kullanımın değişti mi? Zaman yönetimini nasıl yapmaya başladın, daha fazla mı delege ediyorsun, aklın arkada kalıyor mu?

2018’de göreve geldiğimde önceliğim Fenerbahçe idi, Holding şirketlerindeki görevlerime daha az zaman ayırıyordum ve zaman içinde bunu dengeleyeceğimi düşünmüştüm. Geldiğimiz nokta itibarı ile Fenerbahçe ve hala sorumlu olduğum şirketlere aşağı yukarı aynı zamanı ayırabiliyorum.
Aile olarak 2006 yılında aldığımız bir karar neticesinde tüm aile fertleri günlük işlerden çekildik ve yönetim kurulları seviyesinde görevler aldık. Yönetim kurulu başkanlığını yaptığımız şirketler birinci derecede, yönetim kurulu üyesi olduğumuz şirketler ise ikinci derecede sorumluluklarımızdır. Bu doğrultuda, ben kendi işlerimizdeki sorumlulukları yerine getirecek zamanı kulübe rağmen ayırabiliyorum.

Zaman yönetimindeki en önemli fark, gece geç vakitlere kadar çalışmak zorunda kalmamız. Neticede, en büyük zaman fedakarlığını ailemden ve özel hayatımdan yapmak durumundayım.

12. Gün içinde “iyi olma” halinize katkı sağlayacak, iş ve özel hayatını dengede tutmana destek olacak “kısa bir mola” diyebileceğiniz kendine özel anlar yaratabiliyor musun?

Bunun için çok fazla vaktim olmuyor açıkçası. Ailemle birlikte geçirdiğim zamanlar bana en iyi gelen, beni motive eden zamanlar oluyor.
İyi olma halime en büyük katkı sağlayacak unsur ailemle harcayabileceğim kaliteli zaman.

Milli maç araları ise gerek özel gerekse iş seyahatlerimi yapabilmek açısından en büyük fırsat benim için. Gün içerisinde ise bir yerden bir yere giderken trafikte 15 – 20 dakikalık uykular faydalı oluyor.

13. İş yerinde genç yaşlı ayrımına gerçekten inanıyor musun? Bu yeni döneme ve değişime gençlerin hazırlanması konusunda neler düşünüyorsunuz? Ya da yaşlıların onlarla çalışırken dikkat etmeleri gereken konular var mı? Neden? Bu kesimler orta veya uzun vadede vakitlerini en çok neye harcamalılar? Kendileri için yatırım yapabilecekleri en önemli konular/ yetkinlikler neler olmalı? Çalışanlarınızı nasıl hazırlıyorsunuz yeni döneme?

Jenerasyon konusu hep tartışılıyor. Her dönemde yeni bir jenerasyon geliyor, Baby boomer’lar, x’ler, y’ler, z’ler… Şu anda mesela odak Z jenerasyonunda. 2012 ile birlikte Alfalar geldi. 2025’te Beta’lar gelecek. Jenerasyon konusu her seferinde çözülmesi gereken bir problem gibi aksettiriliyor. Biz Koç Topluluğunda konuya böyle bakmıyoruz. Bugün her 5 çalışma arkadaşımızın 4’ü Y ve Z kuşağından.

Farklı nesiller iş yaşamına, teknolojiye, hayata uyum sağlama noktasında elbette ayrışabiliyor. Jenerasyonların farklı beklentileri olması hayatın olağan akışıyla uyumlu. Önemli olan bu beklentilere nasıl cevap verdiğiniz, burada sorumluluk işverende. Şimdiki gençlerin iş hayatından beklentileri bizden çok farklı. Genç arkadaşlarımız çok yetenekliler, öğrenmeye çok açıklar, teknolojinin kalbinde doğup büyümüş bizden çok farklı bir nesille karşı karşıyayız.

Bizim jenerasyonumuzda, bir işe girip, o işi iyi öğrenip o alanda önce uzmanlaşmayı ve sonra o işin yöneticisi olmayı beklerdik. Daha sebatkar bir nesil olduğumuzu söyleyebilirim. Onlar aynı yerde uzun süre çalışmak istemiyor, önce bir yerde başlayıp, sonra başka bir yerde farklı tecrübeler edinmeyi, bir süre sonra yine yer değiştirmeyi ve farklı görevlerde bulunmayı istiyor.

Her şeyin bu kadar hızlı olduğu, değişim ve dönüşümün her geçen gün arttığı bir dünyaya gözlerini açan bir nesilden söz ediyoruz, bu açıdan ben onları haklı buluyorum. Gençlerin ihtiyaç ve beklentilerini doğru anlamak, onlara gerekli imkan ve fırsatları yaratmak kurumların ve liderlerin her zaman ana odak alanlarından biri olmalı.

Diğer bir konu değişen dünyaya uyum sağlamak. Bu konu genç yaşlı ayrımından bağımsız herkes için geçerli. Otomasyon, yapay zeka ve dijital teknolojilerle birlikte, yaptığımız işlerin içerikleri, çalışma şekillerimizi değiştiriyor. Bu aslında yeni bir durum da değil.

Teknolojik değişim iş hayatını her zaman dönüştürdü, insanlar işsiz kalmadı. Yeni beceriler kazandı. Hatırlarsınız 90’larda bankacılık sektöründe ATM’lerin yaygınlaşması ile birlikte tüm tahminler banka şubelerinde çalışanlara gerek kalmayacağı, makinelerin insanların yerini alacağı yönündeydi. Ama ne oldu, beklentinin aksine gişe görevlileri müşteri temsilcilerine dönüştü; işlerinin yapısı ve içeriği değişti. Manuel, operasyonel aktiviteler yerini daha katma değerli işlere bıraktı. Dolayısıyla teknolojideki yıkıcı dönüşümlerin en önemli etkisini istihdam olarak görüyorum. Gelecekte bazı işler tamamen yok olurken, yepyeni rol ve beceriler hayatımıza girecek. Araştırmalar bunu söylüyor.

Hal böyleyken “sürekli öğrenme” kültürünü benimsemek kritik. Çalışma arkadaşlarımızın yeni yetkinlikler kazanmak için kendilerini sürekli geliştirmesi gerekiyor. Eğitim her şeyden önce insanda bitiyor. Bu noktada şirketlere ve liderlere de önemli bir sorumluluk düşüyor. Çalışma arkadaşlarımızı bugünden nasıl geliştirebiliriz, hangi eğitimleri vermeliyiz, ne gibi projelerde yer almalılar? Bu sorulara hazırlıklı olmak ve bunun planlarını ortaya çıkarmak gerekiyor. Koç Topluluğu’nda iş gücü dönüşümünü son 5 yıldır çok ciddi bir şekilde ele alıyoruz.

Gençlerin beklentileriyle uyumlu imkan ve fırsatlar yaratmanın, yaşından ve tecrübesinden bağımsız herkesin fikirlerini dile getirebildiği özgür bir iş ortamı oluşturmanın kurumların ve liderlerin sorumluluğunda olduğundan bahsetmiştim.

Bununla birlikte kuşakların birbiriyle uyumlanarak bir harmoni içerisinde çalışabilecekleri iş ortamını sağlamak da gerekiyor.

Merhum Vehbi Koç’un sevdiğim bir sözü vardır: “Başarı başkalarının geçirdiği tecrübelerden yararlanmaktır” der. Gerçekten de bu böyle. Şirketlerin başarısında geçmişteki tecrübelerin değeri başka bir şeyle mukayese edilemez.

Yılların getirdiği bilgi birikimi, geçmişte birçok kriz ve sorunla başa çıkmış olmak, süreçlere hakimiyet, önemli iş bağlantıları, daha çok sayabilirim.

Dolayısıyla buradaki deneyimi ve bilgi birikimini genç nesillere aktarmak, onlara birer rehber olmak açısından tecrübeli arkadaşlarımızın organizasyonda önemli bir yeri var.

14. Yönetim Kurulundan ne fayda görüyorsunuz? Tek başınıza olsan neleri değiştirirdin? Yönetim Kurulu performansı nasıl ölçülmeli?

Yönetim Kurulu var, yönetim kurulu var! Batıda özellikle Amerika’da yönetim kurullarının oluşumu ve işleyişi şirketlerin başarısında büyük rol oynar. Bazı kültürlerde ise yönetim kurulları sembolik oluşturulur, sembolik toplanırlar ve pek fazla katkıları olmaz. Aslında, yönetim kurullarının oluşum şekli ve işleyiş tarzı biraz şirketin gerçek anlamda ne kadar kurumsallaştığına bir işarettir.

Dolayısıyla, bazı yerlerde yönetim kurulları büyük katma değer yaratır, bir başka yerde ise hiçbir etkisi olmayabilir. Yönetim kurulu performans ölçümü hiç de kolay değildir. Buradaki temel gösterge şirketin genel başarısıdır.

15. Sence başarılı ve başarısız şirket nedir? Bu şirketlerin en göze çarpan özellikleri nelerdir?

Başarılı bir şirket olmak, topluma fayda sağlamayı hedefleyen bir vizyonla başlar. Bu vizyon, yalnızca şirketin hedeflerini değil, aynı zamanda çalışanların ve paydaşların çıkarlarını da gözetmeli. Değişime ve dönüşüme açık, dinamik bir yapıya sahip olmak da gerekiyor. Geçmişte inovasyonlara ayak uyduramayan ve değişime direnç gösteren birçok şirketin bugün operasyonlarına son verdiğini görüyoruz.

Tüm paydaşların aynı çatı altında birleşmesi ve bu vizyona yönelmesi için güçlü bir şirket kültürü en önemli anahtar. Bu noktada, şirket liderlerine büyük bir sorumluluk düşüyor; paydaşları yönlendiren ve ilham veren liderler, bu kültürün oluşması ve taşınmasında kritik bir rol oynuyor.
Ancak, başarı için bir kişinin hedefin peşinden koşması yeterli değil. Başarı, ekip olarak kişilerin birlikte çalışmasıyla kazanılır. Bunu mümkün kılan en önemli faktörün ise, oluşturulan bu vizyon ve kültürü içselleştirmiş, iletişim kurabilen, bağlı ve motive çalışanlar olduğuna inanıyorum.

16. İyi bir lider ve iyi bir çalışan olmak konusunda hemen hayata geçirilebilecek üçer tavsiye vermek istesen bunlar neler olurdu?

İster lider ister çalışan olsun; önemli olan, unvanlardan bağımsız iyi insan olmak, adil olmak, merhametli olmak, kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmamak benim için her şeyin başında geliyor.
“İyi insan olmak” söylemesi kolay olsa da içi değerler ile buluşmadığı sürece çok da anlam ifade etmiyor.

Bu sebeple kişilerin hayattaki duruşları, taşıdıkları değerler ve bu değerleri davranışlarına nasıl yansıttıkları çok önemli.

İş hayatında bana göre başarıyı getirecek en önemli tavsiyelerden birisi çok çalışmak ve her durumda elinden gelenin en iyisini yapmak.
Liderlere tavsiye konusuna gelecek olursak, bir lider güvenilir ve etkili olmak için ilk olarak şeffaf olmalı. Şeffaflık, güveni getirir.
Ekibine karşı açık iletişim kurmalı, onlara net ve dürüst bir şekilde yaklaşmalı.

Liderler kendilerini sürekli geliştirmek için çaba sarf etmeli. Rahata alışmak, kendini geliştirmemek, yenilememek; özetle konfor alanını korumaya çalışmak kültürü şirketler için uzun vadede büyük risk oluşturur.
Ve son olarak, adaleti asla göz ardı etmeyin. Kararlarınızda adil olun, herkese eşit mesafede durun. Her durumda adil davranan bir lider, ekibin güvenini kazanır ve bu güven, uzun vadede hem lideri, hem ekibi hem de içinde bulundukları kurumu güçlendirir.

Bir çalışan olarak, sadece işi iyi yapmak yetmez. İyi bir çalışan, özgüveni, yaptığı işe olan tutkusu ve sahip olduğu ilkelerle öne çıkar.

Benim için en güvenilir çalışan, sadece verilen görevi yerine getiren değil, işine bir anlam katan, ilkelerine ve prensiplerine bağlı kalan kişidir.
Özgüvenin burada rolü büyük. Çalışma arkadaşlarımız fikirlerini cesurca ifade edebilmeli, gerektiğinde beni eleştirmeli. Bu iş hayatında çok kıymetli bir özellik çünkü ancak kendine güvenen biri, daha iyisi için yapıcı bir eleştiri sunabilir. Ve işini tutkuyla yapan biri ancak daha iyisi için eleştirir. İşini severek yaptığında, işinizi sadece görev olarak değil, bir değer olarak görmeye başlarsınız.

17. Liderlik tarzın hangisi: Otokratik mi (ben söylerim onlar yapar), bürokratik mi (yönetmelik böyle diyor), diplomatik mi (görüş alırım ama kafama yatanı yaparım), demokratik mi (görüş alır, ortak akla saygı gösteririm)?

Liderlik, günümüz dünyasında sıkça konuşulan, üzerine çokça düşünülmesi gereken bir kavram. Ancak liderliği kesin çizgilerle sınırlı tanımlar üzerinden değerlendirmek yerine, her birimizin kendi deneyimleriyle oluşturduğu özgün bir yaklaşım olarak ele almayı daha doğru buluyorum.

Benim liderlik anlayışımda karar mekanizması asla tek bir kişiye bağlı değil. Eleştiri ve beğeni arasında dengeli bir ilişki kurmak çok önemli.
Benim liderlik tarzımda eleştirmek, sorgulamak her zaman var, ama benimle aynı fikirde olmayan çalışma arkadaşlarımın yeri geldiğinde benim fikirlerimle ilgili olumsuz geri bildirim vermesini, beni eleştirmesini de isterim ve önemserim. Bu şekilde davranan arkadaşlar ile daha rahat çalışırım.

Her seviyeden herkesin görüşlerini özgürce ifade edebilmesi bizi başarıya götürür. Bu yüzden, çalışma arkadaşlarımı cesurca fikirlerini paylaşmaya, eleştirmeye teşvik ediyorum. Ülke kültürümüzde bu yaklaşım çok benimsenmese de teşvik etmeye çalışıyoruz.

Bu değerler etrafında şekillenen bir ekiple çalışmayı tercih ediyorum. Ben de bu sebeple, çalışma arkadaşlarımı iyi tanımaya, anlamaya, onlarla sadakat ve güven üzerine bir ilişki tesis etmeye özen gösteriyorum.

“Fedakarlık ve özveri” de benim için büyük anlam taşıyan kavramlar. İlkelerine sadık, kendini sürekli geliştiren, kurumuna bağlı olan insanlarla çalışmak her zaman daha keyifli oluyor.

Ben de bu yüzden ekip olarak ortak kararları alabildiğimiz, herkesin inisiyatif alabildiği, farklı görüşlerin özgürce ifade edilebildiği, iş birliğine açık, adil, şeffaf ve samimi bir ortam yaratmayı destekleyen bir liderlik tarzını benimsemeye çalışıyorum.

18. İş ortamında eleştiriye hoşgörülü müsün? Yoksa ...?

Günümüz iş dünyasında, özgüven sahibi kişilerle çalışmanın ve onların fikirlerini dinlemenin önemi büyük. Az önce belirttiğim gibi; benim eleştiren, sorgulayan bir tarafım var, ama çalışma arkadaşlarımın da yeri geldiğinde benim fikirlerimle ilgili olumsuz geri bildirim verebilmesini isterim ve bu konuda onları cesaretlendirmeye özen gösteririm. Cesur, eldivensizce, şeffaf konuşan insanlar ile çalışmak çok daha kolay benim için.

19. Teknoloji ve dijital dönüşümün yani dijitoloji ve inovasyonun iş dünyasındaki artan rolü hakkında ne düşünüyorsun? Son geldiğimiz nokta yapay zekâ teknolojilerinin tüm iş yapış biçimlerini etkilemesi oldu. Koç Holding’in bu konudaki vizyonu nedir? Teknolojinin değişik alanlarına yaptığınız yatırımlar, elektrikli araç ve pil konusundaki yatırımlarınız ve bu yatırımların geleceği konusunda biraz bilgi verebilir misin? Bu konuda son olarak da şunu sorayım: Türkiye’de teknoloji ve inovasyon konusunda treni kaçırdı mı? Yoksa hala şansımız var mı?

Dijital dönüşüm ve inovasyon konularındaki vizyonumuz, teknolojiyi iş yapış biçimimizin merkezine yerleştirerek sürdürülebilir büyümeyi sağlamak üzerine kurulu. İş dünyası, son yıllarda teknoloji ve dijitalleşmenin etkisiyle büyük bir değişim geçiriyor. Yapay zeka teknolojileri, bu dönüşümün en önemli unsurlarında biri haline gelmiş durumda ve Koç Holding olarak bizler, bu alanda öncü rol üstlenmeyi hedefliyoruz.

Teknoloji yatırımlarımız, sadece bugünün değil, geleceğin de ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde planlanıyor. Elektrikli araçlar ve pil teknolojileri gibi yenilikçi alanlara yaptığımız yatırımlar, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerimize ulaşmamıza yardımcı olurken aynı zamanda ülkemizin ekonomik kalkınmasına da katkıda bulunuyor. Bu yatırımlar sayesinde Türkiye'nin enerji bağımsızlığına katkıda bulunarak karbon ayak izimizi azaltmayı amaçlıyoruz.

Dijitalleşme stratejilerimiz kapsamında, sanayi 4.0 uygulamalarından bulut bilişim çözümlerine kadar geniş bir yelpazede projeler yürütüyoruz. Ayrıca start-up ekosistemini destekleyerek yenilikçi fikirlerin hayata geçmesine olanak tanıyoruz. İnovasyon kültürünü organizasyonumuzun her seviyesine entegre ederek çalışanlarımızın yaratıcı düşünmesini teşvik ediyoruz.

Türkiye’nin teknoloji ve inovasyon konusunda hala büyük bir potansiyeli olduğuna inanıyorum. Genç nüfusumuzun dinamizmi ve girişimcilik ruhu sayesinde bu alanda önemli atılımlar yapabiliriz. Ancak bunun için kamu ve özel sektörün ortak çalışması gerekir. Ek olarak; eğitim sisteminin güçlendirilmesi, Ar-Ge yatırımlarının artırılması ve inovatif girişimlerin desteklenmesi gerekir.

Sonuç olarak, Koç Topluluğu’nda bizler, dijital dönüşümde lider olma yolunda, ülkemizin global rekabet gücünü artıracak projelere imza atıyoruz. Teknoloji trenini hala yakalayabiliriz; hala büyüyen fırsatlarla dolu bir dünyada doğru stratejilerle güçlü bir konum elde etme şansımız var tabii ki.

20. Çocuklarına iş dünyası veya hayat hakkında vermek istediğin en önemli tavsiye nedir?

Ben çocuklarıma tek bir konuda telkinde bulunuyorum; o da iyi insan olmaları ve iyi insan olmaları için gösterdiğim tek yol “kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkalarına yapmayın”.

Bunun dışında her aile gibi biz de aramızda pek çok konuyu değerlendiriyor, tartışıyor, istişare ediyoruz. Yeri geliyor onlar bize yol gösterici oluyorlar, yeri geliyor biz onlara…

21. Bugüne kadar Koç Holding içinde olduğunuz ya da olmadığınız birçok sosyal sorumluluk projesi yaptı. Seni en fazla etkileyen ve ilham veren hangisi oldu?

Biz Koç Holding olarak; ülkemiz ile neredeyse yaşıt, 2026 yılında 100’üncü yaşını kutlayacak olan bir Cumhuriyet kurumuyuz. Bu zamana kadar Vehbi Koç Vakfımız ile pek çok kurum ve kuruluşla eğitimden kültür sanata, sağlığa kadar birçok alanda toplumsal çalışmalar yaptık. Her birinin kendi alanında değerinin ve etkisinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Vehbi Bey’in “Ülkem ve Devletim var oldukça ben de varım” şirket anayasası doğrultusunda, her dönem sosyal sorumluluk projelerimiz en ön planda olmuştur. Bu yüzdendir ki Türkiye’nin ilk özel vakfı, Vehbi Koç Vakfı’dır.
Ancak tabii ülke olarak Şubat 2023’te yaşadığımız büyük deprem felaketine ayrı bir başlık olarak bakmak gerekir.

Koç Topluluğu olarak, depremin ilk gününden itibaren halkımızın yanında olduk ve hala olmaya devam ediyoruz. İnsan gücümüzü, tedarik ve lojistik imkanlarımızı devreye sokarak AFAD ile iş birliği içerisinde Adıyaman, İskenderun, Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya’da toplam 5 bin konteynerden oluşan ve 20 bin kişinin yaşadığı Umut Kentleri kurduk. Bu alanların sadece barınma değil, eğitim, kültür, sanat ve spor gibi sosyal ihtiyaçlara da cevap vermesine özen gösterdik. Hem Topluluğumuzun büyük bir sinerji içerisinde bu projeyi hayata geçirmiş olması, hem de tüm sosyal donatılarıyla hayatın her alanını destekliyor olması nedeniyle bu projemizin özel bir yeri olduğuna inanıyorum.

22. Sürdürülebilirlik iş dünyasının önemli gündemi. Global pazarlarda rekabet eden markaları, şirketleri olan Koç Holding’in bu konuda önemli önlemler aldığını, projeler uyguladığını biliyoruz. Bu kaçınılmaz. Ben size Ali Koç olarak soruyorum: İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bu kadar “açık ve yakın” tehlike olduğuna inanıyor musun? Fosil yakıt tüketiminin azaltılması, karbon monoksitin azaltılması gibi önlemlerle küresel ısınmanın önüne geçilmesi konusu ne kadar ilintili? Bildiğiniz gibi çok farklı görüşler var bilim adamları arasında...

BM’nin Ekim ayında yayımladığı Emisyon Açığı Raporu, mevcut politika ve taahhütler uygulansa bile yüzyılın sonuna kadar küresel ısınmayı 1,5 dereceyle sınırlı tutma hedefinin giderek ulaşılabilir olmaktan çıktığını gösteriyor. Bunun ekonomiler, ekosistemler ve toplumlar üzerinde yıkıcı etkileri olabilir, bu nedenle konunun tüm paydaşlarının harekete geçmesi önemli.

İklim değişikliği ve küresel ısınmanın söylendiği kadar yakın olmasa da çok açık bir tehdit olduğunu düşünüyorum.

Elimizdeki mevcut imkanlar, teknoloji ve alternatif kaynakların öngörülebilir bir zaman çerçevesinde fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı sonlandıracağını hiç düşünmüyorum. Bununla beraber, gidişat kesinlikle iç açıcı değil ve çok uzun vadeli perspektif ile bu sorunların ele alınması gerekir, ancak unutmayalım ki siyaset hep çok daha kısa vadeli hedefler etrafında dönüyor.

23. Şu anda Türkiye ekonomisinin mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Zorlukları aşıyor muyuz? Daha fazla neler yapılabilir?

2023 yılındaki çifte seçimler sonrasında iş başına gelen Sayın Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetimi, öncelikle uygulanmakta olan ekonomi politikasını, kendi deyimleriyle, daha rasyonel bir zemine oturtmayı hedefledi. Önceki dönemdeki alışılagelmemiş ve öngörülebilirliği çok düşük politikalar yerine, daha geleneksel, rasyonel ve öngörülebilir bir ekonomi politikası çerçevesi benimsendi.

2024 yılında ise ekonomi yönetiminin temel hedefi, çok kuvvetli seyreden iç talebi kontrol altına alarak, enflasyonu düşürmek oldu. Bunun için Merkez Bankası bir yandan faizleri artırırken, diğer yandan kredi büyümesine sınırlamalar getirdi. Daha sıkı para ve kredi politikalarını desteklemek için TL’nin reel bazda değerlenmesine izin verildi. Böylece kurlardaki sert artışların enflasyon üzerindeki olumsuz etkisi azaltılmaya çalışıldı.
Bunlar kadar sıkı olmasa da kamu maliyesinde de daha disiplinli bir yaklaşım benimsenmeye çalışıldığını görüyoruz. Tüm bunların neticesinde Mayıs’ta %75’i aşan yıllık enflasyon, Ekim’de %48’e kadar geriledi.

Enflasyondaki düşüşün kademeli bir şekilde önümüzdeki yıllarda da devam etmesi hedefleniyor. Enflasyondaki gerilemenin nispeten yavaş olmasının nedeni, Hükümet’in büyümeden çok fazla feragat etmek istememesi olarak açıklanıyor. Enflasyonla büyüme arasındaki bu hassas denge tutturulabilirse, bir başka deyişle ekonomide yumuşak inişi başarabilirsek, 2026’dan itibaren Türkiye’nin yeni bir büyüme hamlesine başlamak için uygun bir zeminde olacağını düşünüyorum.

Doğru politikaları sürdürebilir ve sabır gösterebilirsek bu zorlukları tabii ki aşacak her türlü potansiyele sahibiz, yeter ki kendi kalemize gol atmayalım.
Bana göre Türkiye’mizin müthiş bir ekonomik potansiyeli var, bu potansiyele göre ülkemize çektiğimiz yabancı yatırım seviyesi hak ettiğimizin çok çok altında. Bunun en büyük sebebi hukuk sistemimiz ve öngörülebilirliğin düşük olması. Yer altı zenginliğimizin eksikliği ve tasarruf oranımızın düşüklüğü sebebiyle yabancı yatırımcıya çok ihtiyacımız olduğu hepimizin bildiği bir gerçek.

Dünyada müthiş bir likidite var ve bu para gidecek güvenli limanlar arıyor. Biz de ülke olarak yatırımcı nezdinde güvenli bir liman olarak kendimizi pozisyonlamak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.

24. Koç Holding gibi büyük bir şirketler grubunu yönetirken ekonomideki dalgalanmalara (kur, enflasyon, yüksek faiz) karşı nasıl stratejiler uyguluyorsunuz?

Ekonomideki dalgalanmalara ülke olarak çok alışığız. Biz de Topluluk olarak yıllardır kazandığımız deneyimleri işlerimizi ve bilanço yapımızı sağlam tutma konusunda kullanıyoruz. Zorlukların arttığı dönemlerde nakit akışlarının yönetimi çok önemli. Her zaman söylendiği gibi, bir şirketi borç batırmaz ama nakit kıtlığı batırır.

Bunun yanı sıra, risk yönetimi de bizim iş kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Risk yönetimini hem finansal riskler hem de bilanço çeşitlendirmesi olarak ayırmak lazım. Farklı dinamikleri olan farklı sektörlere yatırım yapmak, yurtiçi-yurtdışı gelir dengesini her daim gözetmek, işlerimizin coğrafi dağılımı global konjonktürü de doğru okuyarak sürekli takip etmek çok önemli.

Ancak, dönemin şartları ne olursa olsun biz her daim ülke ekonomisine güvenmeye devam ediyor ve uzun vadeli bir bakış açısı ile yatırımlarımızı yönlendiriyoruz.

25. Dünya ekonomisi pandemi, dijitalleşme ve Çin-ABD arasındaki küresel ticaret savaşları gibi büyük dönüşümleri hala yaşıyor. Sence bu dönüşümler Koç Holding için hangi fırsatları ve riskleri barındırıyor?

Soğuk savaş sonrasında kurulan uluslararası liberal ekonomik düzen son yıllarda darbe üstüne darbe aldı. Pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı, teknoloji ve ticaret savaşları ve son olarak Gazze’de yaşanan insani dram, birçok ülkenin daha korumacı ve devlet müdahalesine imkan veren politikalar uygulamasına neden oldu. Küreselleşme belki bitmedi ama önemli ölçüde şekil değiştirdi.

Türkiye olarak bu dinamikleri çok iyi okumamız gerekiyor. Coğrafi konumumuz, AB ile mevcut gümrük birliği anlaşmamız, sağlam alt ve üst yapılarımız, çeşitlendirilmiş ve dinamik üretim kapasitemiz ve son yıllarda yaşlanmaya başlasa da hala genç nüfusumuz bizim için çok büyük bir potansiyel sunuyor.

Yeniden şekillenen uluslararası tedarik zincirleri ve küreselleşmenin en büyük kazananlarından bir tanesi Türkiye olabilir. Son 1,5 yıldır ekonomide yeni bir denge tesis edilme çabalarının tavizsiz bir şekilde sürdürülmesi durumunda, önümüzdeki seneden itibaren Türkiye’nin yeniden doğrudan yabancı yatırım çekebilen bir ülke olmaması için hiçbir neden yok.

26. Türkiye’nin küresel ekonomide daha rekabetçi hale gelmesi için hangi alanlara öncelik vermesi gerekir?

Şu anda ABD ve Çin arasında çok büyük bir teknoloji savaşı yaşanıyor. Rusya ve Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere hiçbir ülke ABD ve Çin’in teknoloji alanındaki giderek artan hakimiyetine cevap veremiyor. Türkiye olarak bizim en büyük önceliğimizin, devrimsel nitelikteki teknolojik gelişmeleri takip etmek ve bunları hızla ülkemizde yaygınlaştırmak olmalı. Bunun için devletin kendi yatırımlarından çok, hevesli ve yetenekli gençlerimizin fikirlerini gerçeğe dönüştürmesine imkan verecek start-up kültürünü geliştirici adımlar atması çok önemli.

Bir diğer önemli konu, son yıllarda özellikle bilgi teknolojileri ve mühendislik alanında eğitim almış gençlerimizin yurtdışına gitmeleri. Onların burada kalmalarını sağlayacak imkanları sunabilmemiz lazım.

27. Dünya ekonomisinde en çok dikkatini çeken ve gelecekte etki yaratacağını düşündüğün küresel ekonomi trendleri neler? Bunların niçin etkili olacağını düşünüyorsunuz?

Veriye dayalı değer yaratımı son yıllarda giderek önemini artırıyor. Veriyi toplama, bunları kullanılabilir hale getirme, sonrasında da ileri analitik yöntemlerle bu veriden değer yaratma konusunda çok heyecan verici örnekler var.

Biraz önce bahsettiğim gibi, uluslararası rekabet artık ucuz işgücüne dayalı olmayacak. En azından Türkiye artık ucuz yarışından çıkmalı. Uluslararası rekabette öne çıkmak için mevcut teknolojileri en iyi şekilde kullanan, hatta bunları daha da geliştiren, çalışanlarından maksimum verimi alabilen bir ekonomik yapıya ulaşmamız lazım.

İleriye dönük olarak; gıda, tarım ve lojistik sektörleri bugünden çok daha önemli ve öncelikli sektörlerin başında gelecek. Her iki alanda da ülke olarak rekabet avantajlarımız olduğuna inanıyor ve bu alanlara daha stratejik yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

AFAD'dan yurt geneli için kritik açıklama Finansal performansın anahtarı: Dupont analizi Eğitime kar engeli: Birçok ilde okullar tatil edildi! TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu istifa mı etti? Resmi açıklama geldi Bitcoin 100 bin dolar rekorunu ne zaman kırar? Dünyanın en pahalı alışveriş caddeleri açıklandı: İstiklal Caddesi kaçıncı sırada?