Akşener'den Diyanet'e Atatürk tepkisi: Yazıklar olsun!
Partisinin Meclis toplantısında konuşan İYİ Parti lideri Akşener, "Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde, Atatürk tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen, varlığını ona borçlu, bu önemli kurumumuz, 10 Kasım'daki Cuma hutbesinde, Atamıza, bir Fatiha'yı bile çok gördü. Yazıklar olsun!" dedi.
Haber Merkezi |İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.
Akşener'in konuşmasından satır başları:
- (KKTC'nin bağımsızlığının 40. yıldönümü) 40 yıldır, Cumhuriyet güneşiyle parlayan, yavru vatanımızdaki, her bir kardeşimin yaşadığı, haklı gururu, yürekten paylaşıyor; Cumhuriyet Bayramlarını kutluyorum.
- Geçtiğimiz hafta, Atamızın ebediyete intikalinin, 85. yılıydı. 85 milyon Türk milleti olarak; Onun gösterdiği ufka varma vazifemizi, bir kez daha hatırladık.
- Atatürk'ü, anmaktan gocunanlar, ona, bir hayır duayı bile çok gören, şuursuzlar da vardı… Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde, Atatürkümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen; varlığını O'na borçlu, bu önemli kurumumuz; 10 Kasım'daki, Cuma hutbesinde, Atamıza, bir Fatiha'yı bile çok gördü. Yazıklar olsun! Hâlbuki İslâm kültüründe, vefa vardır. Bir insanın, sahip olabileceği, en büyük erdemlerden biri, vefadır. Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı, ve buna göre davranmayı gerektirir.
- Nitekim; Diyanet'in başındakiler; Atatürkümüze, bir Fatiha'yı çok görseler de, 85 milyon Türk milleti olarak biz; O'nun aziz hatırasını, büyük bir minnetle, hayır dualarla andık. Ayrıca; Diyanet'e rağmen, Cuma hutbesinde, Atatürkümüzü rahmetle anan, hocalarımız da oldu.
- Bu vesileyle; Mustafa Kemal Atatürk'ü anmak ve anlamaktan yoksun olanlara; Cumhuriyetimizin, kuruluş ilke ve değerleriyle problemi olanlara; Türk milletinin, Atatürk ve Cumhuriyet sevdasından, rahatsız olanlara; hatırlatmak istediğim bir şey var:
- Bugün, memleketimizde, ezanlar okunuyorsa, bugün, gökyüzünde, şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa, bugün, toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa, bunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e borçluyuz! Ve, ne yaparsanız yapın; Bu borcu unutturamayacaksınız!
- Atatürkümüzle, Cumhuriyetimizle olan, derin sevgi, saygı ve vefa bağımıza, asla zarar veremeyeceksiniz! Ne yaparsanız yapın! Biz her daim; Kıskançlıktan, düşmanlıktan, vicdansızlıktan beslenenlerle; Cumhuriyet'i, “reklam arası” görenlerle; 100 yıllık bir tarihi, “cinayet ve zulüm” diye tarifleyenlerle; Atamıza, bir hayır duayı bile, çok görenlerle; 10 Kasım'da, O'nu anmak yerine;
-Meclis kürsüsünden, Cumhuriyet düşmanlarını ananlarla, Cumhuriyet karşıtlığına, yüce dinimizi alet edenlerle; Millet düşmanlığına, demokrasiyi paravan edenlerle; mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz! Bunu da böyle bilesiniz!
"Kuvvetler ayrılığı, yerle bir edildi"
- AK Parti iktidarının, neden olduğu krizler silsilesinden, son olarak; anayasa ve hukuk düzeninin de payını aldığını görüyoruz. Zaten uzun bir zamandır, hakkın ve hukukun üstünlüğü yerine, güçlünün üstünlüğüne dayanan bir anlayışla, çok tehlikeli bir yere doğru gidiyorduk. Biliyorsunuz önce, “Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor.” dendi, sistem değiştirildi.
- Kuvvetler ayrılığı, yerle bir edildi. TBMM'nin vasıfları, teker teker çökertildi. Devlet geleneklerimiz, harap edildi. Bugün geldiğimiz noktada ise; iktidarın gözü, hukuka dikildi…Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, uzunca bir zamandır, hukuktan şikâyetçi… Hatırlarsınız, Gezi Parkı davasında; Parka inşaat yapılmasını reddeden, Koruma Kurulu'na,
- Başbakan sıfatıyla, “Reddi reddederiz.” diyerek, karşı çıkan kendisiydi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla; “Anayasa Mahkemesi'nin, kararına uymuyor, saygı da duymuyorum.” diyen de kendisiydi.
- Twitter'a getirilen, erişim engelinin, ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyleyen, Anayasa Mahkemesi kararına, “Gayri millî karar.” diyerek karşı çıkanlar da; yine Sayın Erdoğan ve yol arkadaşlarıydı.
"Anayasa krizine, bir devlet krizine dönüştü"
- Her fırsatta, hukuktan duyduğu rahatsızlığı gösteren, bu zihniyetin; biriktirdiği garabetler dizisinin, sonucunu da, nitekim, geçtiğimiz hafta yaşadık. Can Atalay davasıyla ilgili, hukuk skandalları, 8 Kasım itibariyle, artık bir anayasa krizine, bir devlet krizine dönüştü.
- Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi, tıpkı Sayın Erdoğan gibi; “Anayasa Mahkemesinin kararına uymuyorum; saygı da duymuyorum.” dedi. Üstüne de, el yükseltip; hak ihlali kararı veren, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında, suç duyurusunda bulundu.
- Hatta, o da yetmedi, hızını alamayıp, millet iradesinin tecelligâhı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne de, sopa gösterdi. Bu hukuksuzluk karşısında, iktidar tarafından yapılan, ilk yorum ise; kararın, “millîliği” üzerine oldu.
- Dönemin, ünlü Alman anayasa hukukçusu, Carl Schimitt'e göre, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler; sadece teferruattan ibarettir.
- Yasama, yürütme ve yargı erkleri; Alman halkının lideri ve en yüksek yargıç sıfatıyla, Hitler'in, karar ve emirlerine bağlıdır. Bu yetki ise, geçerliliğini hukuktan değil; fiili durumun, kendisinden alır.
- Yani, Carl Schmitt'e göre hukuk; fiili durum, gerçekleştikten sonra, onu, yasal hale getirmek için, gerekli olan, bir aparattan ibarettir.
- Nitekim, Nazi hukukunun, de-facto işleyişinde; kendilerince, kılıfına uydurdukları her fiil, sonradan yasa aracılığıyla, meşru ve dokunulmaz kılınmıştır. Bu anlayışa göre; Hakimiyet milletin değil; Hakimiyet Hitler'indir. Hukuk üstün değildir; Führer üstündür.
- Yargıç, bağımsız olamaz, sadece, liderin emirlerinin, uygulayıcısı olur. Dolayısıyla yargı, herkes için, adaleti tecelli ettiren değil, iktidarın, gayri meşru, gayri ahlaki ve illegal eylemlerini, yasallaştırma organıdır.
- Şimdi gelelim günümüze… Bu tablo, size de tanıdık geldi mi? Belli ki, bazı saray sakinleri, ilhamını, Carl Schmitt'ten almış… Nitekim, tam da bu yüzden; Carl Schmitt'in, günümüzdeki öğrencileri; bir anayasal devlet krizine sebep olan, hukuk dışı bir fiili duruma, çözüm üretmek yerine, hemen, Anayasa değişikliği arayışına girdiler.
- Yani, fiili durumu, yasallaştırmanın peşine düştüler. Sayın Erdoğan da, Anayasa Mahkemesi'ni hedef gösterip, krizi derinleştirerek; art niyetli tutumunu, bir kez daha ortaya koydu.
- Bu tutum neticesinde ise, yeni anayasa iddiaları, yeniden dillendirilerek, kriz, siyasi bir nitelik de kazanmış oldu.
"Önce mevcut Anayasa'ya uyun"
- Bu ise düpedüz, bir siyasi fırsatçılıktır. Böylesine vahim bir krizden; siyaset üstü olması gereken, bir devlet meselesinden; siyasi rant devşirmeye çalışmak; en hafif tabiriyle, ayıptır.
- Buradan iktidara seslenmek istiyorum: Yahu muhteremler, Anayasa değişikliğini konuşmadan önce; mevcut Anayasa'ya, uymanız gerekiyor. Siz daha, var olan Anayasa'nın, hükümlerini yok sayarken, neyi, nasıl değiştireceksiniz?
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir şahsa, ya da zümreye ait değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bir hukuk devletidir. Kimlerin, hangi haklara, hangi yetkilere sahip olduğu ve olabileceği; Kimlerin, neyi yapıp, neyi yapamayacağı; peşinen, kurallarla belirlenmiştir.
- Bu kurallar işlerse, hukuk devleti vardır. Onun için de; hukuk devletinde, keyfine göre kuralların dışına çıkacak, bir fert, zümre veya organ yoktur, olamaz.
- Egemenlik, kayıtsız ve şartsız, Türk milletinindir. Milletimiz, bu egemenlik hakkını, yetkili organlar eliyle kullanır. Hiçbir organ, veya hiçbir kişi de; kaynağını Anayasa'dan almayan, bir devlet yetkisi kullanamaz. Bu çok açık ve nettir!
- Anayasamızın getirdiği, devlet nizamı; birbirine bağlı mekanizmalar nizamıdır. Bu mekanizmaların, herhangi biri işlemezse, nizam aksar. İşte bu yüzden; Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi'nin oluşturduğu, hukuk dışı fiili durum, devlet nizamını aksatmış, ve bir anayasal devlet krizine, neden olmuştur.
- Halbuki; Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Herkes uymak zorundadır.
Yerel seçim
- Şucu bucu edebiyatı, milletin taleplerinin önüne geçti. Rekabetsizliğin getirdiği vasatlığın, kaybedeni de, doğal olarak, milletimiz oldu.
- Belediyeleri, idari ve mali açıdan güçsüz bırakarak; yerel hizmetlerde aksamaya, kamusal kaynakların, boşa harcanmasına, yönetimde liyakatsizliğe, kayırmacılığa, gizliliğe ve yozlaşmaya neden oldular.
- Can güvenliğinden, hizmetten ve kaliteden önce; nüfus ticaretine, ranta, ve paraya odaklı, milletten kopuk bir belediyecilik anlayışı inşa ettiler. Yönetimde, yerel sorunlara ilgi azaldı. Siyasal temsildeki adaletsizlik, giderek büyüdü. Bankamatik memurları çoğalırken; Milletimiz, karar alma ve uygulama süreçlerinden, daha çok dışlandı.
- Ve tabii ki, yerel demokrasi de, giderek zayıfladı. İşte bu tablo karşısında, biz, İYİ Parti olarak; Türk demokrasinin, tıkanan tüm yollarını açmaya; Ve Türkiye'de, önce yerelde, sonra da merkezi yönetimde, gerçek bir sıçramayı, başlatmaya geliyoruz. 2024 yerel seçimlerine girerken; 81 ilde, milletimize, liyakatli adaylarımız, kadrolarımız, ve çözümlerimizle birlikte; İYİ Belediyecilik vizyonumuzu da sunuyoruz.